bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 05 Kasım 2024

 

ABD halkı bugün sandık başında. Evet, ABD hala dinamik bir iş ortamına, harika üniversitelere, zengin doğal kaynaklara ve nispeten sağlam bir endüstriyel tabana sahip. Ancak ülkede hem kamu bürokrasisinde hem de özel sektörde verimsizlik had safhada. Yönetici elitler artık halka güven vermiyor. 21. yüzyıla uygun olmayan bir iş gücü var. Ulusal birlik duygusu hiç olmadığı kadar zayıflamış halde. En önemlisi, Amerika’nın bugün artık ortak bir amacı veya ortak iyiliğin ne olabileceğine dair bir duygusu yok. Üretkenlik yavaşlıyor, nüfus yaşlanıyor ve Amerikan ekonomisi Çin ve diğer gelişmekte olan pazarlardan gelen rekabetçi tehditlerle karşı karşıya. Buna küresel alanda ABD karşıtı Asya-Pasifik blokunun yükselişi de eklenince ABD için tablo içeride ve dışarıda pek de iç açıcı değil.

Gemi döndürülebilir mi? ‘Gölge Pentagon’ olarak niteleyebileceğimiz savaş lobisinin bülteni konumundaki düşünce kuruluşu Rand Corporation’ın “Yenilenen Ulusal Dinamizmin Kaynakları” başlıklı raporuna göre karaya oturmasına ramak kalan Amerikan transatlantiğinin çeşitli manevralarla bu saatten sonra bu tür kurtarılması çok zor. Raporda, krizdeki büyük güçlerin amaç duygusunu yeniden kazanıp kazanamayacakları yüzlerce yıllık tarihe bakılarak incelemiş. Rapora göre düşüşe geçen bir gücün yeniden toparlanması çok nadir görülen bir başarı.

Rand raporunun belirttiği gibi Osmanlı İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği benzeri aktörlerin kaderini Amerikan imparatorluğu da yaşayabilir. Risk büyük. Sorunlarını aşmak için büyük imkânlara da sahip olan ABD’de temel sorun, sorunları teşhis edip önlem alacak siyasi sınıflardaki çürümeye bir çare bulunamaması gösteriliyor.

Demokrat Parti’nin Adayı Kamala Harris ve Cumhuriyetçi Parti’nin Adayı Donald Trump, ABD seçmenine bu anlamda bir gelecek vadedemiyor. Kamala Harris kampanyasını özellikle kadın hakları üzerine kurdu. Bunun içerisinde kürtaj hakkı da bulunuyor. Harris’ in söylemlerine baktığımızda; daha fazla bireysel haklar, daha fazla demokrasi ve daha fazla demokratik haklardan bahsettiğini görüyoruz. Harris; zenginlerden daha çok vergi alınmasını sağlayacak vergi düzenlemelerinin getirilmesi ve ilk kez ev sahibi olacak olan kişilere yönelik devlet desteği verilmesi gibi vaatlerde bulundu.

Donald Trump ise kampanyasında Amerika’nın göçmen sorunu, kaçak göçün önlenmesi, sınır güvenliğinin sağlanması, daha güçlü bir ekonomi ve yine daha önceki seçim kampanyasında kullandığı ”Amerika’yı tekrar büyük yapalım” sloganıyla bağlantılı bir seçim kampanyası yürüttü.

Fakat Amerika, Covid salgınının ardından neredeyse son 50 yılın en yüksek enflasyon oranıyla karşılaştı. Enflasyon, yüzde 9’a kadar yükseldi ancak şu anda yüzde 3 civarında. Yıllardır yüzde 2 oranında seyreden bir enflasyona alışık olan Amerikalılar için bu ciddi bir endişe kaynağı oldu.

Küresel krizlerle tetiklenen petrol fiyatları Amerikalıların gündelik hayatını etkileyen önemli konulardan biri. Özetle ekonomi, Amerikalı seçmenler açısından da en önemli konular arasında yer alıyor. Ülkede en çok tartışılan bir başka konuda da özellikle Güney sınırından ülkeye kaçak göçmenlerin girişi ve son yıllarda bu sayının çok fazla artması.

Her ne kadar dünyanın süper gücü olarak bilinse de Amerika’nın bir çok şehrindeki altyapı sorunları halkın önemli şikâyetlerinden biri. Eskimiş yollar, eski havalimanları ve yetersiz altyapı hizmetleri Amerikalıların adaylardan çözüm getirmesini beklediği gündelik sorunların başında yer alıyor.

Amerika gündeminin değişmeyen bir başka konusu da, son derece pahalı olan sağlık hizmetleri ve ilaç fiyatları. Bu konu, ülkede acil çözüm bekleyen ve halkın siyasi tercihlerinde de adayların vaatlerini ettiği konulardan bir tanesi olarak ön plana çıkıyor.

Anketler ve genel kanı Donald Trump’ın seçimleri kazanacağı yönünde. Eğer kazanamazsa zaten şiddet ve kaos sarmalı ülke çapında yeniden devreye girecek. Çünkü Trump ve taraftarları sadece ‘hileyle kaybedebileceklerine’ inanıyor. Yani yenilgiyi kabul etmeyeceklerini şimdiden ilan ettiler. Bu nedenle Amerikan yönetimi olağanüstü önlemler aldı. Sokaklarda Cumhuriyet Muhafızları devriye geziyor. Mağaza sahipleri olası yağmalara karşı vitrinlerini ve kapılarını tahtalarla kapattı. Resmi binalarda güvenlik önlemleri en üst düzeye çıkarılmış durumda. Seçime değil de savaşa giden bir görüntü hâkim ülkede. Zira her iki taraf da savaş mantığıyla hareket ediyor.

Burada bizi en çok ilgilendiren husus yeni gelecek yönetimin Türkiye ile ilişkileri olacak. Kuşku yok ki ABD devletinin Türkiye’ye yaklaşımı değişmeyecek. Bizi yine stratejik düşman olarak görüp vesayet altına almak isteyecekler. Fakat ABD eski ABD değil. Türkiye de eski Türkiye değil.

Haliyle Amerika’nın genel anlamda Türkiye politikasının sadece Başkanın değişmesi ile köklü bir değişikliğe uğrayacağını beklememek lazım. Amerikan Başkanı sanıldığı kadar geniş yetkilere sahip değil. Örneğin Donald Trump seçilse de Türkiye F-35 savaş uçakları programına alınmayacaktır. Çünkü bu konu Başkanın alabileceği bir karar değil. Uluslararası konularda Amerikan Kongresi’nin onayı gerekiyor. Bu bakımdan sadece Başkanın kim olduğu değil, Amerika’da Temsilciler Meclisi ve Senato’nun hangi partinin denetiminde olduğu önemli. Joe Biden, Sayın Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırlamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, son olarak Trump’ın Başkanlık döneminde Beyaz Saray’da ağırlanmıştı. Erdoğan ve Trump arasında, Biden’a göre daha yoğun ve samimi bir iletişim vardı. Ancak bu durum, Trump’ın seçilmesinin Türkiye ile Amerika arasındaki tartışmalı konularda daha hızlı yol alınabileceği anlamına gelmiyor. Kamala Harris’in Başkan olması halinde ise özellikle Orta Doğu ve İsrail konusunda Türkiye’nin daha fazla destek vereceği yaklaşımlar sergileyebileceğine dair beklentiler de büyük.

Ancak genel itibariyle kim seçilirse seçilsin ABD’yi iç kargaşa ve kaos bekliyor. Bu da ABD’nin bölgemizdeki gücünü ve etkisini tırpanlayacaktır. Dolayısıyla ABD’nin bölgemizdeki etkisinin azalmasıyla oluşacak boşluğu doldurmalıyız. Devletimiz bunu gören ve buna göre hazırlıklarını yapan, şimdiden iç cephesini güçlendiren adımlar atıyor zaten.

Her açıdan ABD sonrası bir dönem başlayacak dünyada ve bölgemizde. Post-Amerikan süreçte Türkiye’nin kendi bölgesinde daha proaktif hatta irredentist/yayılmacı bir siyaset izleyip yenidünyanın siyasi kurucu iradelerinden biri olarak hareket etmesi gerekiyor. Yoksa geçsen asırda olduğu gibi bizi yeniden Anadolu parantezine hapsetmeye çalışacaklardır. Bu oyunu bozup kendi oyunumuzu kurmak için küresel siyasetteki değişen dengeleri zamanında görüp ileriye dönük her tür önlemi almak gerekiyor. Şu an Türkiye’nin içeride ve dışarıda attığı adımlar aslında bu yeni döneme yönelik stratejisini aktifleştirdiğini gösteriyor. Yeni süreç hayli hareketli geçecek…

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.