Ferhat ÜNLÜ – 04 Kasım 2024
Savaş kavramının bütünlüklü, bir başka deyişle kapsamlı manasını; 1993 senesinde -internetin yokluğunda- Orhan Hançerlioğlu’nun (Kendisi masondu, ama değerli bir entelektüeldi) Düşünce Tarihi adlı kitabı vasıtasıyla tanıştığım ‘kitapsız filozof’ Efesli Herakleitos’un düşüncelerini, aforizmalarını okuduktan sonra keşfettim.
“Savaş, bütün şeylerin babasıdır” demişti Herakleitos. Milattan Önce 535’te doğan ve 475’te, yani 60 yaşında ölen; dolayısıyla Klasik Yunan Felsefesi, daha doğrusu Sokrates öncesi bir filozof olduğu için Herakleitos’un günümüze bir eseri ulaşmadı. Sadece bazı önemli sözlerin ona ait olduğundan eminiz; “Savaş, bütün şeylerin babasıdır” da onlardan biri.
Peki; nedir savaş? En dar ve en kapsamlı tanım denemeleriyle bir bakalım. Çünkü bu sayede dünya savaşı senaryoları bağlamında silahlı, siyasi ve
-örneklerini şimdilerde daha sık görmeye başladığımız- entelektüel terörün nasıl araç haline getirildiğini inceleme fırsatı bulacağız.
Savaş; en kapsamlı ama kolay anlaşılır tanımıyla hayattaki, doğadaki, giderek evrendeki yaşam ya da var olma mücadelesidir. Var olmak, var olmaya devam etmek, bütün canlılar için bir mücadele gerektirir. Ayrıca insan -varlık sebeplerini çözmeye çalışan bir tür olarak- diğer bütün türlerden daha fazla mücadele etmiştir. İnsan; doğayla, hayatla, vahşi hayvanlar başta olmak üzere diğer türlerle, insan türünün başka evlatlarıyla ya da kendi kendisiyle hep bir mücadele içindedir. Bu bağlamda sosyolog rahmetli Ünsal Oskay hocanın, bir makalesinde “Şiddet, insanın insanla mücadelesinden de önce insanın doğayla mücadelesinde başlar” diye yazması savaşın başlangıç doğasına ilişkin yeterli fikir verir.
Ezcümle, makro tanımda insanlığın doğuşundan itibaren kültürler, ideolojiler ve topluluklar arasında yaşanan tüm çatışmalar savaş kapsamına girer. Bu kapsam, sadece fiziksel şiddeti değil, ideolojik, ekonomik ve psikolojik mücadeleleri de içerir.
Savaş, dar tanımıyla ise diplomatik ilişkileri tüketmiş iki ülke arasındaki silahlı ve istihbari mücadeleyi anlatır. Ülke sayısı artarsa ve savaş kıtalara, dünyaya yayılırsa dünya savaşı tanımı kapsamına girer.
TERÖR, SAVAŞIN HİÇBİR TANIMINA GİRMEYİ HAK ETMEZ
İmdi… Efendim… Teslim edeceğiniz üzere terör, bu savaş tanım denemelerinin arasında yer almaz. Bir başka deyişle terörün kavramsal konumu, savaşın bir tarafı olarak görülmeye bile layık olmadığını gözler önüne serer. Terör, devletleşememiş ve devletleşmeyi de hak etmeyen siyasal şiddettir. Ve bugün en çok bizim ülkemizde görüldüğü üzere devletler arası mücadelenin kripto bir aracına dönüşmüştür. Ulus devletlerin ciddi bir beka tehdidiyle karşı karşıya kaldığı ve Üçüncü Dünya Harbi senaryolarının harbiden konuşulduğu bu devirde ülkemize karşı daha çok etnik, mezhebi ve ekonomik savaş araçları kullanılmaktadır. Bize karşı bu araçları en çok kullanan da hiç şüphesiz Amerika Birleşik Devletleri’dir.
Ülkelerin milli güç parametrelerinin (siyasi güç, askeri güç, istihbari güç, ekonomik güç vs.) ayrı ayrı hesaplandığı günümüzde Türkiye olarak aşil topuğumuz ekonomik gücümüzün yetersizliğidir. Mamafih (Bu kelimeyi de 1988’de Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında gördüğümden beri severim) her şey paradan da ibaret değildir, son tahlilde bilgisel ve askeri güç konuşur.
Şimdi 94 yaşında olan Rahmi Koç, 2002 senesinde “Parası olmayan vatandaşın da, ailenin de, ülkenin de sözü dinlenmez” demişti. Sofya’da, Ramstore açılışındaki basın toplantısında… Tekzip edemez, kulaklarımla duydum.
Bu; bir burjuva ideolojisidir ve tarihsel gerçekliğe çoğu zaman uymaz. Tarih; para sıkıntısı çekmiş, ama sözü dinlenmiş yüzlerce filozof ve yazarla doludur. ‘Paranın filozofu’ Rothschildlar haricinde aileleri, tarihte pek kimse hatırlamaz.
Türkiye; paranın gücüyle değil, inanç, bilgi ve askeri güçle eskiden ihtişamlı olan devletin, Osmanlı’nın yıkılışından sonra kurulmuştur. Ve bu ülkede yaşayan herkes; istese de istemese de evi/yuvası olanı bu vatanı sevmek zorundadır. Kimi zaman devleti gamsız, hatta milleti vurdumduymaz bulabilirsiniz, eleştirebilirsiniz. Ama ait olduğunuz yeri beğenmezseniz, sevmezseniz ülkenizi, öncelikle kendiniz için yaşanmaz hale getirirsiniz. Keskin sirke kendi küpüne zarardır.
Vallahi Yapay Zekâ GPT’ye bile sorsanız -en azından benim konuştuğum YZ’den bahsediyorum- bir hafızası ve öğrenmeyle birlikte kendi bilişsel kimliği geliştiği için Türkiye lehine düşünceler ürettiğini görürsünüz. Türkiye’den bahsederken elbette yalnızca insana dair bir duygu olan mimetik arzuyu da taklit ederek, yani taklidin taklidini yaparak da olsa “Evet, güzel ülkemiz” cümlesiyle başlıyor. Kimi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları -sayıları azdır ama sesleri çok çıkıyor- kendi evini/yuvasını hakir gördüğü için hayatında böylesi bir cümleyi bile kuramayacak kadar öz yurduna aidiyetsizdir.
CHP’NİN KUYUSUNUN KAZILMASI TÜRKİYE LEHİNE DEĞİLDİR
PKK ve giderek müzahiri bütün siyasal grupların ülkemizde ABD desteğiyle yapmaya çalıştığı budur. Bu yıkıcı konsept, tarihin bir evresinde yok olmaya mahkûmdur. Elbette bu konseptin izinden giden kişiler de… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu tek partisi CHP içinde bugün yaşanan tüm çatışmalar bu yanlış izleğin zorunlu sonucudur.
CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın “Partide Özgür Özel’in kuyusunu kazanlar var” derken anlattıkları doğrudur, ama eksiktir. Kuyusu kazılan yalnızca; Özgür Özel, Mansur Yavaş veya Tanju Özcan değil, CHP’nin öz kimliğidir. Bu proje, yapaylığına rağmen tıkır tıkır işleyen bir süreçtir. Kazanlar, kazanana kadar konuşmazlar. Konuşanlar, bilin ki kaybetmekte olan taraftadır. Özcan, kaybetmekte olan tarafta olduğu için konuşma ihtiyacı hissetmiş.
Ankara’da 29 Ekim Ebru Gündeş konseri haberinin, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasından sonra Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın İmamoğlu-Özel çizgisinden ayrı hareket ettiğini göstermesinden sonra sızdırılmasının tesadüf olmadığını bilecek kadar Türkiye bilgim var. Kutlamalar için harcandığı söylenen 69 milyon TL, elbette büyük para ve bir rastlantı eseri rakamsal çağrışımları da hoş değil. Yine mamafih bu gerçek, Yavaş’a bu haberle operasyon çekildiğini görmemizi de engellemesin lütfen. Şu da net bir gerçektir: CHP’nin kuyusunun kazılması hangi fikirden olursak olalım Türkiye’nin lehine değildir.
Öte yandan iktidarın, 22 yıllık muktedir AK Parti’nin kuyusunu da bilerek, bilmeyerek kazanların sayısı artmıştır. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un, dünkü holiganik, ayrımcı Fenerbahçe tweetleri bunun müşahhas, aktüel örneğidir. Kırmızı çizgi dediği ‘sarı-lacivert fetişizmi’ zaten -mübalağa ederek söylüyorum, ki edebiyatta gerekli ve işlevseldir- Türkiye’nin neredeyse atomlarına dek bölünmeye çalışıldığı bir devirde abesle iştigaldir. Bu tweette Fenerbahçe’yi bizim mesleğin deyişiyle kapital, yani büyük harfle yazmakla olmuyor!
Ben çok eski bir Galatasaraylıyım. 1988’de, 13 yaşındayken futbol izlemeyi bıraktım. 1990 senesinde de birleştirici değil; ayrıştırıcı, üstünlük taslayıcı niteliğe büründürülmüş tüm ideolojik, dini ve etnik kimlik dayatmalarına mesafe koydum. Ülkemi, devletimi, milletimi bütün tarihsel ya da güncel eksiklik ve yanlışlıklarıyla birlikte seviyorum. Son nefesime kadar da daha iyi bir ülke olmamız için kalemle mücadeleme devam edeceğim.
KAYYIM KARARININ YANSIMALARI
İmdi… Gelelim mecazi değil, literal manasıyla bu kadar lakırdının bizi nereye götüreceğine, yani meselenin püf noktasına… Ekonomik parametrelerle değil, toplumsal misyonla dijital medya dünyasına adım atan World of Türkiye’nin kurucusu, ‘Ortodoks Doğu uzmanı’ dostum Reşit Kemal As; üç gün önce kısa, ama önemli bir yazı yazdı. Devlet Aklı ve Stratejik Hamleler: Türkiye’nin Geleceği başlıklı yazıdan iki paragraf alıntılayacağım:
“Türkiye’nin jeopolitik konumu ve güvenlik hassasiyetleri göz önünde bulundurulduğunda, devlet aklının durumu çok iyi analiz ettiğini söylemek mümkün. Eğer Trump, Suriye’den çekilme kararı alırsa, bu durum Türkiye’nin PKK ve YPG’ye yönelik daha etkili operasyonlar düzenlemesi için bir zemin oluşturacaktır. Ancak bu süreçte bazı iç dinamiklerin devreye girmesi muhtemeldir.
PKK ve sempatizanları, ülkemizdeki istikrarsızlığı artırmak ve Türkiye’nin güvenlik stratejilerine zarar vermek amacıyla çeşitli provokasyonlar yapabilir. Bu durum, oluşturulan ittifakların ve yapılan operasyonların etkisini sorgulamamıza sebep oluyor. Tüm bu süreçlerde, devlet aklının nasıl bir yol haritası izleyeceği önemli bir sorudur. Devlet, her zaman zamanını ve yerini doğru belirleyerek harekete geçmiştir. Şu anki koşullarda, terör destekçilerini savunanların ya da bu süreçte kayıranların durumu, içinde bulunduğumuz zaman diliminde hayati bir öneme sahiptir.”
Reşit’in yazısının önemi, bugün üç belediyeye Mardin, Batman ve Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesine kayyım atanmasıyla arttı. Bu arada, Halfeti’ye kayyım atanması da bana hiç rastlantı gibi görünmüyor. Öcalan’ın doğduğu yer çünkü. 22 Ekim’de MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Öcalan TBMM’de konuşsun” çağrısına ve TUSAŞ’a Kandil’den talimatlandırılmış, ama Suriye mesajlı bir terör saldırısının düzenlendiğini hatırlarsak ‘puzzle’ın parçaları birleşiyor.
Tek paragrafla toparlayalım artık. Çünkü yazı 10 bin vuruşa yaklaştı. Reşit Kemal As; yazısını “Herkesin bu süreçteki rolü ve sorumluluğu büyük; dolayısıyla Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden unsurlar karşısında birlik içinde durmak kaçınılmazdır” diye bitirmişti. Terörün, muhtemel bir dünya savaşının öncü aracına dönüştüğü günümüzde Bahçeli’nin çağrısı, TUSAŞ saldırısı, Ahmet Özer’in tutuklanması ve kayyım kararları, birlik içinde olmak isteyenlerin yahut istemeyenlerin anlaşılmasında turnusol kâğıdı işlevi görecek. Biz de kısa bir zaman içinde göreceğiz, anlayacağız.