bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 23 Ekim 2024

 

İsrail’in Gazze’deki ve Lübnan’daki soykırım saldırılarına Batı’nın verdiği askeri, siyasi ve diplomatik destek şu anki dünyaya dair bütün hukuki, insani ve ahlaki değerler sistemini yok ediyor. Bir bakıma kendi dünyasını yıkma pahasına tarihin en alçakça cürmüne akıl hocalığından başka yardım ve yataklık etmekte beis görmeyen bir Batı dünyası var karşımızda. Bu akıl tutulmasını anlamakta zorlanıyor insanlar.

Batı dünyası neden bu soykırıma hem de böylesine vahşi bir tarzda insanlarda vicdani ve ahlaki krize yol açacak şekilde izin veriyor. Gazze’deki barbarlık manzaraları Nazi kamplarındaki bir deri bir kemik kalmış insan görüntüleri de Hiroşima’ya atılan atom bombasının yol açtığı yıkımın dehşetini de Vietnam’ı yakıp yıkan ve korku içinde kaçan, yanmış derisi soyulan çıplak Vietnamlı kızın yürekleri dağlayan karesini de kat be kat geçmiş durumda.

Gazze’nin kuzeyini 5 Ekim’den bu yana 19 gündür kuşatma altında tutan İsrail ordusu geçen hafta 15 Ekim’de tarihin görüp görebileceği en barbar saldırılardan birine imza attı. Burada hemen hatırlatalım ki Gazze’de bir yılı aşkın süredir karşılaştığımız görüntülerin hemen hepsi modern çağ savaşlarında karşılaştığımız bütün barbarlıklardan daha vahim.

Bu bağlamda İsrail’in El-Aksa Hastanesi’ne yönelik 15 Ekim 2024’teki saldırısı Gazze’deki soykırımın simgesine dönüşen karelerden birine dönüştü. Çünkü Deyr El-Belah’taki El-Aksa Hastanesi arazisindeki çadırda annesi ve iki kişiyle birlikte seruma bağlı 19 yaşındaki Şaban el-Dalu’nun diri diri yanan bedeni, alevler içinde çırpınan bedeni dünya kamuoyunda canlı olarak izlendi. Dalu’nun bedenini yakan füzeleri atan İsrailli pilotların en büyük destekçisi onlara bu bombaları veren ABD ve Almanya’ydı.

Dalu, bir hafta önce Deyr El-Balah’ta 26 kişinin ölümüne yol açan İsrail hava saldırısından kurtulmuştu. Dalu’nun iki kız kardeşi, babası ve küçük kardeşi saldırının neden olduğu yangından dolayı ciddi yanıklar aldı. 10 yaşındaki kardeşi, günler sonra yaralarına yenik düştü. Ama bu saldırı ve hafızalara kazınan Dalu’nun çırpınışları hemen unutuldu. Çünkü peşinde daha barbar saldırılar geldi gelmeye de devam ediyor.

Gazze’de bir yılı aşan İsrail ve Batı’nın ortak yapımı soykırımı dünya sadece seyrediyor. ABD ve Avrupa silahları gönderiyor, diplomatik koruma sağlıyor, vesayet altına alınan devlet ve milyarderlere ait manipüle edilmiş medya aygıtlarından katliamlara destek sağlıyor ve tüm iç muhalefeti acımasızca bastırıyor.

Oysa Gazze’de yanan Dalu’nun bedeni değil dünyanın kendisi. İnsanlığın kendisi. Batı’nın inşa ettiği sözde bütün kurumlar ve hukuk sistemi alevler içinde yok oluyor. Batı ve İsrail’in Gazze’de yol açtığı insani felaketin tarihte de modern çağda da bir emsali yok.

İsrail’in soykırımı bebek, çocuk ve kadınlar başta olmak üzere bütün sivilleri, hastaneleri, yerinden edilmiş ailelere barınak görevi gören okulları, fırınları, camileri ve kiliseleri de hedef alıyor. Gazze’ye dair canlı veya cansız ne iz, işaret ve belirti varsa hunharca imha ediliyor. Çünkü İsrail ve Batılılara göre burada yaşayanlar soyları kurutulması gereken ‘insan hayvanlar’. Bu nedenle sadece 2 milyon 300 bini bulan Gazze’deki Filistinlilerin varlığını değil onlara dair kültür ve tarihi temsil eden şehri de haritadan siliyorlar. Bölgeyi “Taş Devri’ne geri göndermek” için saldırıyorlar. Nitekim BM’nin hazırladığı son rapora göre Gazze’nin eski kültürel ve ekonomik dokusuna yeniden kavuşası 350 yılı, fiziksel anlamda yeniden inşası ise en az 40 yılı bulacak.

Bu nedenle Gazze’de ortadan kaldırılmak istenen Hamas savaşçıları veya Gazze halkının direniş iradesi değil. Ortadan kaldırılan içinde Batı’nın da yaşadığı ve büyük bölümünü kendisinin dizayn ettiği bu mevcut dünyanın bizzat kendisi. Dolayısıyla İsrail Ortadoğu’yu yeniden yapmıyor. Nesiller boyunca bilinen dünyayı temellerinden yok ediyor.

İsrail için savaş dışı veya sivil diye bir şey yok. Hastaneler, okullar sağlık çalışanları hatta BM’nin askerleri, Genel Sekreteri ve bizzat BM’nin kendisi de hedefte.

Bu da küresel statükonun en büyük simgesi, İkinci Dünya Savaşı ve Holokost’tan sonra oluşturulan insani hukuk kurallarının koruyucusu olarak hizmet eden BM’nin bile artık miadını doldurduğunu gösteriyor. İsrail’in Güney Lübnan’daki BM barış gücüne yönelik tekrarlanan saldırıları ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun BM askerlerine yönelik görev yerlerini terk etmeleri veya sonuçlarına katlanmaları yönündeki ‘emri’, Batı başkentleri tarafından İsrail’in daha önce Gazze’deki hastanelere yönelik sistematik saldırıları kadar normalleştiriliyor.

Gazze’de sivil halka karşı kullanılan ve savaş suçu sayılan Beyaz fosfor bombası İsrail tarafından bu kez Lübnan’da görev yapan BM askerlerine karşı kullanılıyor. İsrail, 15 barış gücü askerinde cilt tahrişlerine ve mide-bağırsak reaksiyonlarına neden olan duman kapsülleri ateşledi.

İsrail tankları BM’ye bağlı UNIFIL güçlerinin karakollarının kapılarını kırıyor, kulelerdeki radar ve kameraları füzelerle yok ediyor.

Netanyahu, BM’ye yönelik saldırıları bilindik yalanlarla meşrulaştırıyor. BM’yi Hamas’a ve Hizbullah’a kalkan olmakla suçluyor. Çünkü sınırlanmak istemiyor. Kırmızıçizgilerin hepsini çiğnemek istiyor. Bu bağlamda BM, Netanyahu’nun karşısındaki en büyük engel. O yüzden Atlantik’in bozuk sistemin temsilcisi BM düzenine bile tahammül edemiyor.

Barış gücü 50 ülkeden geliyor ve hepsi İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçların doğrudan tanıkları. UNIFIL raporları BM genel sekreteri Antonio Guterres ve BM insan hakları organlarından oluşan bir ağa gönderiliyor. İsrail, Güney Lübnan’da savaş suçları programını yürütürken Gazze’de yaptığı gibi, gölgede, radardan uzakta faaliyet gösterebilmek istiyor. Örneğin, Çarşamba günü İsrail, Mhaibib köyünü dinamitledi.

Güney Lübnan’daki onlarca köyde yaşayanları evlerini terk etmeye zorlayan İsrail, daha önce yaptığı gibi şimdi de bu bölgeleri küçük kara mayınları olan parçalı mühimmatlarla doldurmak istiyor. Bu, yüz binlerce Lübnanlının evlerine dönmesini imkânsız hale getirebilir.

İsrail’in BM’ye yönelik son fiziksel saldırısı hiçbir yerden çıkmadı. Tel Aviv, onlarca yıldır BM’yi antisemitizmin yuvası olarak gösteren bir anlatı oluşturuyor. Bunun nedeni, uluslararası hukuk düzeninin suçlar hiyerarşisinin en üstüne İsrail’in en güçlü şekilde takip ettiği suçları yerleştirmesidir.

İsrail’in BM’ye karşı uzun süredir sürdürdüğü kampanya, son bir yılda önemli ölçüde hız kazandı. Bu yüzden İsrail, BM Genel sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen kişi” ilan etti ve ülkeye girmesini yasakladı. İsrail dışişleri bakanı Yisrael Kantz, Guterres’i “teröristleri, tecavüzcüleri ve katilleri” desteklemekle suçladı ve ona “BM tarihinde bir leke” dedi. Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nu “karanlıkların evi” ve “antisemitik safra bataklığı” olarak tanımlamasının nedeni budur.

BM’deki görevinden ayrılan İsrail büyükelçisinin, Filistin’in üyeliğe kabul edilmesi yönündeki Genel Kurul oylamasına, BM Şartı’nı alenen parçalayarak yanıt vermesinin nedeni de budur.

Hâsılı kelam barbarlıkta ve soykırımda sınır tanımayan Siyonist rejim, dünyada kendisini sınırlayacak bir güç de tanımıyor. Ne diyelim, 382 gündür Gazze’de her tür barbar soykırımı yapan İsrail, dünyadan büyük olduğunu ispatladı. Zira şimdiye kadar kimse İsrail’i korkutamadı ve durduramadı. Artık acı gerçeği itiraf etmek lazım. Demek ki dünya İsrail’den küçükmüş.