fatih ünlü kpk

Fatih ÜNLÜ – 14 Ekim 2024

 

Günlerimiz dopdolu geçiyor. En sakin yaşayanlarımız bile sürekli bir uğraştalar.

Çeşitli sebeplerle çok sakin bir hayat yaşayan veya fazla hareket  edemeyen  kardeşlerimiz de var elbette. Allah onlara da şifalar versin, yardımını ihsan eylesin. Tabii, onların da ruh ve hayal alemlerinde hangi derinlikler saklıdır, onu da ancak Allah bilir. Feyzullah ve Süleyman Yavuz kardeşlerim buna iyi birer örnek.

Bir de ebeveynlerinin bakımına muhtaç masum sabiler var ki onların bile kendilerine göre hareketli ve mutmain bir dünyaları vardır…

Neticede, hepimiz bir uğraş içindeyiz, ayrı bir âlemdeyiz.

Tüm bu uğraşlar içerisinde bazen nefsin peşinde koşturup duruyoruz, belki adını öyle koymuyoruz ama neticede işin gerisinde hep nefs oluyor.

Bazı uğraşlarımız da güzel amaçlar için. Allah’ın bizden hoşnut olması için. Bunlar da bizimle büyüyor ve bizi büyütüyorlar.

Bir kısmımız da rızkımızın peşindeyiz. Ya da acıkan karnımızı doyurmanın derdindeyiz. Ve Rabbimiz öyle cömert ki rızkımız için, ailemizin geçimi için gösterdiğimiz çabayı da Kendi Yolunda harcanmış sayıyor. Yeter ki helal dairesinde kalabilelim…

Tüm bu uğraşlar -arada bir saptırıcı olmazsa-  büyük bir amaca doğru akıyor. Bu amaç ta Alemleri Yaratan ve Yaşatan Allah’a şükür ve O’nu zikirdir.

Ama şeytana uyulursa, nefsin hevasına, hırs ve haksız beklentilerine uyulursa, bu imtihan dünyasında şiddetli ayrılmalar ve büyük zulümler de yaşanıyor.

Nefs aslında insana hem bir imtihan hem de bir yardımcı. Çünkü iyi terbiye edilebilirse insana gayretli bir arkadaş gibi olacak nefs, Allah’ı unutur ve hadsiz ihtiyaçlarına rağmen kendini müstağni sayarsa ve kibre kapılırsa, bu da o kulun felaketi olur.

Şeytan da nefs-i emmaresine uyarak kibirle ben ateşten yaratıldım, insan topraktan yaratıldı, ben ondan üstünüm demişti. Oysa üstünlüğü ihsan eden Allah’tır ve Allah güzel hasletlere kıymet verir, kibre ve zulme değil.

Terbiye edilmemiş hevasına düşkün ham nefslere, nefs-i emmarelere uyuldukça, aslında o büyük amaca doğru akan uğraşlar artık iyice çatallanmaya, ayrılmaya başlar. Bu bazen aynı insan içinde bile olabilir.

Çünkü Allah imtihan sırrınca insana hem iyilik  hem de kötülük imkânı vermiştir. İnsan doğruyu tercih ettikçe imtihanın hakkını vermeye başlar.

Ve binlerce kez hata yapsa da hep yeniden başlayabilir insan. Bu onun en kolay ama neticesi itibarıyla en zor imtihanıdır.

Şems Suresinde mealen şöyle buyurulur:

1. Andolsun Güneş’e ve parıltısına.
=
7. Nefse ve onu  düzenleyene…
8. Kötülüğünü ve takvasını (korunmasını, iyiliğini) ona ilham edene…

Allah bu azim imtihanda insana takvasını da ilham etmiştir ki en zor zamanlarda buradan bir çıkış yolu bulabilsin.

Hayat imtihanı şüphesiz zordur. Kimisi bu hayatın bir imtihan olduğunu bile bilmez.

Bu büyük imtihanda hatırlatıcılar ve amaca hemen götüren kısa yollar çoktur.

Allah’ın insana ihsan ettiği “eşref-i mahluk” yönlerini ortaya çıkaracak işler de bu kısayollardandır ve bunlar da insani uğraşların en güzelidir.

İnsana önce on sekiz bin alemin ve ötesinin Rabbini ve O’nun gönderdiklerini tanıtmak ve sevdirmek… Ona iman nurunu göstermek. İman Nuru.

Çünkü iman ulaşılacak menzillerin en iyisidir. Çünkü bu hayat Yaratıcısına imanla güzelleşir, imanla anlam kazanır. Yoksa çok çok uzun bir zaman diliminin kısacık bir kesitinde sürülen bu güzel ama kısa hayat, devamı olduğuna inanılmazsa zamanla insana sürurdan çok acı vermeye başlar.

O yüzden, insanın her şeyden önce Rabbini bilmesi ve bu eşsiz hayat imtihanında yaşadığımız dünya misafirhanesinin Gerçek Sahibinin Allah olduğuna ve O’nun kulları için daha nice güzel yerler yarattığına iman etmesi lazımdır ki bu dünyadan ayrılık ona böyle acılar vermesin.

Peygamber Efendimiz aleyhisselam şöyle buyurur:

“Allah’a yemin ederim ki Cenab-ı Hakk’ın senin vasıtanla bir tek kişiyi bile doğru yola eriştirmesi senin kızıl kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.”

O dönem Arabistan’da kızıl develer en kıymetli dünya nimetlerinden sayılırdı ve çöl ortamında altından bile daha değerliydi. Çünkü altın başka bir değere tahvil edilemezse işe yaramaz. Ama bu tür develer o ortamlarda insanın eli ayağı gibidir.

Evet, kendisi vesilesiyle bir kişinin imana gelmesi insana en güzel dünya nimetlerinden bile daha hayırlıdır. Çünkü söz konusu olan bir insanın ebedi hayatıdır.

İnsanın bu dünyada yüz bin devesi, yüzlerce tonluk altını ve hesaplanamayacak  bir serveti te olsa neticede ömrü bitecek. Ve tüm mülkünü burada bırakıp gidecek.

İşte aslen eşref-i mahluk olan insanın imanla ebedi hayatını kazanmasına vesile olmak en kıymetli iştir. O yüzden Peygamber efendimiz Taif’te taşlanırken… Veya Uhud’da yaralanan yüzünden akan kanları silerken

“Allah’ım! Kavmimi yargılama çünkü onlar bilmiyorlar.”  diye dua ediyordu.

Bu sırdan hareketle, Yunus Emre de şöyle der:

Dürüş kazan,  ye, yedir, bir gönül ele getir
Yüz Kabe’den yeğrektir, bir gönül ziyareti.

Bir gönül ele getirebilmek… Bunun için de âli kıymet bir gönle sahip olmak… O yüzden Yunus Emre de “Dürüst kazan, ye, yedir.” diyor. Ve “Bir gönül ele getir.”

Bu güzel örneklerden hareketle, “Uğraşların en güzeli bir gönül ele getirmektir.” diyebiliriz: “İnsanlara Allah azimüşşan’ı ve O’nun gönderdiklerini anlatabilmektir.  Gönülleri Rableriyle tanıştırabilmektir.” Özetle tebliğdir.

İnsan Allah’ı bilince O’nu sever. Zaten büyüklerin de ifade ettikleri üzere, Marifetullah – Allah’ı bilmek ve Muhabbetullah – Allah’ı sevmek bu hayatın da, ilimlerin de nihai gayesidir.

Allah hepimize hayırlı uğraşlar, faydalı ilimler nasip eylesin. Hayatımızı nurlandıracak en güzel uğraşlardan hissemizi ziyade eylesin.