Fatih ÜNLÜ – 09 Ekim 2024
Bir önceki yazımızda, İsrail’in nükleer güç sahibi bir İran’dan ve orada farklı bir liderliğin güç kazanmasından çok çekindiğini ve bunun için de işi ABD’ye vs. havale edebilirse, İran’la çatışmayı büyütmek isteyebileceğini düşündüğümüzü yazmıştık.
İran’da şu anda güç sahibi çevrelerin pragmatik bir tarafı vardır. Ama düşünün, İran’da önceki Cumhurbaşkanlarından Muhammed Ali Recai veya Mahmut Ahmedinejad gibi birileri ya da Husilerin şu anki liderlerine benzer kimseler güç kazansalar, bu İsrail için bir kabus senaryosuna dönüşebilir.
Bu arada, Mete Yarar’ın da belirttiği üzere, İran’ın halihazırda sınırlı sayıda da olsa nükleer bomba ürettiği bizzat İsrail tarafından iddia ediliyormuş ama ABD’nin görüşü nükleer bomba üretmeye çok yakın oldukları yönündeymiş. Hangi istihbaratın daha doğru olduğunu bilmiyoruz ama İran yakın zamanda “Demir Kubbe”yi aşabilme kabiliyetini de gösterdiği için İsrail gerçekten böyle bir istihbarata sahipse, şimdi daha temkinli davranacaktır. Ama hep dediğimiz gibi, ABD ile İran’ı vuruşturabilirse, ayrı. Bu da aslında apayrı bir risk.
Bir önceki yazımızın sonunda “İsrail iki cepheli bir savaşı finanse edebilir mi?” başlıklı bir haberden ve bu ve bu gibi haberlere yapılan okuyucu yorumlarından da bahsetmiştik.
Batı dünyasında kamuoyunun meseleye nasıl baktığına dair önemli ipuçları da veren bu tür yorumlarda, aslında ABD ve Birleşik Krallık’ın İsrail’in bu savaşlarını finanse etmeye devam edip edemeyeceklerinin sorgulanması gerektiğini söyleyenler ile vergi mükelleflerinin ödediği paralarla İsrail’e yapılan düzenli yardımları yoğun bir şekilde eleştirenlerin bulunduğunu belirtmiştik.
Bu noktada, Amerika’da bir süre yaşamış olan arkadaşlarımızın şu gözlemlerini aktarmamızda fayda var. “Taxpayer’s money” – “Vergi mükelleflerinin parası” kavramı ABD’de çok çok önemli. Bu paranın çarçur edilmesi halkın çok tepkisini çekiyor.
Vergi mükelleflerinin parası aslında her ülkede önemlidir ama bu ABD’de daha da önemseniyormuş. Bu durumu, kadim arkadaşım Prof. Dr. Murat Yülek’ten örnekleriyle dinlediğimi hatırlıyorum.
ABD’nin İsrail’e yıllardır yaptığı çekincesiz yardımlar bir süredir ABD vatandaşlarından bir kesimin tepkisini zaten çekiyordu. Şimdi de İsrail’in bu saldırganlığının devam etmesi, onu destekleyen ülkelerde, hususan ABD’de savaşı finanse etmek ve mühimmat tedariki için daha çok kamu parasının harcanması ve bunun için yapılacak yeni borçlanmalar demek.
ABD zaten aşırı derecede borçlu bir ülke. ABD Federal Hükumetinin şu anki borcu 35 trilyon doları aşmış durumda. Bu da kişi başına 105 bin doların üzerinde bir borca tekabül ediyor.
Bu rakamın 1980’de 3.3 trilyon dolar, 2000’de 10 trilyon dolar olduğu düşünülünce, ABD federal kamu borcunun ne kadar hızlı arttığı ve silah lobileriyle ve Siyonist çevrelerle iç içe olan şahin kanadın ABD’yi nasıl hızla batırdığı daha iyi anlaşılır. Dolar rezerv para olmaktan çıkarsa, ABD’nin inanılmaz ekonomik ve sosyal zorluklar yaşayacağı apaçık. Bu yüzden bu konuya bu denli önem veriyorlar.
Peter G. Peterson Vakfının internet sitesinde (pgpf.org) “Milli Borç Saati” adıyla bir numaratör var. ABD’nin borcu faizden dolayı saniyeler içinde bile artıyor.
Ukrayna-Rusya savaşına ilaveten Ortadoğu’da da İsrail’in yeni çatışmalar başlatmasıyla, ABD, İsrail’in bu haksız savaşlarını ve sivil katliamlarını finanse etmek için, ağırlığını Yahudi sermayedarlarının oluşturduğu finans çevrelerinden daha çok borçlanmak durumunda kalacaktır. Bunun bedelini ABD halkı bir şekilde ödüyor ve ödemeye devam edecek. Dolar şu anki rezerv para olduğu bütün dünya halkları da bu sebeple bir bedel ödüyorlar.
Yahudilerin savaşları finanse etmeleri özellikle yakın tarihte çok yaşanmış bir durum. Ama İsrail’in, Siyonist Yahudilerin savaşları için ABD’nin vergi mükelleflerinin parasını harcaması ve yine bu maksatla ağırlıklı olarak Yahudi çevrelerden borçlanması zamanla çok derin dip dalgalara sebep olabilecek bir durum.
Yahudiler açısından aşırıya gitmek güç değil, bir zaaf işaretidir. Aşırı güç kullanımı da güç değildir, zamanla zaafa da dönüşebilir. En doğrusu, makul ve muvazeneli olabilmektir.
Tüm bunlar göz önüne alınınca, Batı’da tümden Siyonist bir zihne sahip olmayan yöneticilerin de İsrail’in Lübnan’da veya başka bir vesileyle durdurulmasından memnun olacaklarını tahmin edilebiliriz.
Şunu biliyoruz: Şu anki Batı dünyası genel anlamıyla İsrail’e külli – genel bir zararın gelmesini elbette istemez ama kendileri açısından İsrail yönetiminin bu saldırganlıklarının taşınamaz noktalara geldiğinin de farkındalar. Yöneticiler içerideki güçlü yapıların etkisiyle ses çıkaramıyorlar ama bu yayılmacılığın bir şekilde kontrol altına alınması onların da işine gelecektir.
Batı, İsrail’in bu yükünü çekmeye sürekli ve ilanihaye devam edemez. Bu çatışmaların kontrolsüz bir savaşa evrilme riski zaten var. Bu çatışma ortamında hangi şartlarda ne olabilir, işler nereye evrilebilir konusunda birçok farklı mecrada çok güzel analizler yapılmış ve yapılıyor; yeni analizlere de ihtiyaç var.
Bu hususlar ayrı bir yazıda ele alınabilir ama asıl zihniyetin düzelmesi veya o zihniyeti düzeltecek bir iradenin ve gücün oluşması gerekiyor. Yoksa -sözgelimi- Netenyahu ve mevcut İsrail yönetimi bir miktar daha ilerleyip daha sonra bir sebeple durmak zorunda kalsalar bile, bir süre sonra yeni Netanyahu’lar çıkıp “vaad edilmiş topraklar” saplantısıyla bir vesileyle yeni çatışma süreçleri başlatacaklardır.
Bunların yaklaşımları mümkün olan bütün hallerde “durmadan ileri” gitmektir. Bu mümkün değilse, “Bir geri, iki ileri” gitmeyi hedeflerler. O an için durmak zorunda kalsalar bile, amaçlarında asla vazgeçmeyecek ve fırsatını bulduklarında yayılma sürecini yeniden başlayacaklardır. Ama nihayetinde bu saldırganlık bir yerde tümden duracaktır, durmak zorunda kalacaktır.
Yahudiler Ne Yapabilir?
Tüm bu süreçte aklı başında Yahudilerin İsrail’de ve genel tavırlarında bir makuliyet çizgisini geçerli kılmaları gerekiyor. Malum, Ben-i İsrail, içerisinden birçok Peygamber çıkmış bir kavimdir; şu anda aralarında akl-ı selim ve vicdan sahibi birçok insanın olduğu da anlaşılıyor. Ama hakim zümre önemli, direksiyonun nereye çevrileceği önemli. Ve geçici kazanımlarla gelen sahte sarhoşluklar değil, oluşacak dip dalgalar önemli.
Allah’ın yaratılışta vaaz ettiği çok önemli bir kanun da muvazenedir. Bunu kaybeden eninde sonunda dengeye gelmek zorunda kalacaktır.
Burada bilinmesi gereken en önemli hususlardan birisi, Netanyahu ve benzeri hayatlarını yanlış inançlar ve kompleksler üzerine kurmuş kimselerin herkes için büyük bir tehlike oluşturduğudur.
Konu çok boyutlu ama biz konuyu köşe yazısı sınırlarında sadece birkaç yönüyle ele alacağımızı belirtmiştik. Bu çerçevede, Thomas Paine’ye atfedilen ama aslında Edward Abbey’in bir kitabında yer alan bir sözü de kıymetli okuyucularımızın dikkatine sunarak yazımızı toparlayalım:
“The duty of a true Patriot is to protect his country from its government.”
“Gerçek bir vatanseverin vazifesi ülkesini kendi hükumetinden korumaktır.”
Bu söz Abbey’in kitabında aslında şu şekilde yer alıyormuş.
“A patriot must always be ready to defend his country against his government.”
“Bir vatansever ülkesini kendi hükümetine karşı savunmaya daima hazır olmalıdır.”
Bu farklı bir çerçevesi olan ve ancak bazı şartlarda geçerli olabilecek bir söz ama şu an İsrail’deki duruma yüzde yüz uyuyor.
Netanyahu ve destekçileri bazı Yahudilerin nefs-i emmaresine hitap ederken aslında zulmettikleri milyonlarca masumun yanı sıra Yahudilere de onulmaz zararlar veriyorlar.
Bu yazımızla, Ortadoğu’daki son durumu belirli yönleriyle ele aldığımız kısa yazı dizimizi bitirmiş olduk. Sonraki yazılarda farklı konularda buluşmak ümidiyle…
Allah’a emanet olun.