adem kılıç

Adem KILIÇ – 07 Ekim 2024

 

 

Orta Doğu, Netanyahu’nun kontrol edilemez hamleleri ile kaosa sürüklenirken, sorulması gereken soru; çocukların ölmeye devam etmesinin, hastanelerin, ibadethanelerin ve teknolojik ekipmanların bubi tuzaklarına dönüştürülerek bir silah olarak kullanılmasının sorumlusunun kim/kimler olduğudur.

İsrail’in Gazze’deki işgali ve soykırım savaşı, bugün itibari ile bir yılını geride bıraktı ve yarısından fazlası kadın ve çocuklardan oluşan 40 binden fazla sivilin ölümünün arkasında sadece İsrail değil ABD’de de var.

Bir yılını geride bırakan ve uluslararası literatüre artık soykırım savaşı olarak Gazze’de, Lübnan’da ve bölgenin başka yerlerinde yaşananlar için sadece Netanyahu’yu suçlamak yetersiz hatta ahmaklık olacaktır.

Irak, Afganistan ve Suriye’deki süreçler düşünüldüğünde, ABD’nin Ortadoğu’daki her yıkımda suç ortağı olarak oynadığı rolü kimse inkar edemez.

Sözde; bir yıldır Gazze’de ateşkesi desteklediğini söyleyen Biden yönetimi, arka planda ise resmi kayıtlara göre İsrail’e 20 milyar dolardan fazla askeri destek sağladı ve BM Güvenlik Konseyi’nin savaşı durdurmak için almak istediği tüm kararları engelledi.

Gelinen noktada ise ABD bu kez; hem Lübnan’a sözde “sınırlı” bir saldırıya hem de Tahran’ın ortasında düzenlenen suikasta karşılık veren İran’a karşı yeni bir “misillemeye” onay verdi.

Lübnan’a olan “sınırlı” saldırı, Ariel Şaron’un 1982’de İsrail’in güney Lübnan’da sadece 65 km’lik bir alanı işgal edeceği iddiasını ve sonunda Beyrut’u kuşatmasını hatırlatıyor.

İran’a olası bir karşılık ise; ABD’nin, “Irak’ta kitlesel imha silahları var” iddiası ile girip, ülkeyi bölünmeye götüren bir kaosa sürüklemesini hatırlatıyor.

İsrail’in askeri hamleleri, görünürde İsrail’in kuzeyine barış getirmeye çalışmak olarak gösteriliyor.  Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da geçtiğimiz hafta açıkça ifade ettiği üzere, aslında bu saldırılar “büyük planın” sadece bir parçası.

Bush yönetimini, asla bulunamayan “kitlesel imha silahları” gibi uydurma bir suçlamayla Saddam Hüseyin’i ortadan kaldırmaya iten ve Donald Trump’ı İran’ın nükleer gelişimini kısıtlayan uluslararası anlaşmadan çıkmaya ikna eden İsrail, şimdi daha fazlasını istiyor.

İsrail, “gölge bir İsrail” kurmak için Suriye’de sözde bir devlet oluşumu ve daha sonra genişlemesine olanak tanıyacak olan Lübnan sınırından Litani nehrine kadar uzanan sözde bir “tampon bölge” ile “büyük planın” yeni bir aşamasını hayata geçirmeye çalışıyor.

Gelinen noktada Lübnan, 1970’lerdeki iç savaştan ve 1982 İsrail işgalinden çok daha ciddi bir varoluşsal bir meydan okumayla karşı karşıya.

Zira Irak ve Suriye örneklerinde, bu iki ülkenin de üçe bölündüğünü tecrübe ettiğimiz bir gerçeklik var. Ve böyle bir senaryoda, Lübnan’ın da sonunda birden fazla parçaya bölüneceğini söylemek kehanet olmayacaktır.

Netanyahu yönetimi bu hedefine ulaşmak için gerekirse İran’la da bir savaş istiyor ve böyle bir durumda ABD yönetiminde kim olursa olsun, Washington’un İsrail’i savunmaktan başka çaresi kalmayacağını biliyor.

Ancak ABD’nin iki büyük sorunu var.

Birincisi ABD’nin; İsrail’in gerek Lübnan’da Litani nehrine kadar uzanacağı “tampon bölge” adımlarında, gerekse de İran’a karşı düzenleyeceğini açıkladığı “misilleme saldırısı” sonrası süreçte, bölgeye ABD askerlerinin postallarını göndermekten başka çaresi kalmayabilir.

İsrail’in güvenliğini hatta izlediği işgal politikası ile bölgede genişleme hedefini, değişmez dış politikası haline getiren bu ABD anlayışı, eninde sonunda sahada da İsrail ile birlikte hareket etmek zorunda kalacak.

İkincisi ise; UCM, BM gibi 2. Dünya savaşı sonrası kurulan, ABD ve Batı’nın hegemonyasında olan tüm uluslararası kurumlar İsrail’i korumak uğruna hükmünü yitiriyor ve ABD, bu kurumların güvenirliği ile birlikte küresel düzeni de yerle bir etmek zorunda kalıyor ve kalacak.

Biden’ın şu anda yapabileceği tek şey var. Diplomatik çözümler aradığını iddia ederken İsrail’in savaşlarına destek vermek.

Gelinen noktada; sözde “vadedilmiş topraklar” hezeyanı ile teolojik sapkınlıkları realiteye çevirmeye çalışan Netanyahu zihniyeti ile onu kayıtsız şartsız destekleyen ABD’nin attığı adımlar bu dakikadan sonra sadece bölgede değil tüm dünyada büyük bir değişimin önünü açacak.

Ve artık sürdürülemez olan ikinci dünya savaşı sonrası şekillenen küresel düzeninin altına son dinamitleri Netanyahu yerleştiriyor.