2 Şubat Cuma günü çok üzücü bir haber aldık. Alev Hanım dünyadan hicret etmiş. Ahde vefa eylemiş, vefat etmiş. Eyüp Camiinde dualarla uğurlandı kendisi. Cenazeye katılan arkadaşlarımdan biri “Sanki tabutun içindeki Alev Hoca değildi” dedi. Aklıma Yunus Emre’nin “Ölen beden imiş, aşıklar ölmez” dizeleri geldi. Dünya hayatını sürdürmeye yarayan canlılığımızın sona erişinin tek bir istisnası vardır, aşk sahiplerinin halen hayatta oluşu. Ölüm ömrün bitişini tensil ederken bedenle yaptığımız yolculuğun bitişini anlatır bize. Ölmeden önce ölebilenler ise aşk sahipleridir. Yaşarken aşkla yaşar, çalışırken aşkla çalışır, bakarken aşkla bakar, dinlerken aşkla dinler, düşünürken aşkla düşünür. Aşktan aldığımız pay kadar hayattayızdır.
Ölüm ve hayat. Öleceğini bilen tek canlının insan olduğu söylenir. Bunu bilme yeteneğimizden daha güçlü olan yanımız ise ölümlü olduğumuzu unutma maharetimiz olsa gerek. Biz istemesek de ölüm bize kendini hatırlatır. Hem de büyük bir güçle. Yeryüzündeki canlılığın sınırlı oluşunu, sıranın aslında daima bizi de beklemekte olduğunu, yeryüzünde hiçbir hazzın ve hüznün kalıcı olmadığını, vaktin de bir ömrü olduğunu hatırlatır. Vaktin de bir ömrü olduğunu selalar hayatta olanlara okunarak seslenir. Mezar taşları bizden önce gelmiş ve gitmiş olanların varlığını bize duyumsatır. Her canlının ölümü tadacağının habercilerini her yerde görebiliriz. Tek görmediğimiz kendi mezar taşlarımızdır.
Varoluşsal psikoterapinin en önemli konularının başında ölüm gelir. Ölümlülük bilinci. Faniliğin bireye hayatı yeniden yorumlama sorumluluğu vermesi de bununla ilişkilidir. Kişi ölümü nasıl yorumlarsa hayatını da o şekilde yorumlar ve yaşamaya gayret eder. Ölümü ve dahi ölümün ışığında hayatı yeniden yorumlamak için sorulan sorulardan biri de “Mezar taşınızda ne yazmasını isterdiniz?”. Ortalama bir ömre neler sığdırmak isteriz? Şimdiye kadar bunlardan hangilerini yapabildik? Bu ömre bedel olarak neler alıp verdik? Hayattaki değerlerimizi belirlemek ve ona göre yaşamak halen zamanımız var yeryüzünde nefes alanlar olarak. Geç olmadan arkamızda neler bırakmak istediğimize göre hedefler belirleyebiliriz. Belki de bu sayede ölümle birlikte yaşamlarımız daha da anlamlı hale gelebilir. Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ bırakabilmek umuduyla.
2 Şubat Cuma günü çok üzücü bir haber aldık. Alev Hanım dünyadan hicret etmiş. Ahde vefa eylemiş, vefat etmiş. Eyüp Camiinde dualarla uğurlandı kendisi. Cenazeye katılan arkadaşlarımdan biri “Sanki tabutun içindeki Alev Hoca değildi” dedi. Aklıma Yunus Emre’nin “Ölen beden imiş, aşıklar ölmez” dizeleri geldi. Dünya hayatını sürdürmeye yarayan canlılığımızın sona erişinin tek bir istisnası vardır, aşk sahiplerinin halen hayatta oluşu. Ölüm ömrün bitişini tensil ederken bedenle yaptığımız yolculuğun bitişini anlatır bize. Ölmeden önce ölebilenler ise aşk sahipleridir. Yaşarken aşkla yaşar, çalışırken aşkla çalışır, bakarken aşkla bakar, dinlerken aşkla dinler, düşünürken aşkla düşünür. Aşktan aldığımız pay kadar hayattayızdır.
Ölüm ve hayat. Öleceğini bilen tek canlının insan olduğu söylenir. Bunu bilme yeteneğimizden daha güçlü olan yanımız ise ölümlü olduğumuzu unutma maharetimiz olsa gerek. Biz istemesek de ölüm bize kendini hatırlatır. Hem de büyük bir güçle. Yeryüzündeki canlılığın sınırlı oluşunu, sıranın aslında daima bizi de beklemekte olduğunu, yeryüzünde hiçbir hazzın ve hüznün kalıcı olmadığını, vaktin de bir ömrü olduğunu hatırlatır. Vaktin de bir ömrü olduğunu selalar hayatta olanlara okunarak seslenir. Mezar taşları bizden önce gelmiş ve gitmiş olanların varlığını bize duyumsatır. Her canlının ölümü tadacağının habercilerini her yerde görebiliriz. Tek görmediğimiz kendi mezar taşlarımızdır.
Varoluşsal psikoterapinin en önemli konularının başında ölüm gelir. Ölümlülük bilinci. Faniliğin bireye hayatı yeniden yorumlama sorumluluğu vermesi de bununla ilişkilidir. Kişi ölümü nasıl yorumlarsa hayatını da o şekilde yorumlar ve yaşamaya gayret eder. Ölümü ve dahi ölümün ışığında hayatı yeniden yorumlamak için sorulan sorulardan biri de “Mezar taşınızda ne yazmasını isterdiniz?”. Ortalama bir ömre neler sığdırmak isteriz? Şimdiye kadar bunlardan hangilerini yapabildik? Bu ömre bedel olarak neler alıp verdik? Hayattaki değerlerimizi belirlemek ve ona göre yaşamak halen zamanımız var yeryüzünde nefes alanlar olarak. Geç olmadan arkamızda neler bırakmak istediğimize göre hedefler belirleyebiliriz. Belki de bu sayede ölümle birlikte yaşamlarımız daha da anlamlı hale gelebilir. Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ bırakabilmek umuduyla.
2 Şubat Cuma günü çok üzücü bir haber aldık. Alev Hanım dünyadan hicret etmiş. Ahde vefa eylemiş, vefat etmiş. Eyüp Camiinde dualarla uğurlandı kendisi. Cenazeye katılan arkadaşlarımdan biri “Sanki tabutun içindeki Alev Hoca değildi” dedi. Aklıma Yunus Emre’nin “Ölen beden imiş, aşıklar ölmez” dizeleri geldi. Dünya hayatını sürdürmeye yarayan canlılığımızın sona erişinin tek bir istisnası vardır, aşk sahiplerinin halen hayatta oluşu. Ölüm ömrün bitişini tensil ederken bedenle yaptığımız yolculuğun bitişini anlatır bize. Ölmeden önce ölebilenler ise aşk sahipleridir. Yaşarken aşkla yaşar, çalışırken aşkla çalışır, bakarken aşkla bakar, dinlerken aşkla dinler, düşünürken aşkla düşünür. Aşktan aldığımız pay kadar hayattayızdır.
Ölüm ve hayat. Öleceğini bilen tek canlının insan olduğu söylenir. Bunu bilme yeteneğimizden daha güçlü olan yanımız ise ölümlü olduğumuzu unutma maharetimiz olsa gerek. Biz istemesek de ölüm bize kendini hatırlatır. Hem de büyük bir güçle. Yeryüzündeki canlılığın sınırlı oluşunu, sıranın aslında daima bizi de beklemekte olduğunu, yeryüzünde hiçbir hazzın ve hüznün kalıcı olmadığını, vaktin de bir ömrü olduğunu hatırlatır. Vaktin de bir ömrü olduğunu selalar hayatta olanlara okunarak seslenir. Mezar taşları bizden önce gelmiş ve gitmiş olanların varlığını bize duyumsatır. Her canlının ölümü tadacağının habercilerini her yerde görebiliriz. Tek görmediğimiz kendi mezar taşlarımızdır.
Varoluşsal psikoterapinin en önemli konularının başında ölüm gelir. Ölümlülük bilinci. Faniliğin bireye hayatı yeniden yorumlama sorumluluğu vermesi de bununla ilişkilidir. Kişi ölümü nasıl yorumlarsa hayatını da o şekilde yorumlar ve yaşamaya gayret eder. Ölümü ve dahi ölümün ışığında hayatı yeniden yorumlamak için sorulan sorulardan biri de “Mezar taşınızda ne yazmasını isterdiniz?”. Ortalama bir ömre neler sığdırmak isteriz? Şimdiye kadar bunlardan hangilerini yapabildik? Bu ömre bedel olarak neler alıp verdik? Hayattaki değerlerimizi belirlemek ve ona göre yaşamak halen zamanımız var yeryüzünde nefes alanlar olarak. Geç olmadan arkamızda neler bırakmak istediğimize göre hedefler belirleyebiliriz. Belki de bu sayede ölümle birlikte yaşamlarımız daha da anlamlı hale gelebilir. Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ bırakabilmek umuduyla.