Yaşamak Suçu ve Yaşamak Sorumluluğu Arasında

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?

İsmet Özel

 

25 Ocak Perşembe akşamı Altunizade Kültür Merkezinde psikolojik sağlamlık hakkında konuşmak için toplandık. Öncelikle zaman ayırıp gelen herkese ve bize bu imkânı sağlayan yetkililere çok teşekkür ederim. Çok başka geçti akşam. O soğuk kış akşamı yüreklerimizi ısıttık beraber. Ne bekliyoruz bu akşamki sohbetten diye başladık söze. Bir hanımefendi sözü aldı ve hepimizin halet-i ruhiyesine tercüman oldu. Gazze yanıyor, ölüyor ve biz çaresizlik içinde olanları izlemenin acısını yaşıyoruz. Böyle bir dehşet yaşanırken yaşıyor olmaktan da sıcak evlerimizde olmaktan da evlatlarımıza şükür dolu yüreklerle bakmaktan da utanır olduk. Böylesine korkunç gerçekler gözlerimizin önünden geçerken izlemenin yarattığı çaresizliği yaşamanın üçüncül travma olarak değerlendirilen etkileri yaşanır. Anormal şeyler yaşanırken verilen normal tepkilerdir aslında bu hisler.

 

İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulüm ve işgal yeni değil ve vicdanı olan herkes gibi bu işgalin bitmesi için dualar ediyor, protestolara katılıyor, boykotlara iştirak ediyoruz. Her dakika bebeklerin öldürüldüğü, insanların açlıktan ölüme terk edildiği, insanların uykularında bombalandığı, tüfeklerle avlandığı ve topraklarından sürüldüğü bu suça vicdanımızın tüm sesiyle “Hayır!” demenin yollarını arıyoruz. Her geçen gün gazetecilerin, doktorların ve hemşirelerin öldürüldüğü bir dünyada yaşamanın büyük utancını ve öfkesini hissediyoruz.  Yaşananlara şahit olduğumuz için bu hislerle beraberiz. Zaman zaman suçun kanıtlarına bakmak bu nedenle zorlaşıyor lakin gönlümüzü ve gözümüzü Gazze’den ayıramıyoruz. Zorlandığımız zamanlar ve taşıması da ağır olan bu duygulardan biri yaşama suçluluğu. Şairin dediği gibi sanki üzerimizde bir suç var yaşamaya devam etmekten yana. Lakin tam da bu duygular bence bize insan olduğumuzu ve insan kalmaya çalıştığımızı gösteriyor. Böylesine zor duyguları yaşamayan iki tür insan vardır. Sosyopatlar ve ölüler. Bu suçluluk bize sosyopat ya da ölü olmadığımızı söylüyor. İnsanız ve insan kalmak istiyoruz. Aynı şairin dediği gibi bu suçluluğu sorumluluğa dönüştürebiliriz. Kırılacak odun, taşınacak su ve tütmesi gereken ocaklar var. Belki de tam da yaşama anlam katacak istikametlerimiz bunlar. Alfred Adler
Yaşamın Anlam ve Amacı eserinde “Yaşam demek, insanlara ilgi göstermek, bütünün bir parçası olmak, elden geldiğince insanlığın esenliğine katkıda bulunmaktır” diyor. Biz de anlam katmaya devam etmeliyiz yaşama. Unutmayalım ki bir sıfırdan büyüktür. Hislerimizi, düşüncelerimizi, çabalarımızı küçümsemeyelim. Ayrıca insanlığın esenliğine katkıda bulunmaya çalışırken acılar arasında da bir ayrım yapmayalım. Bu sayede bütünün bir parçası olabiliriz. Acılar ve zorluklar arasında bir seçim yapmayı bıraktığımızda katkılar arasında da bir ayrım yapmayız. Neden ayrım yapalım ki, hepsi insana dair, hepsi bize ait.

İlginizi çekebilir!  İsrail-İran Geriliminin Sonuçları ve Gelecek Öngörüleri

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?

İsmet Özel

 

25 Ocak Perşembe akşamı Altunizade Kültür Merkezinde psikolojik sağlamlık hakkında konuşmak için toplandık. Öncelikle zaman ayırıp gelen herkese ve bize bu imkânı sağlayan yetkililere çok teşekkür ederim. Çok başka geçti akşam. O soğuk kış akşamı yüreklerimizi ısıttık beraber. Ne bekliyoruz bu akşamki sohbetten diye başladık söze. Bir hanımefendi sözü aldı ve hepimizin halet-i ruhiyesine tercüman oldu. Gazze yanıyor, ölüyor ve biz çaresizlik içinde olanları izlemenin acısını yaşıyoruz. Böyle bir dehşet yaşanırken yaşıyor olmaktan da sıcak evlerimizde olmaktan da evlatlarımıza şükür dolu yüreklerle bakmaktan da utanır olduk. Böylesine korkunç gerçekler gözlerimizin önünden geçerken izlemenin yarattığı çaresizliği yaşamanın üçüncül travma olarak değerlendirilen etkileri yaşanır. Anormal şeyler yaşanırken verilen normal tepkilerdir aslında bu hisler.

 

İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulüm ve işgal yeni değil ve vicdanı olan herkes gibi bu işgalin bitmesi için dualar ediyor, protestolara katılıyor, boykotlara iştirak ediyoruz. Her dakika bebeklerin öldürüldüğü, insanların açlıktan ölüme terk edildiği, insanların uykularında bombalandığı, tüfeklerle avlandığı ve topraklarından sürüldüğü bu suça vicdanımızın tüm sesiyle “Hayır!” demenin yollarını arıyoruz. Her geçen gün gazetecilerin, doktorların ve hemşirelerin öldürüldüğü bir dünyada yaşamanın büyük utancını ve öfkesini hissediyoruz.  Yaşananlara şahit olduğumuz için bu hislerle beraberiz. Zaman zaman suçun kanıtlarına bakmak bu nedenle zorlaşıyor lakin gönlümüzü ve gözümüzü Gazze’den ayıramıyoruz. Zorlandığımız zamanlar ve taşıması da ağır olan bu duygulardan biri yaşama suçluluğu. Şairin dediği gibi sanki üzerimizde bir suç var yaşamaya devam etmekten yana. Lakin tam da bu duygular bence bize insan olduğumuzu ve insan kalmaya çalıştığımızı gösteriyor. Böylesine zor duyguları yaşamayan iki tür insan vardır. Sosyopatlar ve ölüler. Bu suçluluk bize sosyopat ya da ölü olmadığımızı söylüyor. İnsanız ve insan kalmak istiyoruz. Aynı şairin dediği gibi bu suçluluğu sorumluluğa dönüştürebiliriz. Kırılacak odun, taşınacak su ve tütmesi gereken ocaklar var. Belki de tam da yaşama anlam katacak istikametlerimiz bunlar. Alfred Adler
Yaşamın Anlam ve Amacı eserinde “Yaşam demek, insanlara ilgi göstermek, bütünün bir parçası olmak, elden geldiğince insanlığın esenliğine katkıda bulunmaktır” diyor. Biz de anlam katmaya devam etmeliyiz yaşama. Unutmayalım ki bir sıfırdan büyüktür. Hislerimizi, düşüncelerimizi, çabalarımızı küçümsemeyelim. Ayrıca insanlığın esenliğine katkıda bulunmaya çalışırken acılar arasında da bir ayrım yapmayalım. Bu sayede bütünün bir parçası olabiliriz. Acılar ve zorluklar arasında bir seçim yapmayı bıraktığımızda katkılar arasında da bir ayrım yapmayız. Neden ayrım yapalım ki, hepsi insana dair, hepsi bize ait.

İlginizi çekebilir!  Konjonktürel İttifaklar Çağı

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.