mehmet hakan kekeç

Mehmet Hakan KEKEÇ – 06 Eylül 2024

 

İstanbul’da bulunduğum zamanlarda gitmeyi en sevdiğim yerlerden biri, Merkezefendi Külliyesi ile Yenikapı Mevlevihanesi’nin de olduğu; yakın zamanda pek bir maharetle çevre düzenlemesi yapılmış o tertemiz ve sessiz alandır [Bu alan, Mevlanakapı’nın karşısına düşer]. Eski Kozlu Kabristanı’ndan başlayıp Panorama Müzesi’ne kadar uzanan; upuzun servilerle yeşillenmiş bu ferah mahalle, artık kurtarılması imkânsız/ruhunu teslim etmek üzere olan megakent İstanbul’un karmaşa ve gürültüsünden tecrîd edilmiş gibi sade ve sükûnet sahibidir. Ne yazık ki sadece -her hafta bir tanesi açılan ve ne hikmetse de her biri muhakkak Osmanlı’dan kalma olan- köftecileriyle bilinen bu alanda bir nefes almak dahi insanı fevkalade surette tazeler. Teskin eder… Eh, madem bu kadar methettik, bu mahalleye geldiğimde ne yaparım, kısaca bahsedeyim, sonra esas konumuza giriş yaparız:

 

Tamburî Cemil Bey, İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Kenan Rıfaî, İsmail Saib Sencer, Niyazî-i Mısrî biraderi Şeyh Ahmed Efendi, Samiha Ayverdi, Hattat Halim Özyazıcı, Mükrimin Halil Yinanç (…) gibi alim, arif ve sanatkârların medfun olduğu Merkezefendi Kabristanı’nda; ardından da Tahirü’l Mevlevî ve Abdülbaki Baykara Dede gibi mevlevî büyüklerinin dinlendiği Mevlevîhane hamuşanında dualarla teferrüç eyledikten sonra, çeşitleriyle beni epey memnun eden Zeytinburnu Kitapçısı’na muhakkak bir uğrarım. Zeytinburnu Belediyesi, zamanın da zamanında; Defter-i Dervişan, Tekke Kapısı, Zamanı Aşan Taşlar ve Seyyid Nizam gibi çok mühim eserler yayımlamıştı. Bu muazzam kültür hizmetlerinin -ekonomik koşullar nedeniyle- devam edememesine ahlanıp vahlanmamak mümkün değildir. Nihayetinde ben de kitapçıdan ahlanıp vahlanarak çıkar ve o an yanımda artık hangisi varsa kitabımı elime alır ve bir köşede dinginlik içerisinde okumaya başlarım.

***

 

Artık, şu sıralarda bir üniversiteye ait olan Yenikapı Mevlevîhanesi ile karşı karşıyayızdır… Evet, Osmanlı İmparatorluğu’nun bediîyat tarlası bu mevlevîhane bugün bir üniversitenin uhdesinde. Bu bana pek bir hoş gelir… Evet, hoş gelir ama aslında tarihî yapıların amaçlarının dışında kullanılmasına çok fena bozulurum. Sözgelimi büfe edilmiş bir sebil görmek benim o günü cinlerle geçirmeme yeter. Market olmuş bir hamam, avm yapılmış bir medrese, birmilyoncu tekkesi vs… Herhalde bu dahiyane işlevsellik hamleleri yalnızca bizim milletimize hastır. Başka memleketlerde zor görürsünüz. Mesela Avrupa’da kasap olmuş bir şapel görmeyi çok isterim. Ama onlar bu işlerden anlamaz! En iyi biz biliriz.

 

Velhasıl… Yenikapı Mevlevîhanesi’nin bir üniversiteye ait olması sahiden de hoşuma gidiyor. Zira bu, esasında bir eğitim kurumu olan mevlevîhanelerin ruhuna çok uygun düşen bir iştir. Ki bu iş, Yenikapı Mevlevîhanesi özelinde daha da bir mânâ kazanır. Çünkü Yenikapı Mevlevîhanesi’nin yakın tarihi -yetim- çocuklara ve gençlere hizmetle geçmiştir. Bilhassa 1961 yangınına kadar. Şimdi tam da bu noktada dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahreddin Kerim Gökay’ı hürmetle anmak gerekir. Fakat o dönemde bu mübarek Yenikapı Mevlevîhanesi’nin ‘hakiki’ sahibi ve hizmetlisi, mevlevîlerin ‘Polis Burhan’ dedikleri Divane Burhan Öcal’dı.

Polis Burhan hakkında tek müstakil çalışma

‘Polis’ Burhan Öcal’ı, Hz. Pîr’in 22. kuşak torunlarından Esin Çelebi Bayru hanımefendi ‘Evet Aşk Güzel Şeydir’ kitabında şöyle anlatıyor:

 

Bu arada hayatımızda çok önemli birisi vardı. Hepimizin, bütün câmianın ‘Polis Abi’ diye hitap ettiği Burhan Öcal. Biz ‘Polis Efendi’ diyorduk.

 

Babası polismiş, onun için ona ‘Polis’ lakabını takmışlardı. Polis Efendi, bir yetimhânede büyümüş, menenjit de geçirmiş. Yenikapı Mevlevîhânesi, mevlevîhâneler kapatıldıktan sonra bir zaman ilkokul olmuş, daha sonra bos kalmış. Fahreddin Kerim Gökay zamanında yetimhâne olarak, sokaktaki çocukları da barındıran bir yer olmuş. Hem okulu açmışlar hem de çocukların gece kalabilecekleri bir yer olmuş. Daha sonra, daha iyi şartlarda bir okul yapılmış ve çocuklar yalnız yatmadan yatmaya oraya gelmişler. Polis Efendi’nin de sıhhiyeci mi, hademelik mi? Böyle bir görevi vardı, emekli olduğu halde, bizim Konyalı Mehmet Dede (Mehmet Arısoy) gibi, O da Yenikapı Mevlevîhânesi’nden ayrılmak istemedi. Onu da özel bir statüde orada istihdam ettiler. Farklı bir insandı, farklı bir yapısı vardı. Yenikapı ona çok şey borçlu, çünkü canı pahasına orada bekçilik yaptı. Hâl ehli bir insandı, Allah mekânını cennet eylesin.

 

Polis Efendi hem evimize gelirdi hem de her Şeb-i Arus zamanı mutlaka İstanbul’dan Konya’ya. Ona bir görev bulurlardı, babam (Celaleddin Bakır Çelebi) genellikle yardımcı olurdu. Mutlaka gelirdi ve semâzenlerin başında, sanki hepsini o idare ediyormuş gibi, ‘Hadi otobüse binelim, hadi yemek saati… Hadi şu… Hadi bu…’ derdi. Herkes de onu çok sever, ne derse yapmaya çalışırlardı. Böyle bir Burhan’ı da çocukluk anılarımın içinde rahmetle anmak lâzım doğrusu…

İlginizi çekebilir!  ‘Savaşın kurdu’  ve ateş çemberi

 

İstidrad: Esin Çelebi hanımefendinin Konyalı Mehmet Dede dediği esasında Ankaralı olan Mehmet Arısoy Dede’dir. Hakkında bir yazı yazmıştım. World of Türkiye sayfasının arşivinden bulunabilir. Dönemin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in rüyasına gönderebilecek kadar Hz. Pîr gönlünde ayrıcalıklı bir yeri olan Mehmed Dede, ‘Polis’ Burhan gibi Mevlevîlik okyanusunun son divanelerindendi.

Yenikapı Mevlevihanesi’nin 2005 restorasyonu sırasında Hasan Mert Kaya ile Polis Burhan bir arada

***

 

‘Polis’ Burhan Öcal hakkında müstakil bir eser de vardır. Eser, H. Necdet İşli üstada aittir. Zaman zaman Üsküdar Doğancılar’daki hanesinde ziyaret etmekten pek haz duyduğum Necdet üstad, ‘Bir Polis Burhan Vardı’ risalesinde şunları söylüyor:

 

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin son mazannesi, delisi veya velisini 30 Ocak 2009’da kaybettik. Burhan Öcal Bey, ‘Polis’ lakabı ile tanınan bir İstanbullu Mevlevî idi. 1930 yılında doğmuş ve hayatının tümü fakr u zaruret içinde geçmişti. Hiç evlenmemiştir. Hiçbir zaman hâlinden şikâyet etmemiş, kimseyi kırmamış, gücendirmemiş, kendisine yapılan haksızlık ve kırıcı davranışları da örterek, affederek karşılamıştı. Yenikapı Mevlevîhânesi ve Hâmuşânı onun kalbinin attığı, gönlünün ferahladığı, hayatının ve varlığının sebeb-i hikmeti gibi gördüğü yerdi ve kendi evi idi. Vakıflar İdaresi’nde bizzat incelediğim tamamı Burhan Öcal dilekçeleri ile dolu üç klasör evrakın konusu sadece Yenikapı Mevlevîhânesi ve onun geleceği idi. Bu klasörleri Burhan Bey oluşturmuştu, içinde 30 yıl çalıştığımdan yakinen biliyorum; Burhan Öcal, Vakıflar idaresi için âdeta bir kâbus idi.

Yenikapı Mevlevîhânesi 19.yy

Yenikapı Mevlevîhanesi 1961’de ne yazıktır büyük bir yangın geçirdi. 9 Eylül 1961’de çıkan bu yangın sonucunda yalnızca dedegân hücreleri ve matbah (mutfak) ayakta kaldı. Merhum Nezih Uzel, o fena gün için ‘Polis’ Burhan’ı başrole alarak şunları kaydediyor:

 

Tekke’nin bugün yaşı seksenlere varmış, Burhan isimli bir emektarı vardı. Burada kârgir Tekke binasının bir odasında yatar kalkar, hizmet ederdi. Ömrünü bu binaya adamıştı, kimsesi yoktu, Yenikapı Mevlevîhânesi onun vatanıydı. Ruhu burada, bu binanın yosunlu duvarları, uzun loş koridorları, yıkık tavanı, ot bürümüş, dağınık bahçeleri, devrilmiş mezar taşları, selvileri, taşı toprağı arasına sıkışmıştı. Her zaman hızlı ve heyecanlı konuştuğundan ona ‘polis’ lakabını takmışlardı. O sırada Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’na verilmiş ve bir çocuk yuvası olan eski Yenikapı Mevlevîhânesi ile ilgili her konuyu bilirdi, en ufak bir detayı büyütüp şişirerek dik sesiyle dakikalarca anlatır, en ilgisiz kişileri dahi Mevlevîhâne’ye ve onun kültürüne hayran bırakırdı. Cahildi, okumuş yazmışlığı yoktu ama Mevlevîhâne sanki onun adına ayakta duruyordu.

 

Burhan, yangın gecesi ortalıklarda yoktu. –Kilyos’a gitti… dediler. Artık bir tarih enkazı olan yıkık Mevlevîhâne’nin boş arsasına yaklaşırken içimden diyordum ki: ‘şimdi bu adam gelip bu hâli görünce herhalde intihar eder?’

 

Yangın yerine oldukça yaklaşmıştık. Henüz dumanları tüten enkaza vardığımda bir de ne göreyim, Burhan iş elbiselerini giymiş, eline bir kürek almış, moloz kaldırıyor… Yarısı yanmış, yarısı yanmamış sandukaların arasında Dede’lerin mezarlarını arıyor, yanına yaklaşıp yüzüne hayretle baktım, beni görünce gülümsedi… Gözlerinde üzüntü işareti aradım, bulamadım… Bakışlarında en ufak bir sıkıntıya rastlamadım, şaşkına dönmüştüm:

– Burhan dedim, gördün mü bak ne oldu?

– Olsun dedi… Ne var, hizmete devam.

 

Konuşmadı benimle… küreği sallamayı sürdürdü, bu ne biçim adamdı yarabbi… Demek ki bu olağanüstü varlık, yıllarca o Tekkenin maddesi değil, manası ile yoğrulmuş, işe devam ediyor. Hizmeti aksatmıyor. Eskiden Tekkeye bakarken, şimdi Tekke’nin küllerine bakıyor… Kazma kürek yangın yeri temizliyor.

Polis Burhan Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 1961 yangını sonrası enkazında çalışıyor

***

İlginizi çekebilir!  14 Şubat Dedikleri Birkaç Gül ve Birkaç Çikolata, Bana Seni Gerek Seni

 

7 Mayıs 1997’de çıkan yangın sonucunda tamamen kullanılmaz hale gelen Yenikapı Mevlevîhânesi, nihayetinde 2000’li yılların başında alınan bir kararla restorasyon sürecine girdi. Bu sırada ‘Polis’ Burhan hayattaydı. Restorasyonda ve ardından yayımlanan Meşk-i İstanbul: Yenikapı Mevlevihanesi Restorasyonu (2005 – 2010) adlı kitapta büyük emeği olan Hasan Mert Kaya, ‘Polis’ Burhan ile tanışmasını bir hikaye gibi çok güzel anlatıyor:

 

Yıl 2005, Yenikapı Mevlevihanesi’nin yangın sonrası harabe hali. Restorasyon öncesi durum tespit çekimi yapmaya gittiğimde tanıştım Burhan Amca ile. Polis Burhan diye biliniyordu. Görünce selam verip kapıyı açmasını rica ettim. Bir türlü açmadı kapıyı bana önce: ‘Otel yapamazsınız burayı efendi, hadi yallah yallah!’ deyip durdu. Uzun uzun dil döktüm, sonunda aldı içeri. İçeri girince elindeki bastonla sırtıma var gücüyle vurdu. ‘Otelci seniii!’ diye bağırdı. Canım yanmıştı. Elimi yumruk yaptım, vuracaktım. Döndüm baktım adamcağız titriyor, ayakta zor duruyor. Geçti hemen öfkem, güldüm. Sarıldım, alnını öptüm. ‘Amca billahi tallahi otelci değilim. Sana doğruyu söylüyorum. Burası yenilenecek, tamir edilecek, tekrar canlanacak’ dedim. O da rahatladı. Sonra birlikte gezdik içeriyi. 37 dakika.

 

Sevdi beni. Mevlevihane’nin her bölümünü detaylı anlattı. Ben de kamerayla kaydettim. Önce hık mık dedi ama sonra razı oldu o da kaydedilmesine. Kimi kimsesi yoktu Burhan amcanın. Sağlık sorunları vardı. Uğraştım bir ev tutuldu kendisine. Tüm sağlık sorunlarıyla ilgilenildi. Seni sevdim Tillolu, hep gel beni görmeye dedi. Mevlevihane ile ilgili, burada paylaşamayacağım, sır niteliğinde birçok şey anlattı bana. Yenikapı Mevlevihanesi restorasyonu başladı, ben de hamuşan bölümünün ve içerideki kabirlerin mezar taşlarını okudum. Ardından yapının tüm geçmişini ve restorasyon sürecini anlatan bir kitap hazırladım ve bu mezar taşlarının bilgilerine de o kitapta yer verdim. Kitabın yayın yönetmeniydim. Editörü de çok sevdiğim aziz hocam Prof. Baha Tanman’dı. Maalesef restorasyonun sonunu göremedi Burhan Amca.

 

Restorasyon boyunca güzel zamanlarımız oldu. Gelir, denetlerdi. Yapının küllerinden yeniden doğuşu hoşuna gidiyordu. Orası çocuğu gibiydi onun. Sonunu göremeden rahmetli oldu, Allah rahmet eylesin. Elimdeki 37 dakikalık ham görüntü belki de onun geride kalan tek kaydı. Bir ara vakit bulursam, belki bu 37 dakikalık kayıttan 7-8 dakikalık bir montaj yapıp yayınlarım. Bir keresinde bana, ‘Geceleri yalnızken burada çok sırtımı sıvazlayıp teselli edenler oldu beni’ demişti Burhan Amca. İşte bir İstanbul hafızası ve hikayesi… Nur içinde yatsın.

 

Biz de Amin! diyelim Hasan Mert hocanın bu duasına… ‘Polis’ Burhan Amca, geceleri Yenikapı Mevlevîhânesi’nde yalnızken acaba kimler gelip sırtını sıvazlayarak teselli ediyordu? Allahualem…

 

***

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.