Mehmet Hakan Kekeç

Milliyetçilik, köken icabıyla “milla”, yani “söz” kelimesinin ağırlığını taşır… Buradaki söz’den kasıt, kimin kelamını taşıdığın/kimin sözüyle konuştuğun; yani aslında kime Söz verdiğindir. Türk kavmi, “Fetih 18″de bahsedilen, beyat verip Allah’ın razı oldukları gibi, Resûlullah’a beyat ile millet olur… En iyisi hadiseyi baştan almak:

Hudeybiye denilen yerde, Semüre ismindeki bir ağaç altında, 627 -yani Hicret’in 6. senesinde- Zilkade ayında Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ashab-ı kiram arasında bir anlaşma yapıldı. Buna Rıdvan beyatı denir. Teferruatı şöyledir.

Hicretin 6. yılında Peygamber efendimiz, Ashabı ile birlikte hac etmek için Medine’den yola çıktılar. Silahları kısıtlıydı. Yanlarında kurban için aldıkları yetmiş deve vardı. Resulullah’ın yola çıktığı haberi Mekke’ye ulaşınca, iman etmeyen Mekkeli müşrikler, Peygamber efendimizi ve ashabını Mekke’ye sokmamak için birleştiler. Zannediyorlardı ki Medine ahalisi savaşa geliyorlar.

Haberler duyulunca Hazreti Osman elçi olarak Mekke’ye gönderildi. Fakat Mekkeliler yine de inanmadı ve Hazreti Osman’ı rehin aldılar. Hudeybiye’de bekleyen Resûlullah ve Ashab-ı Kiram, Hz Osman’ın şehid olduğunu düşündüler. Yaşanan karmaşa üzerine Resûlullah mübarek sırtını Semüre ismindeki ağaca verip, Ashab-ı kiram ile ölünceye kadar sabır ve sebatla, asla firar etmemek şartıyla bağlılık anlaşması yaptılar.

Ashab-ı kiram, Resulullah efendimize; “Allahü teala sana zafer ihsan edinceye kadar önünde çarpışa çarpışa fethi gerçekleştirmek ve bu uğurda şehid olmak için biat ettik.” dediler. Fetih Suresi’nin 18. ayetinde bu hadise şu şekilde övülür: “Ağaç altında, sana söz veren mü’minlerden Allahü teala elbette razıdır.”

İşte milliyetçilikteki “milla”, yani “söz”, bu sözdür. Resûlullah’a beyat edip Allah rızası için yaşama sözü. Ve yine Allah rızası için ölümü göze alma sözü… Canları ve mallarıyla mücahede halinde olma sözü. Verilen bu ilahî Söz’ün (yeminin) geçerli olduğu yerde, i’lâ-yi kelimetullah (Allah’ın kelamı) remzi ezan-ı muhammedî duyulur.

İlginizi çekebilir!  Küresel intifada

Milliyetçiliğin kavmiyetçilik ile karışması, Türklüğü İslam Medeniyeti’nin hamisi ve temsilciliğinden tenzil-i rütbe ile alıkoyan bir modern sapmadır. Türklüğü, iptidaî pagan sınırında gezinen, kültüre tapıcı bir yerelliğe indirgeyen sapma, folklorik düzlemde kalan iddiaları nedeniyle beynelmilel hiçbir söz edemez.

Türklük-Türkçülük; kavimleri, boyları, beyleri, küçük küçük kültürel yapıları İslam ahdiyle bir arayan getiren -yazısız- bir sözleşmedir. İlber Ortaylı, bir kitabında Türkçülüğün ne olduğunu çok güzel açıklıyordu: Bir Boşnak’ın (Abdullah Bosnevî) Arapça bir eseri (Fuṣûṣü’l-ḥikem) Türkçe şerh etmesidir: Tecelliyâtü ʿarâʾisi’n-nuṣûṣ fî manaṣṣâti ḥikemi’l-Fuṣûṣ.

Bugün -bilhassa gençleri tesiri altına alma çabasında olan- Türkçülük, ahdini/sözünü/sözleşmesini yitirmiş, beynelmilel hiçbir hadisede söyleyecek sözü olmayan, kökü modern, neo-pagan bir histeri ve nihilizmdir.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.