faruk taşcı

Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 12 Haziran 2024

 

Bir ülkenin varlığı ve devamlılığı için gerekli olan unsurlardan biri de vatandaşın yani nüfusunun varlığı. Hatta nüfusun büyüklüğü veya küçüklüğü üzerinden o ülkenin gücü hakkında farklı görüşler de ortaya koymam mümkün. Bazıları fazla nüfusu güç vesilesi görüyor bazıları da yük addedebiliyor.

Nüfus Azaltmak ve Artışını Durdurmak Kolay

Şu veya bu gerekçe ile nüfusun fazla olduğu, bu nedenle azaltılması gerektiği veya artışını düşürmek gerektiği yönünde görüşlerin fiiliyata geçmesi kolay.

Bir çatışma/savaş ortamının varlığı otomatik nüfus azaltıcı (kırıcı) oluyor zaten; birinci ve ikinci dünya savaşları ile dünya nüfusunun ve bazı ülkelerin nüfusunun nerelere düştüğü ortada. Afrika’daki bazı ülkelerde yaşanan iç savaşlar sonucu hangi ülkenin nüfusunun hangi sayılara gerilediği açık. Türkiye’nin komşu ülkelerindeki iç kargaşaların nüfus açısından neticelerini anlatmaya zaten gerek yok. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın belli ülkelerinde yaşanan terör olaylarının nüfusa olumsuz etkisi bariz; çokça ölüm veya (iç/dış) göç yoluyla bölgesel veya ülke bazlı nüfus azalması.

Benzer bir etki ile hastalıklar/salgınlar yoluyla nüfusta yaşanan azalmalar veya artışların durması da mümkün. Genel manada bölgesel etki yapan HIV, ebola derken küresel ölçekte sonuçları görünen Covid-19 meselesi, nüfus açısından ciddi olumsuz etkisi olan örnek olarak herkesçe malum.

Savaşlar ve hastalıklar dışında farklı ve daha “istekli/iradeli” bir nüfus azaltıcı ve artışı durdurucu/yavaşlatıcı araç olarak doğum azaltıcı önlemler de var. Mesela Türkiye 1965’ten bu yana resmi anlamda bizzat bu yöntemi uyguluyor. Bunun sonucu olarak 1960’ta binde 28,5 ile en yüksek nüfus artış hızı, o tarihten sonra uygulanan nüfus artışını yavaşlatıcı politikaların da etkisiyle sürekli düşüyor; 1990’da binde 21,7, 2000’de binde 18,3, 2010’da binde 15,9, 2020’de binde 5,5 ve nihayetinde 2023’te binde 1,1 gibi çok düşündürücü seviyelere geriliyor. Türkiye’deki bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığı anlamına geliyor ki nüfus bilimine göre ortada “hayati olay” var demek.

İlginizi çekebilir!  Ruhumuzun Doyduğu Vakitler

Nüfus Artış Hızını Yükseltmek Pek Kolay Değil Ama Mümkün

Mesele bu noktaya geldikten sonra ailelerin “3 çocuk” sahibi olmaları yani azalan veya artış hızı düşen nüfusu artırmak mümkün ama pek kolay değil. Batılı ülkeler bu anlamda devlet teşvikleri ile birçok adım attılar ama pek tutmuş görünmüyor!

Türkiye, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk dönemlerde nüfusun artırılmasına yönelik politikalar uyguladı, hatta bu “milli politika” olarak dile getirildi. Mesele, söylemlerde kalmadı ve nüfus artışını sağlamak için sosyal, ekonomik ve hukuki çerçevede bazı uygulamalar devreye sokuldu. Evlilik yaşı ile ilgili düzenlemeler yapıldı, gebeliği önleyen yöntemlerin ve ilaçların kullanımı yasaklandı, çocuk sayısı artışına paralel olarak aile destekleri de artırıldı, çok çocuklu aileler ödüllendirildi, belediyeler de sürece dahil edildi ve yurt dışından (daha çok soydaş) göçmenler getirildi ve çocuk sayılarına göre onlara çeşitli destekler sunuldu. Tüm bunların sonucunda, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kısmen istenen neticeler olmasa da nüfus artış hızı sürekli ve yüksek oranlarda gerçekleşti; artış hızı 1960’ların başında binde 28,5 ile Cumhuriyet tarihinin zirvesini gördü.

O zaman mümkün olan şimdi de “milli politika” hamlesi ile yeniden mümkün olabilir ama bunun için üç (3) temel hususun varlığı önemli.

Birincisi, ekonomik imkân. Devlet nüfusun azalmasını tehlike olarak görüyorsa, bunu tersine çevirebilme amacıyla ortaya koyacağı (teşvik) politikaları için yeterli bir ekonomik güce sahip olmalı; bu ekonomik güç de ihtiyaç duyulan nüfusun tam olarak sağlanabileceği zaman dilimine kadar sağlanabilmeli yani belli bir dönem için de olsa süreklilik önemli.

Bu mümkün olsa bile, yeterli değil; çünkü ikinci olarak sosyolojik zemin uygun olmalı. Bu nedenle devlet teşviklerinin toplumsal dönüşümün boyutlarına ne derece denk geldiği önemli, çalışma hayatında kadının durumu ve iş-yaşam dengesi önemli, evlenmelerin durumu ve ilk evlenme yaşı önemli, boşanmaların derecesi önemli, sosyal dayanışma ağlarının (akrabalık, komşuluk, dostluk vb.) yapısı önemli. Bunların durumu mesela çocuk sahibi olmada sayıyı artıcı bir toplumsal zemin sunmuyor yani bir nevi mahalle baskısı oluşturmuyorsa devlet teşviklerinin (ekonomik imkânın) işlemesi pek mümkün olmuyor, olmaz.

İlginizi çekebilir!  İçimizdeki Sahtekâr

Ekonomik imkân ile sosyolojik zemin birbirini beslese bile, bireysel (psikolojik) tatmin de ayrıca gerekli yani nüfus artışını sağlamak sadece ekonomik güç ve sosyolojik ortamın varlığı ile olmuyor, ayrıca kişilerin bunun olabileceğine dair bizzat inançları, sabırları ve dirençleri gerekiyor. Örneğin, devlet destekleri olsa ve ülkenin toplumsal yapısı mümkün olsa bile, bireylerde “şu kadar çocukla nasıl geçiniriz” anlamında rızık endişesi/korkusu varsa yine tam anlamıyla nüfusun artması mümkün olmayacaktır. Bireylerde bu korkunun psikolojik (eskiden kalma alışkanlıklar) olduğunun kabulü ve ona göre korku giderici hamlelerin atılması gerekiyor.

Tüm bunlardan dolayı, özetle, eğer nüfus artırıcı politika “milli (güvenlik) politika(sı)” olarak görülüyorsa, hem birey hem toplum hem de kamu üçlüsü birlikte aynı hedef etrafında kilitlenmiş/kenetlenmiş olmalı; bunun için de bu üçlüyü birlikte harekete geçirecek sarsılmaz irade/yönetim ve ikna edici/dönüştürücü liderlik elzem.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.