istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 21 Mayıs 2024

 

Bir önceki yazımızda Türkiye’nin coğrafi, demografik, tarihi,  dini, ekonomik parametrelerini detaylı bir şekilde madde madde ele almıştık. Yazımızda sıraladığımız bu gelişmeler yakın olsun uzak olsun Türkiye’nin müttefiki veya rakibi olan ülkeleri rahatsız etmiş, Türkiye’ye yönelik faaliyetlere yönelmelerine neden olmuştur.  Türkiye aleyhine bu faaliyetler bazı hallerde açık, bazı durumlarda örtülü faaliyetler şeklinde cereyan etmekte olduğunu görüyoruz.

Türkiye’nin önünü kesmek isteyen ülkeler, Türkiye’de dini alanda mezhep ayrılığını ve aşırı dinci yapıları, dini özgürlük ve örgütlenme alanı yetersiz diye kışkırtarak, etnik alanda ülkemizde yaşayan farklı etnik yapıdaki insanların farklılıklarını ayrıştırma yönünde kışkırtarak, rahatsızlık çıkarmak istemişler, bazen bölgesel  farklılıkları, bazen dil, bazen din, bazen etnik alanı kullanıp kaşıyarak Türkiye’yi sıkıntıya sokmak, hatta fiili olarak bölmek istemişlerdir. Bu amaçla silahlı terör örgütlerine destek vermekten kaçınmamışlar, onların siyasi uzantılarına destek vererek bir yandan terör örgütlerine verdikleri desteği maskelerlerken bir yandan da Türkiye’nin teröre karşı aldığı önlemleri hukuk ve demokrasiye aykırı diye ilan ederek uluslararası örgütlere Türkiye’yi hedef göstermeye çalışmışlardır. Bu ülkelerin istihbarat kuruluşları terör örgütlerine eğitim, barınma, silah, mühimmat sağlama, maddi destek verme, yayın-propaganda, finansa erişim, seyahat ve vize kolaylığı, protesto ve gösterilerine göz yumma gibi kolaylıklar göstererek destek olmuşlardır. Son zamanlarda en büyük faaliyetleri Algı Operasyonu üzerinedir. Bunu da en fazla sosyal medya ve internet üzerinden  yazılı  ve görsel olarak gerçekleştirmektedirler.

İşte başlığımızdaki “Neden Hedef Türkiye” sorusunun yanıtı, Türkiye’nin 1699 yılında Karlofça anlaşması ile başlayan Avrupa karşısındaki gerilemesinin, Çanakkale ve Kut ül Amare’de durdurulmasından sonra Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK liderliğinde Kurtuluş Savaşı ile silkinip tekrar kutlu yürüyüşüne başlamasını durdurmaya yöneliktir.

***

Türkiye dönem dönem yüksek kalkınma rakamlarına ulaşmışsa da bu durum sürekli olmamıştır. Bu istikrarsızlığın politik ve ekonomik sebepleri olmasının yanı sıra dış kaynaklı etkileri daha büyüktür. Türkiye ne zaman güçlü bir gelişme gösterse bir şekilde engellenme ile karşılaşmış, dost ve müttefik ülkelerden gereken yardım ve desteği görememiş, aksine bu kuvvetler tarafından kösteklenmiştir. Hatta dönem dönem sorunların kaynağı bizzat dost-müttefik bildiğimiz ülkeler olmuştur.

Bu sorunları aşmasında yapısal sorunlar olarak bahsedilen yeterli finansman olmaması, teknolojik ve bilimsel gerilik vb. nedenler pekala sayılabilir. Ancak en önemli sıkıntılardan birisi ve başlıcası yönetimsel sıkıntılardır. Türkiye’de kısa aralıklar haricinde uzun süreler yönetimde istikrar sorunu yaşanmış, kısa ömürlü hükümetler Türkiye’nin yapısal sorunlarını çözmede başarılı olamamış, iktidara tek başına gelmek için popülist politikalar uygulanmış, enflasyonist kalkınma nedeniyle her alanda aşınma oluşmuş, gelir dağılımı bozulmuş ve sonuçta IMF politikalarına teslim olunmuştur. Arada iyi giden istikrarlı yönetimler ise dışarıdan destekli  muhtıra ve darbe benzeri müdahalelerle iktidardan uzaklaştırılmış, liyakatli kadrolar küstürülmüş, Türkiye’nin politik birikimi de heba edilmiştir.

İlginizi çekebilir!  ABD Başkanlık Seçimleri - Fatih Ünlü

İş başına gelen bir çok lider sonradan yaptıkları açıklamalarda Türkiye’nin yönetilebilir olmadığını ifade ederek sistem değişikliği talebinde bulunmuşlardır. Dünyada hiçbir kriz yok iken Türkiye 2001’de eşi benzerine rastlanmayan bir  ekonomik ve siyasi krize, yönetimsel sıkıntılar ve çok başlılık nedeniyle girmiş,  sonrasında 2003 yılında bir parti çoğunluğu sağlamış bu arada, dış konjonktürün kendisine tanıdığı avantajı da iyi kullanarak dünyadaki döviz bolluğunu, siyasi istikrarı sağlayarak azami şekilde kullanmış ve Türkiye yüksek büyüme rakamlarına ulaşmıştır. Ancak 3-4 yıl diyebileceğimiz bu yükselişi dahi ileride kendileri için tehdit olarak gören dış çevreler yıllardır hazırladıkları planları peş peşe devreye sokmuşlar, bir yandan terör örgütlerini manipüle ederken diğer taraftan Türk Ordusundaki Atatürkçü, milliyetçi kadroları ordudan uzaklaştırma operasyonunu devreye sokmuşlardır.

***

Burada bir zayıf tarafımızda değinmemiz gerekiyor. Türkiye bölgesinde her bakımdan güçlü bir orduya sahip olmalıdır. Ancak zayıf tarafımız ordunun içinde bazı grupların dönem dönem dış destekle giriştikleri siyasete müdahale eğilimidir. Her kesimin eksiğini ve yanlışını gören, gösteren ordumuz kumpaslar sürecinde kendi güvenliğini sağlamada ve yapısal sıkıntılarını aşmada başarılı olamamıştır. Ordu, bir türlü sivil otoritenin üstünlüğünü kabul edememiştir. Bu durum zaman zaman Silahlı Kuvvetlerin üst kademesinin tepki çeken konuşmalar yapmalarına ve sivil siyaseti tehdit etmelerine neden olmuş, dış ülkelerde Türkiye’deki demokrasi hep sorgulanır olmuştur. Ordunun bu durumundan halkın bir kesimi memnun olurken bir kesimi rahatsızlık duymuş bu durum halkı daha derin bir ayrışmaya sokmuştur.

Bu rahatsızlığın temeline inemeyen ve her kesimi aynı potaya atan ordu bürokrasisi militan bir laiklik ve kaba bir irtica tarifiyle halkın hassasiyetini dikkate almadan ve hedef gözetmeden geniş halk kitlesini karşısına almıştır. Ordunun bu bakış açısını bilen, gören son yıllarda TSK’yı istediği gibi manipüle edemeyen küresel güç çok önceden planladığı ve hazırladığı inançlı kesime yönelik FETÖ  örgütünü  harekete geçirmiş, örgüt de “seçim kazanabilirsiniz iktidar olabilirsiniz ama muktedir olamazsınız” diye yandaşlarını devletin kritik kurumlarını ele geçirmeye yönelik faaliyete teşvik etmiş ve bunu kolaylıkla başarmıştır. Bu başarıda ordu bürokrasisinin yanlış tutumunu, sonradan komutanlar da itiraf etmiştir.

İlginizi çekebilir!  Oturup Durana, Devlet Yar Olmaz

***

Gerek Ergenekon gerekse de 15 Temmuz süreçleri, Türkiye’ye bir çok şey kaybettirse de kalıcı bazı kazanımları da olmuştur. Bunlardan biri de belki en önemlisi halen yeterince takdir ve analiz edemediğimiz sistem değişikliğidir. 17 Nisan referandumundan sonra bu yol açılmıştır. Her ne kadar adı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olsa da bu bir Başkanlık sistemidir ve halk hem meclisi yani yasamayı, hem yürütmeyi yani hükümeti doğrudan seçebilmektedir. Bu anlamda artık “seçimlerden sonra hükümet kurulabilecek mi” gibi bir endişe veya “karizmatik bir lider çıksa da siyasetteki dağınıklığı toparlasa” gibi bir sorunla Türkiye artık karşılaşmayacaktır. Siyasete istikrar gelmiştir.

Kurumlar yerlerine oturduktan sonra hızla karar alma ve yatırımların beklemesi veya bekletilmesi gibi bir sorun ile de karşılaşılmayacaktır. Gerçek kuvvetler ayrılığı zamanla oturacaktır. Bunun için yargının kendisini toparlamasına ve kadro zaafiyetini gidermesine, meclisin de bu yeni sisteme kendisini adapte etmesine ihtiyaç vardır.  Sistemin kendisini resetleyip programları yükleyerek sorunsuz bir şekilde çalışması için biraz daha sabırla beklemeye yani makul bir süreye ihtiyaç bulunmaktadır. Türkiye, bu yeni sistemi ile eğitim ve adalet sistemindeki yapısal sorunlarını daha kolaylıkla çözebilecektir. Bu takdirde hem bilimsel gelişme ortamı hem yatırım ortamı rahatlayacak ülkenin önü daha kolay açılacaktır. Parlamenter sistemden kaynaklanan meclis içinde seçilmiş parlamenterlerden bakan atamak yerine dışardan uzman personel atanabilmektedir. Farklı siyasi partilerden oluşan hükümetlerdeki bakanların birbirlerini engellemeleri gibi geçmişte yaşanan olumsuzluklar da yaşanmayacak, siyasi olarak başkana bağlı ve hızlı bir icraata kavuşulmuştur.

***

Türkiye, son yıllarda yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle en önemli kurumlarındaki olumsuz yapılanmalardan kurtulmuştur. Bunun maliyeti 15 Temmuz olmuştur. Bir daha aynı olumsuzlukları yaşamamak için devleti ele geçirilebilir olmaktan kurtarmak, devlet hizmetine alınan personeli iş tanımına uygun liyakatli insanlardan seçmek elzemdir.

Halkımızı ayrıştıran politik tercih ve söylemlerden uzak durmak, halka kendisini ifade edebileceği demokratik ortamı hazırlamak, cumhuriyetin ve demokrasinin faziletlerini halkımıza anlatırken kutsal dini değerlerimiz ile kurucu liderimiz Atatürk’ü siyasal malzeme yapmamaya uygun ortam hazırlamak ve her iki konuda ifrata ve tefrite kaçmamak gerekmektedir. Bunu yapabildiğimiz ölçüde ayrışmadan farklı fikirleri savunabilir, kendi kendimizi düşmanlaştırmadan yaşayabiliriz.

Kişilere bağlı olmaksızın sistemin siyasi istikrarı sağladığı bir ülke olduğunda Türkiye son yıllarda yaptığı önemli yatırımlarla ve önüne koyduğu TÜRK/TÜRKİYE YÜZYILI’na ve  2053-2071 gibi vizyon hedeflerine daha iyi ulaşabilme imkanına kavuşacaktır.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.