istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 09 Mayıs 2024

 

ABD’nin birinci Irak saldırısı olduğu zaman 13 yaşımdaydım. Muş’ta NATO üssü olmasından dolayı savaş çıkarsa Irak’ın Muş’u da hedef alacağı söylentisi yayılmıştı. Bu söylentide medyada yazılıp çizilenlerin büyük etkisi vardı. Babamı kaybedeli bir yıl bile olmamıştı. Annem, ailesinin telkinleriyle kardeşim ve bana okullarımızdan rapor alıp bizi İstanbul’daki teyzeme götürmüştü. Uzun süre kalmıştık. Savaşın sadece bu boyutu bizi etkilemişti.

Sonra savaş çıktı. Canlı yayında savaşı izlemeye başladık.

Büyüklerimizin yüzlerindeki endişeyi fark edecek yaştaydım ama itiraf edeyim ki, ben (yaşımın gereği sanırım) sanki bir oyun izler gibi heyecanlıydım ve bu görüntüyü oluşturanlara hayran kalmıştım. Çok güçlülerdi. Bir çocuğun hayal etmekten hoşlanacağı bir güçtü.

Ekranda uçaklardan düşen bombalar, ateş içindeki mahalleler, caddeler, binalar, gece görüşlü kamera sistemlerinden yeşil, siyah görüntülerde yağmur gibi beyaz bir şekilde yağan mermiler vs.

Dünyada ve Türkiye’de benim gibi milyonlarca çocuk muhtemelen bir oyunun verebileceği heyecanla ve hayranlıkla o görüntüleri izlerken, benim yaşıtım veya daha küçüğüm olan binlerce, on binlerce çocuk ve büyük yaşta insan, o bombaların, mermilerin altında yaşam savaşı vermeye çalışıyorlardı. Hiç de heyecanlı değillerdi. Kendilerine ölüm yağdıranlara hayranlığın zerresini duymuyorlardı. Nefretleri vardı. Bir de korkuları. Kendilerinin veya sevdiklerinin, ülkelerinin durumundan duyulan korku. Ama bizlere ekran başında onların duygularını, düşüncelerini anlatmadılar. Anlattıkları ABD şu kadar sorti, bombardıman yaptı, Amerikan deniz piyadeleri Irak’a girdi girecek vs. şeklinde Amerikan planlamacılarının verdikleri bilgileri sunmaktı. Bunu da habercilik diye yutturmaya çalışıyorlardı.

Bize o algıyı yaşatanlar ise o yayınları evlerimizin içine kadar sokanlardı. Bizlerin o görüntüleri görmesini, çocukların heyecanlanmasını, büyüklerin ise güce biat etmesini istiyorlardı. Çünkü yaşananlar bir tarafta Irak’ın işgalinin, imhasının ilk adımını atmakken, diğer taraftan  da inanılmaz bir güç gösterisini dünyaya sunmaktı. “ABD kadiri mutlaktı ve ona direnmek mümkün değildi” algısını sunmaktı.

İlginizi çekebilir!  Obez ve Kaynak Zengini Kamu İle Yol Arkadaşı Nepotizm

Küresel olduğu kadar ülkemizin medyasının durumunu düşünürken bu olay gelir aklıma. Heyecan ve hayranlıkla beraber gözdağı sunan bu güç, gelişen teknolojiyle beraber, (özellikle 1990’larla beraber) artık her evin içine yayılmaya başlamıştı. Adeta bir virüs gibi.

Sıklıkla atıf yaptığımız Amerikan sisteminin stratejistlerinden Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası çalışmasında, ABD’nin kültürel egemenliğine dikkat çekerek şunları yazmıştı:

“1995 ve 1996 yıllarında yürütülen kamuoyu araştırmaları, küresel gücün tekelci bir biçimde yürütülmesi yerine onun başkalarıyla ‘paylaşılması’ yönündeki kamuoyu tercihini ortaya koyuyordu.

Bu iç unsurlardan dolayı, Amerikan küresel sistemi (…) ortaklaşa-seçim tekniğini (bir yapıya, mevcut üyelerin oylarıyla seçilmek) eski yayılmacı sistemlerden daha geniş ölçüde vurgulamaktadır. Bu sistem, demokratik ilkeleri ve kurumlarının cazibesinden fazlasıyla yarar sağlarken, aynı şekilde, ağırlıklı olarak bağımlı yabancı seçkinler üzerinde dolaylı etkide bulunulmasına dayanmaktadır. Bunların tümü, küresel iletişim, popüler eğlence ve kitle kültürü üzerindeki Amerikan egemenliğinin yoğun, ancak elle tutulamayan etkisi ve Amerika’nın potansiyel olarak elle tutulabilen teknolojik tesiri ve küresel askeri erişimi sayesinde güçlendirilmektedir.” (Zbigniew Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası / Amerika’nın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri”, Sabah Kitapları, 1998, s. 27)

ABD, emperyalizm çağıyla beraber sadece ekonomik, siyasi, askeri hedeflerine yönelmedi. Bu hedeflerini toplumların bilinçaltlarına yöneltecek mekanizmaları da kuvvetlendirdi. Brzezinski’nin ‘paylaşmak’ olarak kodladığı ifadeyi sonraki paragrafta açıyor: “(…) bağımlı yabancı seçkinler üzerinde dolaylı etkide bulunulmasına dayanmaktadır.”

Yani hedef toplumların seçkinleri ‘paylaşım’ adı altında bağımlı hale getirilecek ve onların yaptığı faaliyetler çerçevesinde hedef toplumlar ABD politikalarına bağımlı hale getirilecek.

Önemli bir detay da son cümlede yer alan ve Amerikan etkisinin teknolojik ve askeri güç ile garanti altına alındığının yazılması.

İlginizi çekebilir!  Hayvan Nüfusu Versus İnsan Popülasyonu

Peki kim bu “bağımlı yabancı seçkinler”.

Bunları yakın tarihimiz bize öğretti. Siyasetin, akademinin, iş dünyasının, medyanın, sanatın vs. içine sızdırılan veya bu alanlarda devşirilen etki ajanları. Çıkar amacıyla ABD bağımlılığını tahkim ediyorlar.

Bizim konumuz, günümüzde Türk medyasında ve sanatında yer alan Türkiye ve Türk milleti karşıtlığının kökenleri. Çünkü bu iki alanın önemli bir özelliği, televizyonlar, gazeteler, güncel iletişim araçları (sosyal medya, video paylaşım siteleri vs.) aracılığıyla her bir ailenin evlerinin içine kadar girebilmeleri. Bu yüzden de “Benim yaptığım haberler Alman emniyeti ve Alman İçişleri Bakanlığı tarafından özellikle isteniyor. Ve üst düzey isteniyor” diye itirafta bulunan sözde gazeteci özde aparat Erk Acarer’in ciddi takipçi sayısı bulunuyor. Acarer’in iftiraları muhalif medya olarak tanımlanan yapılarda “haber” olarak sunuluyor.

İşte bu kadar medyamız ve sanatımız içine sızan, yerleşen emperyalizm, daha başka kimleri, hangi yöntemler ve araçlarla kontrol ediyor, sonraki yazımızda bunu anlatmaya başlayacağız.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.