istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 04 Mayıs 2024

 

Amerikalı Amiral Alfred Thayer Mahan’ın “Deniz Hakimiyet Teorisi”, İngiliz Halfrod MacKinder’in “Kara Hakimiyet Teorisi”, Nicholas John Spykman’ın “Kenar Kuşak Teorisi” ve Alexander P. De Sevesky’nin “Hava Hakimiyet Teorisi” jeopolitikte öne çıkan teoriler olarak bilinir.

Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği, MacKinder’in teorisindeki Kalpgah’ı tutarken, ABD, Sovyetler’e karşı Kalpgah’ı çevreleyen kenar kuşağı, yani Rimland’ı tutmaya çalıştı. ABD’nin Amacı Sovyetler’i çevrelemekti. Soğuk Savaş bittikten sonra Sovletler’in mirasçısı Rusya Federasyonu’nun Kalpgah’ı tutacak gücü yoktu. ABD adım adım Doğu Avrupa ve Orta Asya’da etkisini artırdı. Rimland’daki, yani Nicholas John Spykman’ın Kenar Kuşak Teorisi’nde aktardığı coğrafyayı da hakimiyet dışı bırakmak niyetinde değil.

Kenar Kuşak Teorisi (Rimland)’nden alıntıladığımız bilgiler çerçevesinde; Amerika’nın Irak’ın kuzeyinden başlayarak Suriye’nin kuzeyinden devam eden İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkiye’yi de çevrelediğini gözlemleyebiliyoruz. Yani Amerika bir Jeostratejik plan dahilinde hareket ediyor.

Türkiye ile olan sorunları sürüncemede bırakarak jeopolitik söylemler ile jeoekonomik yaptırımlarla Türkiye’nin esas güç unsurlarını yıpratarak, toplumunu kutuplaştırarak, ortak paydası olan ve hiç tartışılmaması gereken milli ve manevi ortak değerlerini ayrışmanın aracı haline getirmeye çalışıyor. Bu sürecin gidişatına yardımcı olması için finansal saldırılarla toplumda hoşnutsuzluğu çatışmaya dönüştürüp, toplumu ayakta tutan ana direkleri zayıflatarak çökertmeye ve sonunda bölüp, parçalama amacına yönelik faaliyetlerine devam ediyor.

ABD, Türkiye’ye geçmişte de güvenmiyordu. Çünkü Türkiye bölgede büyük bir güç olmuş, hakimiyet kurmuş büyük bir milletin son devleti ve o milletin medeniyet silsilesinin devamı. Türkiye’nin hinterlandı olan coğrafyalarda geçmişte oluşturduğu hakimiyeti gelecekte de tekrar oluşturabilme ihtimalini analiz eden Amerikalı jeostratejistler, Türkiye’nin ekonomik olarak hiç bir zaman bir Kore sıçraması yapmasını ve gelişmesini istememişlerdir. Bu nedenle de Türkiye’yi sürekli el altında bulundurmanın, hizada tutmanın yollarını ve yöntemlerini aramışlardır.

Brzezinski, 1990’larda yazdığı “Büyük Satranç Tahtası”nda Türkiye’nin Türk dünyasına yönelik olası politikalarını hayata geçirmesinin, o tarihteki sınırlı siyasi ve askeri güç dolayısıyla zor olduğunu yazmıştı. Ancak aradan sular aktı. Türkiye’nin bugünkü gücü tüm Türk dünyasıyla iletişim kurmasının, güç birliği yapmasının önünü açmaktadır. Yani Brzezinski’nin o zamanki analizi artık devre dışıdır. ABD’nin ülkemiz açısından yanıtından en korktuğu soru işte budur. Türkiye, Türk dünyası dahil olmak üzere, hinterlandındaki coğrafyalara ulaşır, kendi kontrolünden çıkar, bölgesel, hatta küresel güç olur mu? Bu sorunun yıllarca Washington’u teyakkuzda tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple ne zaman Türkiye bir sıçrama aşamasına gelse ekonomik ve sosyal olaylara gizli açık müdahalelerde bulunmuşlardır. Bu müdahaleler bazen askeri darbe, bazen ekonomide dış kredi ve yatırım kanallarında engeller çıkartarak tökezletme, bazen sokakları karıştırma, bazen de terör ve gladyo eylemlerini yoğunlaştırma şeklinde cereyan etmiştir. Çoğu zaman Kaos stratejisini de kullanan Amerika kaosu desteklemek için terör örgütlerini kullanmaktan çekinmemiştir.

Müdahale edip rahatlıkla ortadan kaldırabileceği Lübnan’daki Bekaa Vadisi’ndeki terör oluşumlarına müdahale etmemiş buradaki onlarca terör örgütü vasıtasıyla dizayn etmek veya yönünü değiştirmek ya da kaosa sürüklemek istediği ülkelere yetiştirilen kadroları transfer etmiştir.

Türkiye’yi el altında bulundurmak ve sürekli meşgul edip gücünü zayıflatmak için Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde yetişen teröristler ve irili ufaklı terör örgütlerinin yanı sıra FETÖ ve PKK gibi dünyada eşi benzeri olmayan güçte ve organizasyondaki terör ve espiyonaj (casusluk) yapılarını oluşturmuştur. Bu yapılardan PKK dünyadaki nicelik ve nitelik yönünden en kapsamlı ve güçlü terör örgütüdür ve 40 yıldır hayatiyetini sürdürmektedir. FETÖ ise dünyanın gördüğü ve görebileceği en kapsamlı en geniş casus örgütüdür ve paralel devlet yapılanması ile neredeyse yarım asra yakın bir sürede devlete sabırla sızdırılmıştır. Son kertede silaha başvurup kan dökerek, can alarak terör ve casusluğu bütünleştirmiştir.

Bu kadar uzun süre sabırla ve büyük bir maliyetle çalışılan projenin Amerika tarafından önemi nedir sorusunun cevabı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Amerika’nın dünya hakimiyetinin devamı için.

Ancak yukarıda da bahsettiğimiz üzere Amerika baştan itibaren Türkiye’ye güvenmemektedir ve planlarının önünde bir engel olarak görmektedir. Bu sebeple bugünkü nüfus yoğunluğundan ve coğrafi büyüklüğünden daha küçük bir Türkiye arzu etmektedirler.

PKK ve FETÖ’nün rolü de burada başlamaktadır. PKK, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sundan bir parça kopartırken, Kuzey Müslümanlarının halifesi sıfatıyla İstanbul merkezli Trakya ve Marmara ile sınırlı bir devletçiğin oluşturulup başına FETÖ elebaşının oturtulması, Ege Bölgesi’nin tamamı ile Akdeniz’in bir bölümünden oluşacak bir devlet ile Anadolu’da kalan yerlerinde ayrı bir devlet olarak dizaynı gibi devletciklere bölme planını Irak ve Suriye’deki savaş ve kaos ortamından istifade ile uygulamaya sokmuşlardır. Fakat planları 15 Temmuz 2016 tarihinde milletimizin ve devletimizin ülkesine sahip çıkan vatansever evlatları sayesinde bozulmuştur.

Bugün ülkemizde yaşadığımız ve algı operasyonları üzerinden yürütülen psikolojik savaşların finansal saldırıların, terör olaylarının sosyal, siyasal, ekonomik sorunların temelinde küresel hakimiyet çekişmesi yatmaktadır. Dünyanın büyük bir sınamadan geçtiği günümüzde Türkiye kilit ülke durumundadır. Ağırlığını terazinin hangi kefesine koyarsa o taraftaki güç merkezi öne geçecektir.

“İtimadın esas olması için şüphe istisna olmalıdır” sözü Türk-Amerikan ilişkilerinde bir anlam ifade etmez hale gelmiştir. Amerika’nın Türkiye’ye karşı olan samimiyetsiz ve güvenilmez tutumu, Avrupa’nın bilinç altındaki Türkiye korkusu nedeniyle AB üyeliğini sürekli bahanelerle ertelemesi, Türkiye’ye fazla bir seçenek bırakmamaktadır. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin Türk dünyası, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya gibi coğrafyalarla beraber Avrasya’da bir blok oluşturması veya var olan bir blogda bağımsız bir güç olarak yer alması kaçınılmaz görünüyor.

Peki birilerinin ısrarla iyi gidiyoruz dediği ABD’den kopuş nasıl olur?

Türkiye’nin bu güç merkezine, yani Avrasya Bloğuna geçişi nasıl olacaktır? Silahlı veya ekonomik bir Amerikan saldırısı sonrası mı olur?

Türkiye’yi Avrasya’ya, Amerika ve Batı mı ittirecektir yoksa Türkiye mi çekip gidecektir?

Yanıtları aranan sorular bunlar.

Sanki Necip Fazıl’ın aktaracağımız sözü, tam da bu duruma uyuyor gibi:

“Ya Allah’a baş eğer, hiç kimseye eğmezsin; ya da herkese baş eğer hiç bir şeye değmezsin”