Ceyhun BOZKURT
Bir önceki bölümde aktarmıştık. İsrail’in Şanlıurfa’ya ilgisi 1990’larla beraber giderek artıyordu. Bu durum Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eder boyutta mıydı? Filistin’de de tarımsal faaliyetlerin yürütüldüğü büyük çiftlik niteliğindeki kibbutzlar, daha sonra İsrail devletinin altyapısını oluşturmuştu.
Siyonizm’in kurucu babası Theodor Herzl’in planlaması olan Yahudi şirketi üzerinden yapılan çalışmalar neticesinde binlerce Yahudi, yaşadıkları yerlerden adım adım Filistin’e gelmiş, kibbutzlarda çalışmaya başlamıştı. Buralarda çalışanlar arasında 1948’de ilanı yapılan İsrail’in üst düzey yöneticileri de vardı.
İddialara göre, 1990’larla beraber benzer bir yöntemle Şanlıurfa’ya yerleşmeye çalışıyorlardı. Yine bir iddiaya göre, BBP’nin kurucu Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, hayatını kaybettiği şüpheli helikopter kazasında hayatını kaybetmeden kısa bir süre önce bu konuda ciddi bilgilere ulaşmıştı. İddianın sahibi Doğru Haber sitesinden Yasin Demir’di. Demir, 15 Haziran 2012 tarihli, “Muhsin Yazıcıoğlu`nun ölümü ve ardındaki ciddi iddialar!” başlıklı yazısında şunları yazmıştı:
“İddia şu ki: Yazıcıoğlu`nun, İsrail`in Urfa hakkında bir projesine dair önemli bilgilere ulaştığı; Bu bilgilerin kayıtlı olduğu Yazıcıoğlu`nun bilgisayarının olaydan hemen sonra evinden alınarak kaybedildiği (!); Bu bilgisayarın kaybolma meselesinin parti içinde de önemli sorunlara sebep olduğu; Yazıcıoğlu`nun ulaştığı iddia olunan bilgi ise;
‘…İsrail`in son 20 yıl içinde 20 bin civarında hamile Yahudi kadının doğumlarının fark edilmeyecek şekilde, Urfa ve ilçelerindeki hastanelerde gerçekleştirildiği, böylece şu an 20 yaş ve altı en az 20 bin kadar ‘Urfa doğumlu’ Musevi`nin sağlandığı, bunların ileriki süreçte ‘Arz-ı Mevud’ projesi çerçevesinde bu bölgeye yerleştirileceği; Bunun için de GAP bölgesinde İsrail ve ABD`li bazı şirketler aracılığı ile büyük çiftlikler halinde projelendirilen araziler satın alındığı şeklinde…”
Aslında normal şartlarda çok uçuk bir senaryo diyebiliriz. Ancak geçmiş ve bugün arasında kurulan bağlar, yaşananlar ele alındığında insan “acaba” sorusunu sormadan edemiyor. Çünkü başka gelişmeler de bu hareketliliği doğrular nitelikte.
1990’larla başlayan ve 2000’lerin başında da sıklıkla gündeme gelen Yahudilerin Şanlıurfa’ya yerleşmesinin temel gerekçesi, Ezer Weizman’ın 1994 yılındaki ziyaretinin kapsamında aktardığımız gibi Güneydoğu Anadolu Projesi’nde incelemeler ve işbirliği süreciydi.
GAP’ı bilirsiniz. Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki alanda sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 22 baraj, 19 hidroelektrik santral yapımı ile 1,8 milyon hektarlık bir alanda sulama yatırımlarının yapımını öngören tarihimizin en büyük projelerinden biri olan Güneydoğu Anadolu Projesi…
İşte İsrail’in ve Yahudilerin bölgeye yönelik akınında GAP önemli bir gerekçeydi. Özellikle 1990’larda projenin bölge ülkelerinin baskıları nedeniyle Dünya Bankası tarafından finanse edilmeyişi, İsrail’in çeşitli finansman ve teknoloji aktarımı teklifleri ile Türkiye’nin önüne çıkmasını sağladı. İsrail, GAP’a ilgisini bölgede arazi alımlarıyla gösterdi ve “tarımsal işbirliği” adı altında birçok İsrailli uzman bölgeyi ziyaret etti. MASHAV, bu boyutta devredeydi.
Tarımsal işbirliğinin üzerinde ısrarla duran İsrailli uzmanlar Türk Tarım Bakanlığı’nda bir “İsrail masası” kurulması talebinde bile bulundular. İsrail’in bu teklifi, GAP’ın başarısı için İsrail’in elinde önemli bir bilgi birikimi olduğunu öne süren bazı isimlerce de sürekli gündeme getirildi.
İsrailliler GAP’la ilgili bütün gelişmelere açık olduklarını 1993 yılında Gaziantep Ticaret Odası’nı ziyaretlerinde de belirtmişlerdi. 20 kişilik İsrailli grup GAP’la ilgili bu ziyaretlerinden çok olumlu sonuçlar aldıklarını da söylemişlerdi. İsrail, daha sonra kendi Tarım Bakanlığı’nda GAP’ın ön fizibilite çalışmaları için 300 bin dolar tahsis ettiğini bildirdi. Ayrıca Türkiye’deki devlet çiftliklerinin özelleştirilmesi çalışmalarında, İsrail Tarım Bakanlığı yine işbirliği önerdi.
Milliyet gazetesinin 13 Haziran 1995 tarihli “GAP’a Uluslararası İlgi Artıyor” başlıklı haberinde İsrail’in GAP’a yaptığı yatırımları konu edilmişti. Habere göre, NAAN (İsrail Sulama Sistemleri) ve NETAFIM (İsrail Sulama Firması) adlı İsrail şirketleri GAP’a kredi sağlama yarışına girmişlerdi. İsrail’in dünyaca ünlü ziraat firmaları olan Cargill, Continental Grain, Philip Brothers, Mark Rich’in temsilcileri de GAP bölgesinde incelemelerde bulunmuşlardı.
GAP İdaresi Başkanı Olcay Ünver’in İsrailli yetkililerle GAP projesinin birlikte hızlandırılması konusunda 1996 yılının Ocak ayında yaptığı toplantıda İsrail’in GAP’tan beklentileri açıkça gözlemlenmişti. İsrail’in projeye ortak olabilme çabaları, Türkiye-İsrail ikili görüşmelerinin önemli bir gündem maddesini oluşturdu.
Bu ülkenin eski Ankara Büyükelçisi David Granit de İsrail’in tarımsal işbirliğine hazır olduğunu belirtmiş, İsrail’in sulama ve deniz suyunu kullanılır hale getirme teknolojisindeki üstünlüğü sayesinde “GAP gibi bilinçli bir bölgesel planlamayı öngören, yöre halkına refah getirecek bir projeye tam destek veriyoruz” açıklamasını yapmıştı.
İsrail’in Granit’ten sonraki büyükelçisi Zvi Elpeleg de GAP hayranlarındandı. “İsrail’in suya ihtiyacı olduğunu, Türkiye’nin ise su açısından şanslı bir ülke olduğunu” belirten Elpeleg “gelişmiş bir sulama sisteminin kurulması ve bunun tarımda kullanılması durumunda GAP bölgesinin Kaliforniya olacağını” da öne sürmüştü.
Öte yandan, “MOSSAD hesabına çalışan işadamı” olarak tanınan ve geçmişte MOSSAD’ın Libya’ya yönelik Uganda merkezli casusluk operasyonunda yer alan karanlık bir isim, Shaul Eisenberg, GAP’ta yatırım yapmaya hazırlanmaktaydı. Eisenberg’in varlığı ile gündeme gelen “MOSSAD bağlantısı”, İsrail’in “tarımsal işbirliği” kavramı ile daha da güçleniyordu. Çünkü tarımsal işbirliği görüntüsü, MOSSAD’ın üçüncü ülkelerle kurduğu bağlantıların kamuflajı olduğu iddiaları her zaman gündemdeydi. Eski MOSSAD ajanı Victor Ostrovsky, “MOSSAD, diğer bütün Afrika ülkelerinde olduğu gibi Güney Afrika’ya da askeri danışmanlar, tarım uzmanları ya da diplomat görüntüsü altında ajanlarını yerleştirdi” diye yazarken buna dikkat çekiyordu.
Hemen hemen aynı dönemlerde, Güneydoğu’da turist görünümlü İsrailli istihbaratçıların artışı, o dönem Milli Güvenlik Kurulu gündemine dahi girmişti. Bu ilginin merak edildiği bir dönemde gündeme gelen bir haber, olayı daha enteresan hale getirmeye yetmişti. Haber, Ateş isimli haftalık derginin 10 Eylül 1994 tarihli ilk sayısında “Güneydoğu’ya İsrail Modeli: Kürt Kibbutzları Kuruluyor” başlığını taşıyordu. Habere göre, Güneydoğu’da İsrail destekli, Yahudi Kürt işadamlarının finanse ettiği “kolektif tarım çiftlikleri” olarak bilinen kibbutzlar kurulacaktı. Dikkat çekici olan, haberin yer aldığı bu sayı derginin ilk ve son sayısı olacaktı. Dergi bir anda kapandı.
“Yörünge” dergisinin 16-22 Temmuz 1995 tarihli kapağı
Kanal D’de “Rüstem Batum’la 360 Derece” isimli programın 23 Ekim 1994 tarihli yayınında “Türkiye’de yaşayan gayrimüslim azınlıklar” konusu ele alındı. Konuklar arasında bulunan ve Profilo Holding’de Genel Müdürlük de yapmış olan Musevi vatandaşlarımızdan Nesim Levi şunları söyledi: “Türkiye’den İsrail’e göç eden Yahudi ailelerinin bir kısmı Türkiye’ye geri dönmeye ve Urfa yöresine yerleşmeye başladı.” (Hasan Demir, “Bir Yahudi vatandaşın Urfa itirafı ve…”, Yeniçağ Gazetesi, 14 Haziran 2006)
Söz konusu haberler ve açıklamalardan ortaya çıkmıştı ki, Türkiye’den İsrail’e göç etmiş olan Yahudi ailelerden bir kısmı Türkiye’ye geri dönerek Urfa bölgesine yerleşmişlerdi. Şanlıurfa’ya bu kadar yoğunlaşma ancak planlı olabilirdi.
***
Anadolu ile ilgili de Yahudilerin ve Evanjelistlerin hedefleri bilinmekteydi. Örneğin Evanjelik ve Kabala inancına göre, Yeni Dünya Düzeni kurulurken son seferde fethedilecek ülke olarak “Edom” tanımı yapılıyor. Ezoterizm konularında yaptığı çalışmalar ile bilinen ve geçtiğimiz aylarda vefat eden Ata Nirun, Panaya Kapulu adlı kitabında bu konuda şu çarpıcı bilgiyi aktarmıştı: “Vaat edilmiş topraklar sanıldığı gibi Filistin yöresi değil Anadolu olabilir. Zaten Kabala yorumlarında Edom yani son zaferde fethedilecek ülkenin adıdır ve aslında Edom, Anadolu’nun ilkçağdaki Mezopotamya dönemi isimlerinden birisidir.”
Özetle, iki yazıya sığdırmaya çalıştığım, ancak tek başına kitap olabilecek bu konuda bahsedilen her olay, Şanlıurfa başta olmak üzere Akdeniz hattımızdan başlayarak Güneydoğu’ya uzanan coğrafyamıza göz diken sapkın, köktendinci, irticai bir yapılanmayı göstermekte. Bu yapılanma şu sıralar Gazze’de soykırım uyguluyor. Daha önce de vurguladığımız üzere bu soykırımcı Siyonist yapılanma durdurulmazsa, Türkiye de hedefler arasında yer alacaktır. Bunun çok sayıda verisi de mevcut.