Ceyhun BOZKURT – 29 Kasım 2023

 

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, 17 Kasım’da “Deniz Astsubay Okullarının Kuruluşunun 133’üncü Yıl Dönümü” etkinlikleri kapsamında Yalova’nın Altınova ilçesindeki MSÜ Deniz Astsubay Meslek Yüksekokulu’ndaki törende yaptığı açıklama ile bir anda gündeme Karadeniz’i soktu.

Aslında Oramiral Tatlıoğlu’nun sözleri NATO yönetimi ve ABD’ye çok net mesajlar içeriyordu: “Bildiğiniz gibi NATO Karadeniz’de bazı tedbirler almaya çalışıyor. Ancak Karadeniz’de bu tedbirleri biz kendimiz alacağımızı ifade edip NATO’yu veya Amerika’yı Karadeniz’de istemediğimizi beyan ediyoruz.”

Oramiral Ercüment Tatlıoğlu’nun mesajları açık. Türkiye, ABD veya NATO’nun Karadeniz’e girmesini istemiyor. Bu yeni bir durum mu? Hayır. Türkiye eskiden beri Karadeniz’in bir çatışma ortamı içine girmemesini, bu nedenle Karadeniz’e kıyısı bulunmayan ülkelerin bu denizde cirit atmasını istemiyor. Türkiye’nin çok haklı gerekçeleri ve meselenin tarihsel, ekonomik ve askeri boyutları var.

Anlatalım.

Romanya, Bulgaristan, Ukrayna, Gürcistan ve Rusya, dünya ile deniz bağlantısını Karadeniz üzerinden sağlıyor. Rusya’nın Baltık ve Kuzey’de de deniz bağlantısı var ama Baltık’taki NATO kuşatması ve Avrupa’ya en yakın güzergah olması dolayısıyla Karadeniz, Rusya açısından son derece stratejik bir deniz.

Aktardıklarımla bağlantılı olarak tabii ki Türk boğazları da büyük önem taşıyor. Burada da Montrö Boğazlar Sözleşmesinin önemi ortaya çıkıyor.

Asya ve Avrupa arasında önemli bir deniz geçişi de Karadeniz üzerinden yapılıyor.

Tuna, Dinyeper, Don, Dinyester nehirleri üzerinden Balkanlar dahil Avrupa’nın ve Rusya Federasyonunun içlerine yine Karadeniz üzerinden ulaşabiliyorsunuz.

Petrol ve doğalgaz kaynaklarının varlığı ve taşınması açısından da önemli bir merkez. Hazar havzası ve deniziyle de komşu. Enerjinin öneminin giderek arttığı bir dünyada, Karadeniz’deki enerji mücadelesini bir sonraki yazımıza bırakarak satırlarımıza devam edelim.

Ticarette önemli bir alan olması dolayısıyla Karadeniz, tarih boyunca güç mücadelelerinin merkezinde yer alan bir yer. İki dünya savaşında da gerilimin yüksek olduğu bir bölge. Hatta Birinci Dünya Savaşımıza girişimizin nedeni olan eylemin alanı ve Kurtuluş Savaşımızın başlangıç noktası da Karadeniz oldu.

Ancak Karadeniz İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren bir barış ve istikrar denizi oldu diyebiliriz. Bunda hem Karadeniz’e kıyısı bulunan devletlerin itidali ve olası krizleri çözme noktasındaki iradeleri, hem de Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen Montrö Boğazlar Söyleşmesi gibi bir anlaşmanın varlığı etkili oldu.

Soğuk Savaş döneminde NATO, Karadeniz’deki varlığını Türkiye üzerinden sürdürdü. Hatta Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi istemeyen ABD ve müttefikleri, NATO kapsamında Türkiye’ye Karadeniz görevi verildi. Karadeniz’e kıyısı bulunan diğer ülkeler Sovyetler Birliği, Romanya ve Bulgaristan’dı. Bu ülkeler de malumunuz üzere Varşova Paktı ülkeleriydi.

Soğuk Savaş sonrası ise gerilimi tırmandıracak gelişmeler olmaya başladı. ABD’nin, eski Sovyet Cumhuriyetlerini ve Doğu Bloku ülkelerini NATO bünyesine katmasıyla Rusya ile NATO arasında gerilim, özellikle 2000’lerle birlikte yeniden tırmanmaya başladı. Soros destekli yıkıcı renkli devrimler de bu sürecin bir parçasıydı. Bağımsızlığını ilan eden ülkelerde Rusya karşıtı yönetimler oluşturulmak istendi. Bazılarında başarılı olundu.

Ancak başta Türkiye ve Rusya olmak üzere Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkelerin aralarındaki sorunları güven artırıcı mekanizmalar ve diyalogla çözmesi, zaten bir iç deniz olan Karadeniz’e yeniden çatışma ortamına sürüklemedi. Bunda karşılıklı deniz yetki sınırlarının belirlenmesinin önemi büyük. Türkiye ilk olarak 23 Haziran 1978 tarihinde Sovyetler Birliği ile ”Karadeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Anlaşması” yaptı. Ardından 5 Aralık 1986 tarihinde de 86/11264 sayılı kararname ile Karadeniz’de 200 millik bir Münhasır Ekonomi Bölgesi (MEB) ilan etti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ardından Ukrayna, Rusya, Gürcistan ve son olarak Bulgaristan ile deniz yetki sınırları anlaşmaları yapıldı. Türkiye’nin bu anlaşmalar çerçevesinde Karadeniz’de 172 bin 9 kilometre karelik bir alanda MEB’i bulunmaktadır. Günümüzdeki doğalgaz arama ve çıkarma çalışmalarımız da bu sahada yapılmakta.

Zaten Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu’nun konuşmasında bu konuya da atıf var. Son dönemde Karadeniz’de çok önemli ekonomik gelişmelerin olduğunu belirten Tatlıoğlu, “Şu ana kadar Batı Karadeniz’de 710 milyar metreküp doğal gaz bulundu. Karadeniz bizim için zaten çok önemliydi. Şu anda da ekonomik anlamda da bizim için daha önemli bir konuma sahip. Biz Karadeniz’de TPAO’nun faaliyetlerinden o faaliyetlerin işaretlenmesi için sürekli olarak varlık gösteriyoruz. Karadeniz’deki gemi varlığımız artarak devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Yani Türkiye açısından hem güvenlik hem de ticaret boyutu öne çıkıyor.

PEKİ WASHINGTON-BRÜKSEL HATTININ POLİTİKASI NE?

Zbigniew Brzezinski, belki de tarihte en çok atıf yapılan kitaplardan biri olan “Büyük Satranç Tahtası”nda ABD’nin küresel gücünün en önemli parametresini şu ifadeyle açıklamıştır: “Amerika’nın bugünkü küresel gücünün etkinlik alanı ve yayılımı benzersizdir. Amerika Birleşik Devletleri yalnızca dünyanın bütün okyanuslarını ve denizlerini kontrol etmekle kalmayıp, kendi gücünü siyasi olarak önemli biçimlerde ülkelerin içine yansıtabilen amfibi bir kıyı kontrolü için iddialı bir askeri yetenek geliştirmiştir. Askerî birliklerini; Avrasya’nın, batı ve doğu uçlarında sağlam bir biçimde konuşlandırmıştır ve birlikleri Basra Körfezi’ni de kontrol etmektedir. Washington tarafından kucaklanmayı arzulayan bazı vasal ve tabileri tüm Avrasya’ya yayılmış bulunmaktadır.”

Amfibi kıyı kontrolünü özet olarak “kıtaların kıyı bölgelerini kontrol altında tutmak” olarak tanımlayabiliriz.

Bu çerçeveden bakıldığında Brzezinski’nin elbette çok iyi bildiği bir şey vardı ki, ABD, Karadeniz’de bir varlık gösteremiyordu. Odessa Limanı ve Kırım’a sahip Ukrayna’nın ABD kontrolüne alınması bu açıdan hayatiydi. Böylece Rusya’yı Karadeniz’de belirleyici konumda olmaktan çıkarmıştı.

Ancak önceki satırlarda aktardığımız gibi Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkelerin gerilimden uzak, uzlaşıya dayalı politikaları ve bu kapsamda geliştirilen Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ), Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) gibi siyasete de etki yapan ekonomik ve askeri işbirlikleri, Washington ve Brüksel’deki NATO karargahını bölgeden uzak tuttu. 2000’li yıllarda sıklıkla Montrö’yü tartışmaya açmak istedi. Amaç Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliğiyle Karadeniz’e kıyısı bulunan NATO üyesi sayısının 3’e çıkmasını fırsat bilerek büyük kuvvetleri buraya göndermekti.

Ancak Türkiye dönem dönem bu girişimlere yanıtı çok net verdi. Oramiral Ercüment Tatlıoğlu’nun yaptığına benzer bir uyarı, yine bu tartışmaların yoğun yaşandığı 2006 yılında yapıldı. O yılın Mart ayında Washington’da yapılan Amerikan-Türk Konseyi (ATK) ve Türk-Amerikan İş Konseyi (TAİK) toplantılarına katılan dönemin Genelkurmay Plan ve Prensipler Başkanı Korgeneral Hilmi Akın Zorlu, “Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana Karadeniz’in makul ölçüde sakin olduğunu ve alarm verici bir güvenlik durumunun bulunmadığını” aktararak “Karadeniz’de güvenlik durumunun, kıyısı bulunan ülkelerce kontrol altında tutulabileceğine inanıyoruz” demiştir. Amerikalılar bu açıklamadan hoşnut olmamıştır.

Ancak Ukrayna ve Gürcistan üzerinden Rusya’yı kışkırtmaya devam etmiştir. Bu sürecin sonunda Rusya, Türkiye’nin haklı olarak tanımadığı Kırım’ın işgal ve ilhakını gerçekleştirmiştir. Günümüzdeki Rusya-Ukrayna savaşının önemli bir nedeni, Rusya’yı Karadeniz’den çevreleme niyetidir. Türkiye’nin haklı uyarılarına rağmen Batı kutbu Ukrayna’yla Rusya arasında bir uzlaşıyı teşvik yerine Kiev yönetimini, her desteği verme sözüyle Moskova’nın karşısına çıkarmıştır. Sonuç olarak on binlerce insanın öldüğü, milyonlarcasının olumsuz etkilendiği ve halen de devam eden bir savaş çıkmıştır.

Savaş sürecinde de Türkiye, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin baskısına boyun eğmemiş, yaptırımlara katılmamış ve Ukrayna ve Rusya’ya karşı eşit mesafede bir politika izlemiştir. Batı, şimdilerde Türkiye’yi, Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılması için baskı altına almaya çalışıyor. ABD merkezli ekonomi ağırlıklı haber sitesi Bloomberg, ABD Hazine Bakanlığı Terör ve Finansal İstihbarat Müsteşarı Brian Nelson’ın önümüzdeki hafta Türkiye’ye yapmayı planladığı ziyareti değerlendirerek, yaptırımlar konusunda en üst düzey yetkili olan Nelson’un Rusya karşıtı yaptırımlara uyulmasını isteyeceğini yazdı.

Ayrıca NATO Genel Sekreter Yardımcısı Mircea Geoana’nın da bu ayın başında Bulgaristan’a yaptığı ziyaret ve yaptığı açıklamalar yeniden Karadeniz’i odak yaptı. Geoana, Bulgaristan basınına yaptığı açıklamalarda “Dünyadaki diğer denizlerin sağlaması gereken seyrüsefer özgürlüğü, güvenlik ve istikrar hakkını Karadeniz’e vermek istiyoruz” ifadelerini kullanıp, nihayetinde NATO’nun Karadeniz’de galip geleceğini söyledi.

Buraya bir not düşelim: NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in yardımcısı olan Geoana, aynı zamanda Romanya’nın eski Dışişleri Bakanı. Bu görevi yürütürken, Kasım 2002’de gerçekleştirilen NATO’nun Prag Zirvesi’nin ardından “Genişletilmiş Karadeniz Projesi” fikrini ortaya atmıştı. Sonradan bu projenin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kuruluşu olan Alman Marshall Fonu tarafından desteklendiği ortaya çıktı. Aynı tarihlerde Washington tarafından Ankara’ya Karadeniz baskılarının yapılması kesinlikle tesadüf değildi.

RUSYA NASIL BAKIYOR?

Rusya gelişmelerden hoşnut değil elbette. Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Karadeniz’deki ağırlığını kaybeden Moskova, özellikle 1990’larda gelişen Türk donanmasının Karadeniz’de belirleyici güç olmasını kaygıyla izliyordu. Ancak Türkiye’nin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir çatışma değil de işbirliği zemini oluşturmayı amaçlayan politikaları Moskova’nın endişelerini azalttı. KEİ, BLACKSEAFOR gibi işbirlikleri de bu zeminde gerçekleşti. Ayrıca yine 2004 yılında Karadeniz Uyum Harekâtı, 2006 yılında Karadeniz Sınır Birlikleri ve Sahil Güvenlik Komutanlıkları İşbirliği Forumu geliştirilmiş, bunda da iyileşen Türk-Rus ilişkileri etkili olmuştur.

Enerji boyutunda da Mavi Akım ile başlayan enerji işbirliği de günümüzde bile sürüyor.

Tarihin bir cilvesidir ki, bir dönem Montrö’yü yeniden tartışmaya açan Moskova, günümüzde de Türkiye’nin bu sözleşmeye bağlılığını müttefiklerinin baskılarına rağmen sürdürmesi nedeniyle memnun. Bu, Türkiye’nin yaptığı anlaşmalara bağlılığını da bir devlet politikası olarak sürdürdüğünü gözler önüne seriyor.

Özet olarak Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu’nun uyarıları, günümüze kadar uzanan Batı merkezli bir baskıya yanıt niteliği taşıyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşında ısınan Karadeniz, Türkiye’nin kararlı duruşu devam ettiği müddetçe, çatışmayla değil dönem dönem sıkıntılar da yaşansa Orta Doğulaşmaya kapalı bir alan olarak kalmaya devam edecek.