Ceyhun BOZKURT – 06 Kasım 2023

İsrail ile ABD arasında ciddi bir bağ var.

Bu bağı gerek ABD’deki Yahudi sermayesi üzerinden oluşturulan güçlü lobi ile de açıklayabiliriz ABD’nin bölge ve dünya politikalarında İsrail’in jeopolitik yeri ile de… Ancak bir bağ daha var ki, bu da tehlikeyi gözler önüne serer nitelikte.

En başından beri yaptığımız tanım şudur: İsrail ve ABD’deki Evanjelist ve Siyonistler, DEAŞ’tan farksız bir fundamentalizm, yani kökten dincilik temsilcisidir. Farkları yoktur. Zihniyet aynıdır. Ancak İsrail ve ABD’deki bu akımlar, DEAŞ’tan daha tehlikelidir.

Birinci neden; DEAŞ’ın arkasındaki yönlendirici mekanizmanın başında CIA ve MOSSAD’ın aralarında bulunduğu emperyalist-siyonist istihbarat servisleri olmasıdır. Bunların hedefinde neresi varsa, DEAŞ ve türevleri o sahaya sürülür. Böylece hedef bölge istikrarsızlaştırılır, zayıflatılır, sonra da istenilen kıvama gelince hedef ülkeye son darbe indirilir. Suriye’nin 3’te birinin DEAŞ’tan farksız bir terör örgütünün işgaline açılması sürecinde bunu görmüştük.

İkinci neden de; DEAŞ bir terör örgütü. Doğru yöntemle ezer geçersin. Aynen Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’ndaki gibi… Her biri ayrı kahramanlık hikayesi yazan başta 72 şehidimiz olmak üzere Mehmetçik, operasyonla DEAŞ’ı sildi süpürdü. Sadece o harekatta 2647 DEAŞ’lı terörist imha edilmiştir. Oysa Evanjelistler ve Siyonistlerin elinde küresel gücü olan devletlerin orduları, finansı vardır. Yani DEAŞ’tan kat be kat tehlikelidirler.

Siyonist fanatizmin İsrail’de ne kadar etkili olduğunu, son Gazze soykırımında gördünüz. Diyebilirsiniz ki Evanjelistler ABD’de de ne kadar etkili olabilir ki? Söyleyelim: Armagedon, yani Evanjelistlerin ve Siyonistlerin inandığı Kıyamet Savaşı ile ilgili 1996 yılında ABD’de yapılan bir araştırma, Evanjelistlerin sadece üst tabakaya yerleşmediğini, inançlarını toplum tabanına da yaydıklarını gösteriyor. Sözü geçen araştırmayı Akron Üniversitesi’nden Profesör John Green yapmıştı. Green, Din ve Siyaset Anketi’nde; Hıristiyan yetişkinlerin yüzde 31’inin dünyanın bir Armagedon savaşında son bulacağı inancına katıldığını ya da buna kuvvetle inandığını ortaya koymuştur. Bu durum başka bir ifadeyle 62 milyon Amerikalının söz konusu inanç sistemini kabul ettiğini gösterir. Bu oranı ABD’nin bugünkü nüfusuna göre hesaplarsak 100 milyonu aşan bir kitle ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

İsrail Başbakanı Binyamin Netahyahu’nun atıf yaptığı dini metinlerin anlamı ortada. Ayrıca İsrail’in Nazi kırması Savunma Bakanı Yoav Gallant, “insansı hayvanlarla” savaş halinde olduklarını söylemişti. Yani bu kitle, hedeflerine giden yolda ilerlemeye kararlı ve karşılarındakileri de insan olarak nitelemiyor.

Gallant’ın bu sözlerini kızgınlık veya içindeki Nazi ruhuyla açıklamak mümkün ama işin aslı pek de öyle değil. Bu da sapkın Siyonist inancıyla bağlantılı.

Gelin meseleyi biraz açalım:

KÜRESEL GÜÇ İLE KÜRESEL AKIL

Akasya ağacından yapılma AHİT Sandığı içinde Hz. Musa ve Hz. Harun’dan kalıntı ve emanetlerin bulunduğu, Bakara Suresi 248. ayette de belirtiliyor.

Amerika, Bağdat’ı işgal ettiğinde ABD askerlerinin ilk gittiği yer Ebu Garip Müzesi oluyor ve milattan önceki döneme ait binlerce papirus ve taş yazıtlar uçaklarla ABD/Arizona’ya götürülüyor.

Neden?

Yazıtlarda ve papiruslarda aradıkları tek şey Ahit Sandığı’na ait bir iz, bir delil.

Bu kadar olur mu?

Savaş sadece petrol ve jeopolitik için yapılmadı mı?

Irak bunun içinde mi işgal edildi?

Milyona yakın insan bu yüzden mi öldürüldü?

Soruları çoğaltmak mümkün ama bu sorular abartılı değil, dünyada ekonomik, askeri ve medya gücünü kontrol eden ancak kehanetlerin arkasında koşan bir yapıdan söz ediyoruz.

Musevilerin bu inancı dünyayı kasıp kavuruyor. Zaman içinde siyaset felsefesine dönen bu inanç dünyaya başka bir gözle bakıyor.

Musevilerin inanç dünyasında öne çıkan üç isim bulunuyor.

Birinci isim; İbn-i Meymun veya Haham Memonidis. Endülüs Emevileri döneminde yaşamış bir düşünür, filozof. Tevrat’ı tekrar yorumlamış bir alim, aynı zamanda tabip. İslami ilimlere de vakıf. İbn-i Meymun’a göre İsrailoğulları dünyanın efendileridir, diğer insanlar ise köledirler.

İkinci İsim; Charles Darvin isimli Musevi asıllı biyolog. Türlerin Evrimi teorisinin mimarıdır.

Üçüncü isim; Leo Strauss, Alman Yahudisi. Amerika’daki Neo Con fikrinin kurucusu. Leo Strauss’un siyaset felsefesinin temeli İbn-i Meymun’un Tevrat Tefsiridir.

Şimdi tekrar dönelim İbn-i Meymun ya da Yahudilerce anılan ismiyle Haham Memonidis’e….

İbn-i Meymun Tevrat tefsirinin bir bölümünde; “yeni bir dünya düzeni kurulmalı. Bu dünya düzeni kurulurken de dünyayı Tanrının seçilmiş kulları İsrailoğulları yönetmeli” diyor. Bu da Kral Davut soyundan bir Mesih geldiğinde gerçekleşecek diye bahsediyor.

Biliyorsunuz Hz. İbrahim’in ilk eşi Sare’den çocuğu olmuyor. Hz. İbrahim eşinin izni ile cariyesi Hacer ile evleniyor ve İsmail isimli bir oğlu dünyaya geliyor. Sonraları Sare’den İshak isimli oğlu dünyaya geliyor.

İşte Musevi inancına göre bizler Hz. İbrahim’in cariye eşinden doğan İsmail’den geldiğimiz için köleyiz. Onlar ise Hz. İbrahim’in ilk eşinden yani esas eşi Sare’den olan İshak’tan geldikleri için İsrailoğulları efendi. Bizler ise onlara hizmet etmek için yaratıldık.

İsrailoğulları ve özelde Siyonistler “Dünyayı artık bizler yönetmeliyiz anlayışındalar. Bu anlayış, bu inanç ve düşünce, kendilerini üstün insan kategorisinde görüyor, diğer insanları mutlaka yönetilmesi gereken insanlar olarak görüyor ve hatta  bu insanların nasıl yönetilmesi gerektiği hususunda kurallar manzumesini dünyada belirlemeye çalışıyorlar.

İşte Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası üst kuruluşların hali pür meali. Yani oluşturulmuş bir düzen/yap… Kim kurguladı bu düzeni ÜST AKIL denilen bu olmasın?

Şimdi İsrail ve Siyonist çevreler yukarıdaki açıklamaları bu netlikle elbette söylemiyorlar çünkü bunu direk böyle dile getirseler Hristiyanları karşılarına alacaklar bu nedenle başka türlü söylüyorlar.

Bu söylemi Leo Strauss siyaset felsefesinde şöyle açıklıyor; Bütün toplumlarda halk ayak takımıdır. Bu yapının ana mekanizması dünyayı yöneteceğine ve dünyanın kendi emrine verildiğine inanan siyonist bir anlayıştan türeyen bir organizasyondur.

Tevrat’ta; “Allah, Yahudi’yi yarattı” ayeti geçiyor. Burada bu ayette illiyet kurdukları çok önemli bir konu var. Darwin’in “insanın maymundan evrimleşerek gelme” teorisi ile bilimi kullanarak bilimsel olarak “sizler maymundan geliyorsunuz ama onlar (yani Yahudiler) insan olarak yaratıldı” deniyor.

Görüldüğü üzere insan görünümlü hayvanlar meselesinin temelinde fanatik ve sapkın bir inanç yatıyor.

Bunlara göre dünyada en önemli şey İsrailoğullarının güvenliğidir. İsrailoğullarının güvenliği olmazsa olmaz. Fakat biz sosyalist, kapitalist sistemlerle bunu sağlayamadık demokrasi ile sağlayamadık onun için yeni bir model oluşturulmalı ‘seçkinci bir model’ oluşturulmalı diyorlar.

Dünyayı Tanrının seçilmiş ırkı İsrailoğulları yönetirken şimdilik ama şimdilik diğer ülkeleri de o ülkenin seçkinleri yönetmeli, diyorlar. Ayak takımı olarak gördükleri halk ise sadece çalışır ve askerlik yapar.

Kendi teorilerini uygulayabilmek için “siz insana benzeyen yaratıklarsınız ve bize hizmet etmek için yaratıldınız ama biz Tanrı tarafından insan (Yahudi) olarak yaratıldık” düşüncesine inanıyorlar ve bütün çabaları bunu gerçekleştirmek için.

Buradan günümüze dönecek olursak, konu hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanlarla beyni kirlenmişler Filistin’de yaşanan savaşı ve İsrail’in soykırımını “Hamas saldırdı” noktasına indirgiyorlar ve “İsrail meşru müdafaa hakkı kullandı/kullanıyor” vb. söylemlerde bulunuyorlar.

İşgalcinin meşru müdafaası nasıl oluyor? Filistinliler, işgal edilmiş topraklarını kurtarmanın ve sürüle sürüle sıkıştırıldığı hatta daha açık bir ifade ile hapsedildiği yerde nefes almanın derdinde.

Ama cehalet sadece bu konuyla ilgili değil.

“FİLİSTİNLİLER TOPRAK SATTI” YALANI

Bir başka cehalet de tarih bilmezlik veya tarihi sadece Batılı gözle okuma. Bu sefer de Batı’nın yıllarca bilinç altı kurgulaması sonucu oluşturduğu dezenformasyona hizmet ediyorlar.

Neymiş?

Araplar toprak satmış….

Kısaca anlatırsak, Osmanlı hakimiyetindeki bölgenin İngilizler tarafından 1917 yılında işgal edildiğinde Yahudilerin bütün Filistin’de mülkiyetlerinde olan toprak oranı yüzde 1’in altındaydı. İşgal sonrasında önce İngiliz İşgal İdaresi, akabinde sömürgeci manda yönetimi kuruldu. Lord Arthur Balfour’un 1917 yılındaki meşhur deklarasyonunu hepiniz biliyorsundur.

Manda yönetimi esnasında 1917’den 1947 yılına geçen sürede Yahudiler, İngiliz manda yönetiminin desteğiyle bütün Filistin’de yüzde 6-8 arasında bir toprağa sahip oldu. İkinci Dünya Savaşı sürerken Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesi planlandı. Bunu İngiliz İstihbaratçı Richard Deaco’un “İsrail Gizli Servisi” isimli kitabında, İngilizlere manda yönetimine karşı silahlı eylemler yapan gruplardan birinin lideri olan Abraham Stern’in, 1941 yılında Hitler ile bir plan üzerinde anlaşmak için çabaladığını yazar. Stern’in planına göre Hitler Yahudilerden kurtulmak istiyorsa, Yahudilerin Alman gemileriyle Filistin’e göçünü sağlamalıydı. Bugünden bakıldığında soykırım, milyonlarca masum Yahudi’yi hayattan, akrabalarından ve yaşadığı topraklardan koparırken, Stern’in, perde gerisinde de Siyonistlerin planına da hizmet etmiş oluyordu. Yani Yahudiler toplu olarak Filistin’e göçe başlamışlardı.

Sonrasında İngilizler Filistin’den çıktı ve idareyi Birleşmiş Milletler(BM)’e bıraktı. O dönemdeki BM, Filistin ve İsrail isimli iki devlet kurulmasını kabul etmişti. Yahudiler önceden hazırlıklı oldukları için İsrail’i hemen kuruyorlar. ABD, İsrail’i 8 dakika sonra tanıdı.

İşte Filistinlilerin devleti ilan edilmeden önce İsrail yönetimi kendi sınırları içinde kalan Filistinlilerin topraklarına el koyup sürdü ve iki halk arasında çatışma dönemi başladı. Arap dünyasında 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde Mısır, Suriye  Ürdün gibi ülkeler müttefik askeri güçleri ülkelerinden çıkartma gayreti içindeydiler ve Filistin daha devletini kuramamış durumdaydı. Ama Yahudiler, 2. Dünya Savaşı’nda müttefiklerden askeri eğitim almış, İngiliz manda idaresi altındayken gayri resmi olarak siyasi ve idari teşkilatlarını oluşturmuş, İrgun, Haganah gibi terör örgütlerini kurmuş, silahlanmış, çatışmaya girme ve eylem yapma gibi yetenekler kazanmışlardı. Devletlerini kurar kurmaz da kendi sınırları içindeki Arap nüfusu topraklarından sürmeye başladı, direnenlere silah kullandı. İsrail, devletin ilanından bir gün sonra, 15 Mayıs 1948’de, sadece bir günde yaklaşık 750 bin Filistinliyi topraklarından sürdü. Filistinliler o günü Nekbe, yani Büyük Felaket olarak adlandırdı. Ama Nekbe sonrasındaki yıllarda da sürdü. İsrail genişlemeye, yani işgallere devam etti, ediyor.

Özetle toprak satışı yoktu ve bu tamamen siyonist Yahudi propagandasından öte bir şey değildi.

Günümüze kadar çok sayıda anlaşma ve girişimi olsa da, bir önceki bölümde biraz detaylandırdığımız ABD-İsrail bağı dolayısıyla kaybeden hep Filistinliler oldu.

Devam edeceğiz…

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.