Üçüncü Dünya Savaşı’nın içindeyiz

Üçüncü Dünya Savaşı’nın içindeyiz

Ceyhun BOZKURT – 11 Ekim 2023

Ders kitaplarında Almanya’nın 1871’de Bismark liderliğinde siyasi birliğini tamamlamasının ardından Avrupa’da dengelerin değiştiği, yine siyasi birliğini tamamlayan İtalya’nın sömürgecilik girişimlerine başladığı anlatılır.

Binlerce sayfalık kitap konusu olan bu gelişmelerin sonucunda 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı resmen başlamıştır.

Biz de Rus Harbi, Balkan Savaşları ve Trablusgarp Harbi’ni sayarsak, fiili mücadeleye Birinci Dünya Savaşı’ndan çok önce başlamıştık.

Ateşlenen fitil ise Avusturya-Macaristan veliaht prensinin Saraybosna’da suikast sonucu öldürülmesi oldu.

Yani Birinci Dünya Savaşı resmen 1914’te başlamış olsa da esas yani fiilen başlangıç tarihleri 1870’li yıllara uzanır.

İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı da 1939’dan 20 yıl öncesine dayanmakta.

O tarihte Almanya’nın ağır bir tazminata ve adeta ekonomik yıkımına yol açan Versay Antlaşması imzalanmıştı. Yaşanan yıkım o kadar büyüktü ki, Almanlar, güçlü ve zengin Alman ırkı söyleminin peşinden giderek Hitler’i ve Nazileri desteklemeye başladı.

Sonuç; dünyanın yeniden şekillenmesi taleplerinin çatışması oldu.

***

Günümüze gelelim.

1991 yılıyla beraber tek Süper Güç dönemi başlamıştı. ABD bu sürece Irak’a yaptığı saldırıyla başladı. Irak’ı o tarihten itibaren fiilen üçe böldü ve 2003 yılındaki işgalin altyapısını oluşturdu. Bununla yetinmedi, bölgemize yönelik saldırganlığını artırdı.

Aynı dönem vekalet savaşları giderek yayıldı. Dönemin güçlüleri olan ABD ve AB, hedef ülkeleri zayıflatmak için terörizmi ve terör örgütlerini kullanırken, kendi zulümlerine karşı direnişleri terörizm olarak tanımladı. Bu bir stratejinin parçasıydı.

Bunlara ek olarak Yugoslavya’nın parçalanması, NATO’nun genişlemesi, Karabağ’ın işgali, Afganistan’ın işgali, KKTC’nin ve Kıbrıs Türk’ünün etkisizleştirilmesi, Doğu Akdeniz ve Ege’nin Yunan-Rum ikilisine (perde arkasında kendilerine) devredilme girişimleri, Arap Baharı adı altında ülkelerin dizayn çabaları vb. çok sayıda olay tek bir amaca hizmet ediyordu: Dünyada tam hakimiyet, dirençli ülkelerin zayıflatılması/parçalanması, tüm denizlere hakimiyet, enerji ve ticaret koridorlarını kontrol altına almak.

ABD’nin işgal hareketlerinin yanında son dönemlerde adım adım ülkeler arası çatışmalar yükselmeye başladı. Rusya-Ukrayna savaşı, 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşından çok daha şiddetli ve etkiliydi. Halen süren savaşın insan kayıpları ve trajedilerin yanı sıra ekonomileri etkileyen enerji, tahıl başta olmak üzere ticaret boyutları tüm dünyayı etkiledi.

İsrail ile Hamas, yani Filistin arasında başlayan savaşın da yine bölgemiz başta olmak üzere küresel etkilerini göreceğiz. ABD’nin Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndermesi, gerilimi tırmandıracaktır.

Bu konu üzerinden çatışmanın Lübnan ve Suriye sahasına yayılması ve olası İran/ABD-İsrail gerilimi de fay hatlarını daha fazla kırılganlığa itecektir.

Azerbaycan, Türkiye’nin desteğiyle kendi toprağı Karabağ’ın bütününü işgalden kurtardı. Artık Hazar Havzasını da etkileyecek şekilde Güney Kafkasya’da kartlar yeniden karılıyor.

Bölgemizdeki gelişmelere Türkiye’nin ABD aparatı terör örgütleriyle mücadelesi de eklemek gerekir.

Afrika’da Batı ülkelerine yönelen tepkiler ve askeri darbe yöntemiyle de olsa gerçekleşen iktidar değişiklikleri küresel güvenlik ve ekonomide ciddi sarsıntılara yol açmakta ve açmaya devam etmekte.

ABD ve müttefiklerinin Çin’i kuşatma adına Tayvan ve Güney Çin Denizi üzerinden yaptığı girişimler de gerilimi tırmandırıyor.

Balkanlar da adım adım ısınıyor, ki Balkanlar bir dünya savaşının olmazsa olmaz çatışma bölgesi olma özelliğini kaybetmiş değil.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı merkezli kurulan siyasi-askeri birliklerin/ittifakların karşısında Şangay İşbirliği Örgütü, Türk Devletleri Teşkilatı gibi öne çıkan yapılanmaları da bu bölüme ekleyebiliriz.

***

Çatışma dinamiklerini tetikleyen ise aynen Birinci Dünya Savaşı öncesindeki ekonomik ve siyasi yükselişler-düşüşler ve yeni ittifak dinamikleri. Yükselen ekonomik güçler Çin, Hindistan’ın küresel ekonomik denkleme girdi. Batı’nın dünya ekonomisindeki payının giderek azaldı. Beş ülke öncülüğünde kurulan ve son Güney Afrika zirvesinde genişleyen BRICS, G-7’nin karşısına dikildi.

Türkiye başta olmak üzere çok sayıda ülkenin milli üretim hamleleriyle ekonomideki bağımlılık ilişkilerini azaltması ve küresel ekonomide etkilerinin artması da bu konuda önemli bir veri sayılır.

Üstüne üstlük ticaret koridoru mücadelesi de giderek arttı. Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesinin karşısına ABD, Hindistan-BAE-Suudi Arabistan-Ürdün-İsrail üzerinden Avrupa’ya ulaşan koridorla IMEC’i çıkardı. IMEC ile Türkiye, Irak, Suriye ve Süveyş Kanalı’ndan ciddi geliri olan Mısır devre dışı bırakılmıştı. Ancak projede daha ilk adımlar atılırken İsrail-Filistin savaşı bu projeyi riske soktu.

Alt alta sayacağımız çok sayıda başka gelişmeyi de düşündüğümüzde farkındaysanız biz Üçüncü Dünya Savaşı’na başlamış durumdayız.

 

Ceyhun BOZKURT – 11 Ekim 2023

Ders kitaplarında Almanya’nın 1871’de Bismark liderliğinde siyasi birliğini tamamlamasının ardından Avrupa’da dengelerin değiştiği, yine siyasi birliğini tamamlayan İtalya’nın sömürgecilik girişimlerine başladığı anlatılır.

Binlerce sayfalık kitap konusu olan bu gelişmelerin sonucunda 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı resmen başlamıştır.

Biz de Rus Harbi, Balkan Savaşları ve Trablusgarp Harbi’ni sayarsak, fiili mücadeleye Birinci Dünya Savaşı’ndan çok önce başlamıştık.

Ateşlenen fitil ise Avusturya-Macaristan veliaht prensinin Saraybosna’da suikast sonucu öldürülmesi oldu.

Yani Birinci Dünya Savaşı resmen 1914’te başlamış olsa da esas yani fiilen başlangıç tarihleri 1870’li yıllara uzanır.

İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı da 1939’dan 20 yıl öncesine dayanmakta.

O tarihte Almanya’nın ağır bir tazminata ve adeta ekonomik yıkımına yol açan Versay Antlaşması imzalanmıştı. Yaşanan yıkım o kadar büyüktü ki, Almanlar, güçlü ve zengin Alman ırkı söyleminin peşinden giderek Hitler’i ve Nazileri desteklemeye başladı.

Sonuç; dünyanın yeniden şekillenmesi taleplerinin çatışması oldu.

***

Günümüze gelelim.

1991 yılıyla beraber tek Süper Güç dönemi başlamıştı. ABD bu sürece Irak’a yaptığı saldırıyla başladı. Irak’ı o tarihten itibaren fiilen üçe böldü ve 2003 yılındaki işgalin altyapısını oluşturdu. Bununla yetinmedi, bölgemize yönelik saldırganlığını artırdı.

Aynı dönem vekalet savaşları giderek yayıldı. Dönemin güçlüleri olan ABD ve AB, hedef ülkeleri zayıflatmak için terörizmi ve terör örgütlerini kullanırken, kendi zulümlerine karşı direnişleri terörizm olarak tanımladı. Bu bir stratejinin parçasıydı.

Bunlara ek olarak Yugoslavya’nın parçalanması, NATO’nun genişlemesi, Karabağ’ın işgali, Afganistan’ın işgali, KKTC’nin ve Kıbrıs Türk’ünün etkisizleştirilmesi, Doğu Akdeniz ve Ege’nin Yunan-Rum ikilisine (perde arkasında kendilerine) devredilme girişimleri, Arap Baharı adı altında ülkelerin dizayn çabaları vb. çok sayıda olay tek bir amaca hizmet ediyordu: Dünyada tam hakimiyet, dirençli ülkelerin zayıflatılması/parçalanması, tüm denizlere hakimiyet, enerji ve ticaret koridorlarını kontrol altına almak.

ABD’nin işgal hareketlerinin yanında son dönemlerde adım adım ülkeler arası çatışmalar yükselmeye başladı. Rusya-Ukrayna savaşı, 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşından çok daha şiddetli ve etkiliydi. Halen süren savaşın insan kayıpları ve trajedilerin yanı sıra ekonomileri etkileyen enerji, tahıl başta olmak üzere ticaret boyutları tüm dünyayı etkiledi.

İsrail ile Hamas, yani Filistin arasında başlayan savaşın da yine bölgemiz başta olmak üzere küresel etkilerini göreceğiz. ABD’nin Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndermesi, gerilimi tırmandıracaktır.

Bu konu üzerinden çatışmanın Lübnan ve Suriye sahasına yayılması ve olası İran/ABD-İsrail gerilimi de fay hatlarını daha fazla kırılganlığa itecektir.

Azerbaycan, Türkiye’nin desteğiyle kendi toprağı Karabağ’ın bütününü işgalden kurtardı. Artık Hazar Havzasını da etkileyecek şekilde Güney Kafkasya’da kartlar yeniden karılıyor.

Bölgemizdeki gelişmelere Türkiye’nin ABD aparatı terör örgütleriyle mücadelesi de eklemek gerekir.

Afrika’da Batı ülkelerine yönelen tepkiler ve askeri darbe yöntemiyle de olsa gerçekleşen iktidar değişiklikleri küresel güvenlik ve ekonomide ciddi sarsıntılara yol açmakta ve açmaya devam etmekte.

ABD ve müttefiklerinin Çin’i kuşatma adına Tayvan ve Güney Çin Denizi üzerinden yaptığı girişimler de gerilimi tırmandırıyor.

Balkanlar da adım adım ısınıyor, ki Balkanlar bir dünya savaşının olmazsa olmaz çatışma bölgesi olma özelliğini kaybetmiş değil.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı merkezli kurulan siyasi-askeri birliklerin/ittifakların karşısında Şangay İşbirliği Örgütü, Türk Devletleri Teşkilatı gibi öne çıkan yapılanmaları da bu bölüme ekleyebiliriz.

***

Çatışma dinamiklerini tetikleyen ise aynen Birinci Dünya Savaşı öncesindeki ekonomik ve siyasi yükselişler-düşüşler ve yeni ittifak dinamikleri. Yükselen ekonomik güçler Çin, Hindistan’ın küresel ekonomik denkleme girdi. Batı’nın dünya ekonomisindeki payının giderek azaldı. Beş ülke öncülüğünde kurulan ve son Güney Afrika zirvesinde genişleyen BRICS, G-7’nin karşısına dikildi.

Türkiye başta olmak üzere çok sayıda ülkenin milli üretim hamleleriyle ekonomideki bağımlılık ilişkilerini azaltması ve küresel ekonomide etkilerinin artması da bu konuda önemli bir veri sayılır.

Üstüne üstlük ticaret koridoru mücadelesi de giderek arttı. Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesinin karşısına ABD, Hindistan-BAE-Suudi Arabistan-Ürdün-İsrail üzerinden Avrupa’ya ulaşan koridorla IMEC’i çıkardı. IMEC ile Türkiye, Irak, Suriye ve Süveyş Kanalı’ndan ciddi geliri olan Mısır devre dışı bırakılmıştı. Ancak projede daha ilk adımlar atılırken İsrail-Filistin savaşı bu projeyi riske soktu.

Alt alta sayacağımız çok sayıda başka gelişmeyi de düşündüğümüzde farkındaysanız biz Üçüncü Dünya Savaşı’na başlamış durumdayız.

 

En Çok Okunanlar!