Bercan TUTAR – 09 Temmuz 2024

 

Soykırımcı Siyonist rejimin ve ona destek veren en büyük suç ortağı Batı’nın liberal emperyalizminin krizi derinleşiyor. Zira Hamas direnişi sömürgeci soykırımcıların bütün paradigmasını yerle bir etti. Siyonist teolojiyi ve İsrail’in yenilmezlik mitine ağır darbeler indirdi. Sami El-Arian’ın Middle East Eye sitesindeki yazısında da detaylıca dile getirdiği gibi 7 Ekim saldırısı İsrail’in askeri yenilmezliği efsanesini sonsuza dek yok etti. Yani bir bakıma Hamas’ın Gazze’deki direniş lideri Yahya Sinvar’ın öngörüsü doğru çıktı. Çünkü gelişmeler Sinvar’ı doğruluyor. Küresel, bölgesel ve ulusal jeo-politik okuması doğru çıkan Hamas lideri Sinvar, 7 Ekim 2023’teki Mescid-i Aksa Tufanı taarruzunu neden başlatmak zorunda olduklarına dair iki kritik gerekçeyi daha Aralık 2022’de açıklamıştı.

Yahya Sinvar, 6 Aralık 1987’de Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz el Rantisi ve Muhammed Taha tarafından Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kurulan Hamas’ın 35’inci yıldönümünde yaptığı tarihi konuşmada, “Direnişin tüm biçimlerini tırmandırmak, işgal ve sömürgeci yerleşimin faturasını işgalcilere ödetmek, halkımızın kurtuluşunun ve geri dönüş hedeflerine ulaşmasının tek yoludur” demişti.

Bunu nasıl yapacaklarıyla ilgili sergilediği siyasi kararlılık ve öngörüleriyle Sinvar, Aksa Tufanı’nın yol haritasını ve bu saldırıdan sonra ortaya çıkacak askeri, insani, ahlaki, diplomatik ve jeo-politik gelişmelere dair süreci şöyle tanımlamıştı: “Bugün inisiyatif almayan yarın pişman olacak. Kredi, ilk giden ve doğru olduğunu kanıtlayana gider. Kimsenin sizi iç anlaşmazlıkların, bombalamaların ve kavgaların meydanlarına geri götürmesine izin vermeyin. Faşizm tehdidi başımızın üstünde belirirken buna zamanımız yok. Birkaç ay içinde ve kendi tahminime göre bu bir yılı geçmeyecek, işgalcileri iki seçenekten birinin önüne koyacağız…

Ya uluslararası hukuku uygulamaya, uluslararası kararlara saygı duymaya, yani Batı Şeria ve Kudüs’ten çekilmeye, yerleşimleri dağıtmaya, esirleri serbest bırakmaya ve mültecilerin geri dönüşüne izin vermeye zorlarız…

Ya da bu işgali tüm uluslararası iradeyle çelişkili bir duruma sokarız, böylece onu sağlam ve son derece izole ederiz. Bölgedeki ve tüm dünyadaki entegrasyon durumuna son veririz. Geçmiş yıllarda var olan direniş ve tüm hayır cephelerinde meydana gelen çöküş durumunu tersine çeviririz.”

Nitekim gelişmeler tam da Sinvar’ın dediği gibi oldu. İsrail uluslararası alanda daha önce hiç olmadığı kadar tecrit edilmiş durumda. En yüksek iki uluslararası mahkemenin pençesinde. Başlıca destekçileri olan ABD ve İngiltere, uluslararası yaptırımların artmasını durdurmaya çalıştıkça daha da batıyor. Korku duvarlarını aşan küresel vicdanı durduramıyorlar.

İlginizi çekebilir!  2024’te Türkiye Ekonomisi

Hatta diyebiliriz ki soykırımcıları sıkıştıran gelişmeler Hamas’ın askeri kanat lideri Sinvar’ın öngörüsünün de ötesinde ölümcül olmaya başladı. Çünkü İsrail’in Hamas saldırısına verdiği feci yanıt, müttefikleri ve düşmanları için bölgesel hegemon olarak geleceğini ve hatta varlığını sürdürmesini dahi tehlikeye attı.

Oysa 7 Ekim saldırısından iki hafta önce 22 Eylül 2023’te, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada zafer sarhoşluğu içinde İsrail’in gücü ve statüsüyle kalkan olduğu ‘Yeni bir Orta Doğu’nun doğduğunu anlatıyordu.

Hindistan’dan başlayıp Basra Körfezi, BAE , Suudi Arabistan ve Ürdün’den geçerek İsrail’in liman kenti Hayfa’ya ulaşan ve en sonunda Avrupa’da son bulan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Koridoru’nu (IMEC) gösteren haritayı da bu yeni Orta Doğu’nun kanıtı olarak elinde tutuyordu .

Fakat bu sömürgeci plan, Hamas’ın 7 Ekim saldırısının ardından tuzla buz oldu. Gazze’de yaşanan akıl almaz yıkıma rağmen… İsrail, askeri doktrininin aşınmasıyla büyük bir stratejik yenilgiye uğradı. Siyonist rejim ve Biden yönetimi, 7 Ekim saldırısından sonra büyük ölçüde zedelenen İsrail ordusunun yenilmezlik imajını yeniden tesis etmeye kararlıydı. Bu amaçla Gazze’de büyük bir yıkım yaparak şehri yaşanmaz hale getirmek ve özellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmak üzere halkını ağır şekilde cezalandırmak için kasıtlı olarak soykırımcı bir savaş başlattılar.

Ne var ki Gazze’de son dokuz ayda yaşanan akıl almaz soykırıma, Filistinlilerin daha önce görülmemiş sayıda yaralanmasına ve ölümüne, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmemiş düzeyde yıkıma rağmen, İsrail askeri doktrininin aşınmasıyla büyük bir stratejik yenilgiye uğradı.

Zira bu doktrin, Siyonist devletin yetmiş yıldan fazla bir süre önce kurulduğundan beri varlığını ve güvenliğini sağlamak için dayandığı bir dizi vahşi askeri ilkeden oluşuyordu.

Ancak Hamas’ın yetimler ordusu İsrail’in ulusal güvenlik doktrininin temel direklerinden olan “güvenli sınırlar” kavramını yerle bir ederek Siyonist teolojide ve ideolojide tarihi bir gedik açtı.

İsrail’in 1956 ve 1967’de Mısır’ın Sina yarımadasına yaptığı işgaller, onu bir tampon bölge haline getirmek için tasarlanmıştı. Mısır rejimi 1979’da İsrail ile bir “barış antlaşması” imzalamayı kabul ettiğinde bile, anlaşma Sina’yı etkili bir şekilde bir tampon bölge haline getirerek Mısır’ın oradaki egemenliğini ve askeri varlığını sınırladı. Benzer şekilde, İsrail rejimi 1967’de Suriye’nin Golan Tepeleri’ni işgal etti ve 1981’de orada bir tampon bölge kurma bahanesiyle ilhak etti. Bir yıl sonra, 1982’de İsrail, kuzey sınırlarının yaklaşık 27 km ötesinde bulunan Litani Nehri’ne kadar uzanacak bir tampon bölge sağlamak amacıyla Lübnan’ı işgal etti. İsrail aynı mantığı kullanarak Ürdün Vadisi’nin Ürdün’le tampon bölge görevi görmesi için her zaman kendi kontrolünde olması gerektiği konusunda da ısrarını sürdürüyordu.

İlginizi çekebilir!  Zihinsel Yorgunluk ve Stresle Başa Çıkmak - Rabia Yavuz

Dolayısıyla 7 Ekim saldırıları ve ardından birden fazla cephede gerçekleşen savaşlar, güvenli İsrail sınırları kavramının bir efsane olduğunu gösterdi. Uzun menzilli roketler, balistik füzeler ve yüksek isabetli insansız hava araçları da dâhil olmak üzere gelişmiş askeri teknolojideki son gelişmelerle, direniş grupları İsrail devletinin derinlikleri de dâhil olmak üzere hassas hedefleri istedikleri zaman vurabildiklerini kanıtladı.

Böylece İsrail’in önleyici saldırılar, erken uyarı sistemleri, etkili caydırıcılık, güçlü savunma, hızlı çözüm ve mutlak hakimiyete dayalı askeri doktrini Gazze’de mezara gömüldü.

7 Ekim saldırısı ve sonrasındaki gelişmeler İsrail halkının askeri ve siyasi liderlerine olan güvenini sarstı. Kısacası, ABD ve Avrupa’nın en son ve en gelişmiş askeri teknolojisine sahip olmasına rağmen, son birkaç ayda çeşitli cephelerde yaşanan çatışmalar İsrail’in artık vatandaşlarını herhangi bir tehditten etkili bir şekilde savunamadığını gösterdi.

İsrail’in eski savunma bakanı olan Avigdor Lieberman bu acı faturayı şu şekilde itiraf etmişti: “Gazze’de bir tugayı kaybettik…” Bir tugay 2 bin ila 5 bin asker demek. Yine de askeri sözcüler kamuoyuna yalnızca 600’den az askerin öldüğünü kabul ediyor. Savunma Bakanlığı’na göre de İsrail’in yaklaşık 9 bin askeri de sakat kaldı.

Bu başarısızlık, siyasi sınıfın ciddi biçimde kutuplaşmasına ve İsrail ordusu ile toplumunun daha da moralsizleşmesine yol açtı.

Geldiğimiz aşamada dünya kamuoyuna yönelik propaganda savaşını da kaybeden İsrail’in bu vahşet politikasıyla bölgede hayatta kalma kapasitesi hayli azalmış durumda. ABD ve Avrupalı müttefiklerinin bölgedeki varlığı ve nüfuzunun giderek azalması da bölgedeki post-İsrail sürecini daha da hızlandıracaktır. Yani Netanyahu’nun 22 Aralık 2022’de BM kürsüsünden dünyaya ilan ettiği İsrail’e göre yeni bir Orta Doğu projesi çöktü. Artık dünya İsrail sonrası yeni bir Orta Doğu projesini konuşuyor.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.