Adem KILIÇ – 29 Temmuz 2024
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma ile birlikte, Kongre’de en fazla konuşma yapan yabancı devlet adamı oldu.
Netanyahu, Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin 52’si ayakta olmak üzere 71 defa alkışladığı konuşmasında, çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 40 bine yakın Filistinlinin kanı elinde olan bir soykırımcı gibi değil de sanki zafer kazanmış bir komutan edası davrandı.
Ancak gerçek, kesinlikle Kongre salonunu sirke çeviren bir avuç azınlığın yansıttığından çok farklı…
7 Ekim ve ardından Gazze’de yaklaşık on aydır süren soykırım, Netanyahu’nun söylemlerinde yer verdiğinin aksine ne kendisinin ne de İsrail’in itibarına hiçbir katkı sağlamadı.
Dünya genelinde pek çok kişi yaşananların İsrail’in devletinin “sonunun başlangıcı” olduğunu düşünüyor.
Daha geçtiğimiz hafta İsrail, Husilerin Tel Aviv’e düzenlediği ve İsrail’in Demir Kubbe savunma sistemlerini aşan insansız hava aracı saldırısının ardından Yemen’e düzenlediği hava saldırısıyla savaşta üçüncü bir cephe açtı.
İsrail şimdi ise İsrail’in işgali altındaki Golon Tepeleri’nde bulunan Mecdel Şems saldırısından dolayı Lübnan’a karşı da yeni bir cephe açmaya hazırlanıyor.
İsrail şu anda siyasi ve askeri açıdan son on yılların en zayıf noktasında bulunuyor. Yaygın protestolar ve boykotlar ivme kazandıkça ve çok sayıda ülke Filistin’i tanıma adımları atıyor ve onlarca yıllık yaygın uluslararası destek çöküyor.
2024 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Vietnam Savaşı’ndan bu yana en yaygın üniversite protestoları yaşanmış, hatta bu protestolar Avrupa ve Asya’daki kampüslere de yayılmıştı. Bu protestoların ardından ise İspanya, İrlanda, Malta ve Slovenya gibi çok sayıda ülke Filistin Devleti’ni resmi olarak tanıdı.
Netanyahu’nun, en sadık müttefiki olan ABD’nin bile savaşa son verilmesi yönündeki çabalarına ve Biden’ın dünya kamuoyuna açıkladığı 3 aşamalı barış planına rağmen savaşı sürdürme inadı, İsrail devletinin yok olması pahasına da olsa kendini kurtarmaya çalıştığını gösteriyor.
Netanyahu’nun aşırı sağcı politikaları Batı’da pek çok kişinin Netanyahu karşıtı bir söylem izlemesine neden oldu. Bu kesimler, Netanyahu ve hükümetinin istifa etmesi çağrısında bulunuyor ve İsrail’in ırkçı ve sömürgeci politikalarından dolayı hükümetini suçluyorlar.
Ancak bu yaklaşım Netanyahu’yu İsrail’den izole ettiği ve İsrail’i kendi sorunlu tarihinden, politikalarından ve toplumundan sterilize etmeye çalıştığı için sorunludur. Zira İsrail halkının da çok farklı düşünmediği araştırmalarda kendisini göstermektedir.
Şubat ayında İsrail devlet medyası tarafından yapılan bir anket, İsraillilerin yüzde 72’sinin Gazze’ye hiçbir yardımın girmesine izin verilmemesi gerektiğine inandığını ortaya koydu. Savaşın başlamasından bir ay sonra yapılan bir anket ise İsraillilerin yüzde 94’ünün İsrail ordusunun Gazze’de yeterli ateş gücü kullanmadığına inandığını gösterdi.
İsrail kendisini sürekli olarak “Orta Doğu’daki tek demokrasi” olarak lanse etti. Ancak İsrail yönetimi dünyanın gözü önünde bir soykırım gerçekleştirdiğinde insan hakları, uluslararası hukuk ve demokrasinin sadece bir anlatıdan ibaret olduğu ortaya çıktı.
Bunun bir soykırım olduğu konusunda sesinin yükseltmeye çalışan birçok kişi de, Netanyahu’nun İsrail toplumunu temsil etmeyen aykırı bir isim olduğu söylemini ortaya atarak İsrail’in değil Netanyahu ve yönetiminin suçlu olduğunu ima etmeye çalışıyor.
Ancak gerek detaylarını verdiğim bu iki anket, gerekse de Netanyahu’nun son 15 yıl içerisinde 3 defa iktidara gelmesi gibi gerçekler, aslında İsrail’in halkının çoğunluğunun da aynı düşüncede olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Zira Netanyahu’nun üçüncü başbakanlık dönemi ve ülke tarihinde en uzun süre görev yapan başbakan.
Netanyahu’nun bu görev süreleri boyunca, Gazze’ye karşı yürüttüğü ve binlerce kişinin ölümüne yol açan önceki saldırılarına ve liderliği altında sözde yerleşim yerlerini genişletilerek ilhaka devam etmesinden dolayı İsrail halkı hiçbir zaman rahatsız olmadı.
İsrailliler ancak Netanyahu’nun politikaları İsrail’deki kamusal yaşamı etkilemeye başladığında ona karşı tavır almaya başladılar ve Yüksek Mahkeme kararlarını protesto için geçtiğimiz yıl sokaklara döküldüler.
Ancak aynı yüksek mahkeme, 1970’lerden bu yana Batı Şeria ve Kudüs’te uluslararası hukuka aykırı olarak yerleşim yerleri adı altında işgale izin verirken, yine aynı halk asla sesini yükseltmedi.
Özetle Netanyahu’da gördüğümüz şey bir anormallik değil, aksine İsrail’de artan ırkçılık eğiliminin ve İsrail halkının düşüncelerinin tezahürüdür.
Diğer yandan İsrail savaş nedeniyle milyarlarca dolar kaybetti ve İsrail medyasının geçtiğimiz ay yayınladığı rapora göre İsrail’de 600 den fazla şirket iflas etti. İsrail, Kızıldeniz’de Husiler tarafından önemli nakliye yollarının aylarca kesintiye uğratılmasının ardından kısa süre önce Eilat limanını hareketsizlik nedeniyle kapattı. Turizm ve yabancı yatırımlardaki düşüşler de ekonomisine büyük kayıplar verdirdi.
En önemlisi de İsrail’in dünyaya karşı sterilize edilmiş imajı artık ifşa oldu.
Aşırılık yanlısı politikacıların soykırım ve Gazze’nin ilhakı çağrıları, İsrail işgal askerlerinin evleri ve okulları yıkarken zafer naraları atmaları, keskin nişancılar ve bombalarla öldürülen Filistinlilerin sayısız dehşet verici görüntüsü ve Filistinlilerin İkinci Dünya Savaşı sırasındaki imha kamplarını andıran kamplarda toplanma görüntüleri…
Siyonistlerin korktuğu ve anti-Siyonistlerin İsrail’in sonunun başlangıcı olmasını umduğu şey tam da bu dengesiz şiddet ve aşırıcılık dalgasıdır.
İsrail’in yenilmezlik imajı 7 Ekim’de yerle bir olmuş ve İsrail’in dünyadaki “Ortadoğudaki tek demokrasi” söylemlerinin bir imaj çalışması olduğunu gözler önüne sermiştir.
Kongredeki sirki bir kenara bırakırsak; dünya nihayet uyanıyor ve birçoğumuzun her zaman bildiği bir gerçeğin farkına varıyor. İsrail, Filistinlilere karşı soykırım uygulayan işgalci bir apartheid devletidir.
Ve “Nazi Almanyası” kavramını uydurup Almanya’yı kendi karanlık tarihinden temizlemeye çalışanlar, “Netanyahu İsrail’i” kavramı ile İsrail’i aklayamayacaklarının artık farkında…