adem kılıç

Adem KILIÇ – 22 Temmuz 2024

Dünyada çok sayıda siyasi analist, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinden sonra Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesi umuduyla Gazze ve Lübnan’da zaman kazandığına inanıyor.

Ancak durum böyle olsun ya da olmasın, zafer kazanmış bir Trump’ın bu kez “İsrail’in kaderini değiştirmesi” konusunda şüpheler var.

Zira gelinen noktada ABD dış politikası; birbirleri ile çatışma halinde olan iki farklı bakış açısı tarafından yönetiliyor.

Bunlardan ilki NATO’yu “kuruluş ayarlarına” döndürmeyi büyük oranda başaran ve “ABD’nin küresel hakimiyetini korumak” için Çin ile Rusya ile mücadeleye odaklanan “Pentagon aklı” iken, diğeri ise İsrail’e adanmış bir strateji izleyen “ABD’nin siyasi aklı”

İlki; yani “Pentagon aklı”, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın ünlü; “Amerika’nın kalıcı dostları ya da düşmanları yoktur, sadece çıkarları vardır” sözünden hareket etmeye devam ediyor.

“Pentagon aklı”, İsrail’in savaşa dair hedeflerini tamamen paylaşsa da Netanyahu’nun savunduğu uzun savaş ve “topyekün zafer” kavramına temelde katılmıyor.

Zira; özellikle Afganistan ve Irak’taki uzun süreli savaşlar Pentagon’a; savaşların uzun sürmesinin, gerçekçi olmayan hedeflerin zarar verdiğini ve kaçınılmaz olmayan sonuçları değiştirmediğini öğretti.

Aslında pek çok ABD’li yetkili, askeri general ve ana akım analist Netanyahu’yu bu konuda uyardı ve uyarmaya devam ediyor.

Zira; Pasifik, Çin ve Rusya ile mücadele ile “küresel hakimiyete” odaklanmak isteyen “Pentagon aklı” için, Orta Doğu’yu bu tarihi dönemeçte istikrarsızlaştırmak, ABD için en kötü senaryolardan birisi haline gelebilir.

Ukrayna’nın ciddi bir silah sıkıntısı çektiği ve dolayısıyla toprak kaybına uğradığı, ABD ve Avrupalı müttefiklerinin ekonomik ve siyasi krizlerin ağırlığı altında ezildiği ve Çin’in siyasi etki alanından ekonomiye kadar neredeyse her başlıkta yükseldiği bir dönemde “Pentagon aklı”, anayasasında “korumakla yükümlü” olarak adlandırdığı İsrail’in ölümcül bir savaş içerisinde olmasını istemiyor.

Diğer yandan; ABD-İsrail ilişkileri kendine özgü bir dış politika paradigmasına göre yönetildiğinden, “siyasi akıl” tüm Uluslar arası temayülleri yok sayarak, savaşı sürdürebilmesi için mümkün olan her şekilde İsrail’i desteklemeye devam ediyor.

Savaş ise, İsrail’in orantısız saldırıları, bombardımanları, toplu infazları ve artık soykırım olarak kabul edilen katliamları ile birlikte Filistin halkının aleyhine olmaya devam ediyor.

Gazze Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlarda, Filistin’de şu anda ölü sayısı 39 bin olarak açıklansa da, İngiltere merkezli The Lancet tarafından geçen hafta yayınlanan bir araştırmaya göre Gazze’deki ölü sayısı 180 binden daha fazla.

Zira Gazze Sağlık Bakanlığı, sadece hastanede ölenlerin verilerini açıklayabiliyor ve İsrail’in toplu infazlarında ölenleri ve enkaz altında kalan kişilerin verilerine ulaşamıyor.

Ancak Washington’u; Gazze’deki bu katliamlar ve soykırım değil, savaşın ABD’nin Ortadoğu’daki planları ve Irak ile Suriye’deki güçlerinin geleceği üzerindeki etkisi daha fazla tedirgin ediyor.

Peki Netanyahu neden Trump’ı bekliyor? Trump Biden’ın yapmadığı neyi yapabilir?

Önceki başkanlık döneminde de gördüğümüz üzere Trump’ın siyaseti, utanmazca ve makyavelist olarak tanımlanabilir.

Trump, 2017-2021 yılları arasındaki görev süresi boyunca uluslararası hukukun alenen ihlali olsa da İsrail’in neredeyse her isteğini yerine getirdi.

Trump’ın İsrail yanlısı politikaları arasında Kudüs’ün tamamının İsrail’in başkenti olarak tanınması, Golan Tepeleri’nin ilhakı ve Batı Şeria’daki sadece Yahudilere ait tüm yasadışı İsrail yerleşimlerinin tanınması gibi kararlar da yer alıyordu.

Bugün gelinen noktada ise İsrail’in krizi çok yönlü.

İlk olarak İsrail, yarattığı kitlesel trajedi ve yıkıma rağmen Gazze’deki savaşı kazanamıyor. “Efsane anlatılara” konu olan İsrail istihbaratı ve ordusu, bırakın birden fazla cephede savaşmayı, tek bir cephede bile savaşı kazanamayacak durumda.

Nitekim 9 aydır ortantısız bir güç farkı olmasına rağmen Hamas’a karşı bir zafer elde edemeyen İsrail, Lübnan’daki angajman kurallarını değiştirmekte de başarısız oluyor.

İsrail’deki krizin bir başka boyutu da ülke içinde.

İsrail toplumundaki ve siyasetçiler arasındaki derin bölünmeler gere daha fazla ayyuka çıkarken, İsrail dünyaya satmaya çalıştığı “mağdur” rolünü de tamamen kaybetmiş durumda.

Yani Trump’ın bile, gelecekte daha da derinleşmesi muhtemel olan bu kutuplaşmayı sona erdirmesi mümkün görünmüyor.

Uluslararası cephede de Trump’ın yine aynı derecede etkisiz kalması muhtemel. Çünkü Biden yönetimi savaşın başından beri İsrail konusundaki uluslararası mutabakata meydan okudu ve “her şeye rağmen” İsrail’i desteklemeye devam etti.

Hatta ABD Meclisi, Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının İsrailli liderler hakkında verdiği kararın ardından mahkeme yetkililerine yaptırım uygulanmasını öngören bir yasa geçirecek kadar ileri gitti.

Netanyahu, Trump’ın kendisine Biden’dan daha iyi bir anlaşma teklif edeceğini düşünüyorsa, büyük bir hayal kırıklığına uğrayabilir.

Zira Biden uluslararası hukuk dahil olmak üzere Batı’nın ‘üstünlük” olarak lanse ettiği temayüllerin neredeyse hepsini zaten yıktı ve İsrail’in 76 yıllık sözde tarihinde Amerika’nın en büyük destekçisi olduğunu kanıtladı.

Geriye ise sadece, ABD’nin İsrail ile birlikte savaşa girmesi seçeneği kaldı.

Netanyahu’nun olası bir Trump yönetiminden beklediği şeyin bu olduğunu ise sanırım söylemeye gerek yok.

Trump’ın gelişinin ardından atılacak adımlar ne olursa olsun, İsrail’in savaşı kazanamadığı gerçeği artık net bir şekilde görülüyor. Ve geline noktada; ironik bir şekilde ABD’nin İsrail’e verdiği sorgusuz sualsiz destek, İsrail’in çöküşüne de katkıda bulunan bir faktör haline gelebilir.

Zira Kissinger’ın dış politika yaklaşımındaki şu ifadeleri de unutmamak gerekiyor;

“Amerika’nın düşmanı olmak tehlikeli olabilir. Ama Amerika’nın dostu olmak ölümcüldür.”

Adem KILIÇ

Siyaset Bilimci/Yazar