Adem KILIÇ – 15 Temmuz 2024
Batı ülkeleri yaklaşık bir asırdır, kurdukları Batı merkezli dünya düzenini ve gerçeklikten kopuk politikalarını; “demokrasi”, “insan hakları”, “eşitlik” gibi süslü kelimeler ve anlatılarla sürdürmeyi başardı.
Bugün gelinen noktada ise; “Batı medeniyetinin” makyajı akmaya başladı.
Kendilerinin destekledikleri, hatta ABD eski Dışişleri Bakanı Hilary Clinton ve yine eski ABD Başkanı Donald Trump gibi isimlerin “biz yarattık” dedikleri DEAŞ gibi gruplarla, “İslami terör” ifadesini literatüre sokan “Batı medeniyeti”; söz konusu İsrail’in katliamları ve soykırım suçları olunca, kafasını kuma gömen bir devekuşuna dönüştü.
Yıllarca kendilerinden yana olmayan ülkeleri ve halkları “otokratik”, kendilerinin istemediği liderleri ise “diktatör” olarak tanımlayan “Batı medeniyeti”; Avrupa parlamento seçimleri ve hemen ardından Fransa başta olmak üzere çok sayıda ülkede gerçekleşen seçimlerde istedikleri sonuçlar ortaya çıkmayınca bir anda kendi halkını bile yok sayan “rejimlere” dönüştü.
Yıllarca dünyaya demokrasi pazarladıklarını ve AB Yüksek Temsilcisi Borell’in ifadeleri ile “Avrupa bir bahçe, dünyanın geri kalanı ise ormandır” ifadeleri ile tanımlanan “Batı medeniyeti”, söz konusu kendi çıkarları olduğunda bir anda, başkan adaylarına suikast bile düzenleyen bir ormana dönüştü.
Batı’nın “gerçek yüzü”
Sadece son dönemde; Güney Amerika’dan Afrika’ya ve Türkiye’ye kadar destekledikleri darbe süreçleri başarısız olan, DEAŞ ve PKK başta olmak üzere dünyanın her yerindeki terör örgütlerine destekleri açıkça ortaya çıkan, Ukrayna ve Filistin’de yaşanan süreçte “ikiyüzlü politikalarını” artık gizleyemeyen “olağan şüpheliler”; son olarak “ABD demokrasisini” Trump’tan kurtarmak için harekete geçti.
Ortaya çıkan tablo, dünyaya “demokrasi pazarladığını” iddia eden ABD yönetiminin, aslında liberal bir demokrasi değil, tüm niyet ve amaçları ile bir grup azınlığın elindeki ikiyüzlü bir oligarşi olduğunu gözler önüne serdi.
Geçtiğimiz haftalarda yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde seçmenler liderlerine açık bir hoşnutsuzluk mesajı iletti.
Ancak bu mesaj görmezden gelinerek; The Economist’in manşeti ile bugüne kadar Batılı olmayan halklara uyguladıkları “göbeğini kaşıyan adam” yaklaşımını kendi halklarına yönettiler ve demokratik haklarını kullanarak oy kullanan kendi halklarını aşağılayacak noktaya gelerek; “Dünyanın IQ’su nasıl yükseltilir?” manşeti attılar.
İngiltere İşçi Partisi, katılımın yüzde 60 civarında olduğu ulusal seçimlerde oyların yaklaşık yüzde 33’ünü kazandı. Parti parlamentodaki sandalyelerin yüzde 60’ından fazlasına sahip oldu. Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi, 2017’de karalanan Jeremy Corbyn dönemine kıyasla milyonlarca daha az oy almasına rağmen seçim sonuçları İşçi Partisi’nin ezici üstünlüğü olarak lanse edildi ve diğer oylar yok sayıldı.
Fransa’da, aşırı sağı durdurmak dışında hiçbir konuda anlaşamayan merkez sol koalisyon, Marine Le Pen’in partisinin bir sonraki hükümete liderlik etmesini engellemek için sadece saatler içerisinde bir araya geldi ve hemen ardından Fransa Cumhurbaşkanı Macron, tüm temayülleri yok sayarak “Seçimde kazanan yok o nedenle kimseye hükümet kurma yetkisi vermeyeceğim” açıklaması yaptı ve istediği ismi başbakan olarak koltuğunda tuttu.
Anlatılar bir bir çöküyor
Süreç, sadece seçimlerle şekillenen “demokrasi” başlığında da devam etmiyor. Batı’nın neredeyse tüm anlatıları bir bir çöküyor.
Örnek olarak; yaklaşık 2 yıldır Rusya’ya yönelik yaptırımların etkin olduğuna dair anlatıların ardından Dünya Bankası, Rusya’yı orta gelirli ülkeler statüsünden, yüksek gelirli ülkeye yükselttiğini açıkladı.
Örnek olarak; Rusya’nın Avrupa’ya yönelik varoluşsal tehdidine ilişkin iki yıl süren felaket tahminlerinin ve Avrupa’nın askeri bütçelerindeki muazzam artışların ardından, birdenbire New York Times’ta yayınlanan bir makalede, “Rusya’nın mevcut çatışmayı hiçbir zaman Ukrayna’nın ötesine genişletme niyetinde olmadığına” dair bir ABD istihbarat değerlendirmesi yayınlandı.
Örnek olarak; İsrail’in on yıllardır işlediği suçlar göz ardı edilerek, 7 Ekim’den bu yana “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” anlatısı, Hamas’ın barış anlaşmasını kabul etmesine rağmen İsrail’in kabul etmemesi ve işgali genişletmesi ile sonuçlandı.
Kuruluşundan bu yana İsrail kendini en acımasız yollarla savunmaktan asla çekinmedi ve “batılı demokrasiler” buna hiçbir zaman ciddi bir şekilde itiraz etmedi.
Dünyadaki “en ahlaklı ordu” ve “Ortadoğu’daki tek demokrasi” gibi anlatılar, yerini savaş suçları ve soykırım gerçeklerine bıraktı.
Sonuç olarak; bir grup azınlığın, oligarşik elitlerin ve yüksek teknoloji CEO’larının, dünyayı yönetecek beceri ve varlıklara münhasıran sahip olduğu zehirli zihniyete sahip olanlar, “kınadıkları” ne varsa yaşadıkları bu süreci, gerekirse savaşa evirmek için hazır görünüyorlar.
Dünya için kötü günler bitti. Çünkü çok daha kötü günler başladı…