Fatih ÜNLÜ – 29 Ağustos 2024
Tarih boyunca dünyadan nice imparatorluklar, devletler ve uluslar gelip gelmiştir. Bunların bir kısmı dönem dönem güçlenmiş, yükselmiş ve dünyaya hükümran olmuştur. Ama sonra bir gün muhakkak zayıflamış ve neticede düşmüştür. Zamanında hükümran olan bazı güçlerden şimdi doğru düzgün bir iz bile kalmamıştır. Bu sürecin nasıl yaşandığına dair başta İbn-i Haldun olmak üzere birçok alimin önemli tespitleri vardır.
Tüm bunlar Kuran-ı Kerim’de Al-i İmran Suresinin 140. ayetinde geçen mealen “Hem o günler ki, biz onları insanlar arasında dönderir dururuz.” yüce hükmünün de bir tezahürüdür.
Hayat imtihan olduğu için insanlar gibi devletleri yönetenler de güçlüyken ve zayıfken yaptıklarından şüphesiz sorumlu olacaklardır. O güç, o hükümranlık nelere sebep oldu, insanlığa ne getirdi, ne götürdü, hangi insanları acılara veya mutluluklara gark etti, bunlar hep en detayıyla hesaba kaydedilmektedir.
Güçlüyken zulmedenlerin hali ise mukadder Hesap Günü’nde o bir vakit özendiği, devam etsin diye didinip durduğu gücünden nefret ettirecek derecede yamandır.
Şimdi de dünyada egemen güçler var. Bunların bir kısmı devlet olarak karşımızda, bir kısmı ise farklı mekanizmalarla dünyada geçici bir hükümranlık sürüyorlar.
Buradan konuyu ABD’nin konumuna getireceğiz. Malum, ABD 2. Dünya savaşından sonra SSCB ile birlikte dünyanın en önemli iki süper gücünden birisi oldu. SSCB de diğer süper güç olarak uzaya ilk gitme vs. gibi alanlarda ABD’yi geçtiyse de ekonomik refah görüntüleri vs. açısından çoğunlukla ABD’nin gerisinde kaldı.
ABD 1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra bu gücünü iyice pekiştirdi fakat bu hakimiyetini -zamanın hızlandığı bir dönemde yaşıyor olsak da- nispeten çok kısa bir sürede kaybetti ve kaybediyor. Toparlayabilir mi? Belki ama bu anlayışla çok zor.
ABD’nin toparlanmasının derdi bize mi düşmüş denilebilir. Bizim derdimiz de ABD veya başka bir mevcut gücün toparlanması değil insanlığın toparlanması ve selametidir. Bunun için de en yakın örnekleri iyi bilmemizde fayda var ki tarih sahnesinde doğru ve mayınsız yol neresidir, en salim güzergah hangisidir bilelim.
ABD’nin hızlı güç kaybının birçok sebebi var. Bunlardan birbiriyle de bağlantılı üç sebebi -görebildiğimiz kadarıyla- sıralamaya çalışalım:
1- ABD 2. Dünya Savaşından sonra SSCB veya Çin’le bazı bölgelerdeki paylaşım mücadelesi sonucu başta Vietnam olmak üzere birçok savaşa ve çatışmaya girdi. Orta ve Güney Amerika’da askeri operasyonlar yaptı. Yakın zamanda ise hedefinde Ortadoğu gölgesi ve Irak ve Afganistan gibi ülkeler vardı.
Tüm bu savaşlarda ABD silah sanayinin ve savaşla beslenen lobilerin de büyük bir etkisinin olduğu yadsınamaz bir gerçektir. ABD tüm bu savaşlarda beyhude çok kan döktü, on milyonlarca insanın ahını aldı ve ağır enkazlar bıraktı.
Tarih göstermiştir ki zulme sapan güçler çok çabuk çökerler. Küfür izin verildiği kadar yaşayabilir ama zulüm asla abad olamaz. Bir hadisi şerifte de ifade edilen bu hakikate dair Nizamülmülk şöyle demektedir: “Küfür ile belki amma zulüm ile abad olmaz devlet.”
SSCB’nin dağılmasından sonra küresel bir akıl İslam’ı düşman olarak seçmiş ve ABD’nin askeri ve siyasi gücünü de kullanarak hem Müslümanlara çok zararlar vermiş hem de ABD’yi kendi gücüyle vurmuştur. İnsanlığın umudu olan İslam’a savaş açan -bundan vazgeçmediği sürece- iflah olamaz. Bu süreci daha önceki yazılarımızda arz ettiğimiz için şimdi detaylara girmiyoruz.
2- ABD’yi çabuk çökerten bir başka husus da bir medeniyet modelinden ziyade gücü, özellikle askeri gücü öncelemesi ve bazen de hileyle iş yapmasıdır. Savaşmadığı zamanlarda bile bu çoğu zaman böyledir. Bir ülke Gladyo vs. türü yapılarla kendi müttefikleri üzerinde bile ağır bir tahakküm kurmaya çalışınca, işler tabiatıyla bir yerde tıkanır.
Burada kısa bir parantez açalım. Rahmetli Necmettin Erbakan Hocamızın da hakka ve güce dayalı dünya görüşleriyle ilgili meşhur tespitlerini hatırlarsınız. Hakka değil güce dayanan bir zihniyet önce çok sağlam gibi görünen ama tarihin akışında en zayıf olan kulpa tutunduğu için hızla güç kaybeder ve zamanla tepe taklak olur.
Müttefik ülkelerde bile güç kullanımı ve hile konusunda ABD’nin Türkiye’de de cürmü çoktur. Az bilinse de 1960 darbesi perde arkasından ABD desteklidir. 12 Eylül ise zaten ABD’nin Kıbrıs Barış harekatı, İncirliğin kapatılması, haşhaş ekimi yasağının kaldırılıp üretimin bir sisteme bağlanması gibi eylemlerle kendisine karşı çıkan Türkiye’yi yeniden kontrol altına alma girişimidir.
12 Eylül’e giden yolun açılması için de ABD uzantıları vasıtasıyla her kesimden terörü desteklemiş ve bunun gibi nice cürümler işlemiştir. O dönem terörden gına geldiği ve bir çıkış aradığı için insanlar çoğunlukla 12 Eylül’ü gönüllü kabullenmiştir. Fakat aslında -istisnai durumlar hariç- terörü azdıran da onu kontrol altına alan da aynı çevrelerdi.
ABD 12 Eylül projesinde bir yere kadar başarılı olmuş ve 12 Eylül’le FETÖ ve PKK belalarını Türkiye’nin başına sarmıştır Malum, FETÖ asıl gücünü 12 Eylül’den sonra kazanmaya başlamış; PKK ve uzantıları da yine bir proje olarak bu dönemden sonra palazlanmıştır.
12 Eylül’ün tahribatını azaltan bazı müspet unsurlardan da burada bahsetmesek olmaz. Bunlar arasında o dönemde Türkiye’nin bir yandan dünyaya açılırken içeride de üreten bir ekonomik güce dönüşmesine ve savunma sanayiinde 70’li yıllarda atılan adımların devam etmesine vesile olan rahmetli Turgut Özal’ı ve devlet içindeki akil kişilerin varlığını sayabiliriz.
ABD Türkiye gibi başka birçok ülkede de darbe silahını çok kullanmıştır, kullanmaya çalışmıştır. Tüm bunlar hükümran bir güç olarak ABD’nin tabiatıyla çok kan ve prestij kaybetmesine sebep olmuştur.
Batı medeniyeti ciddi bir maddi kalkınma düzeyini yakalamakla birlikte adaletsiz, kendi dışındakileri çoğu zaman kendisiyle aynı seviyede görmeyen ve gerektiğinde aşırı zulme ve acımasızlığa sapabilen çok vebal yüklü bir medeniyettir. ABD de bunu farklı şekillerde sürdürmüştür.
Dokumacıların parmağını kesen ve zaman içinde milyonlarca insanı haksız yere katleden bir zihniyete ABD de zamanında Kızılderilileri kırmak için hastalıklı battaniye dağıtmak ve köleliği yaygınlaştırmaktan son dönemde de gereksiz savaş ve çatışmalarla milyonlarda masum kanının dökülmesine sebepsiz olmaya kadar birçok menfi boyut eklemiştir.
Oysa -o vebalden kurtulmadığı sürece- geçmiş yanlışları insanların peşini bırakmadığı gibi hükümran güçlerin yakasını da bırakmaz. Çünkü Alemlerin Rabbi ve Mutlak Hakimi olan ve insanlara dünyada bir imtihan için geçici bir serbestlik veren Allah azimüşşan zulmü asla sevmez ve onun cezasını Hesap Günü’ne bırakmadan da verir.
3- Yanlış tarafgirlikleri de ABD’yi çok yıpratan ve çabuk çökerten bir unsur olmuştur. Özellikle Ortadoğu’da -söylemdeki kıpırdanmalar bir yana- fiiliyatta İsrail’e verilen tam destek ABD’yi dünyanın birçok bölgesinde ve kendi ülkesi dahil Batı’daki sivil cephede İsrail’in zulümlerinin suç ortağı haline getirmiştir. ABD’deki Yahudi lobisi bunu “İsrail ABD’nin Ortadoğu’daki tek dostudur.” türü söylemlerle meşrulaştırmaya çalışıyor. Ama…
Ama ABD’li bir cizvit papazı olan John Sheean ise haklı olarak şöyle söylemiş:
“Birisi İsrail’in Ortadoğu’daki tek dostumuz olduğunu söylediği zaman şunu düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. İsrail’den önce bizim Ortadoğu’da düşmanımız yoktu ki.”
(Every time anyone says that Israel is our only friend in the Middle East, I can’t help but think that before Israel, we had no enemies in the Middle East.)
ABD’nin yanlışlarının bir kısmı kollektif nefsin öncelenmesinden kaynaklanmaktadır, bir kısmı da ABD’nin içten ele geçirilmiş olması kaynaklıdır. Doğru tepki vermek isteyenleri de sistem bir şekilde çökertmeye çalışmaktadır.
Bazı Yahudi grupların ABD’de özellikle 2. Dünya savaşından sonra aşırı güç kazanmaları incelenmesi gereken çok önemli bir süreçtir. ABD’de o dönemde bu tür grupların bu eğilimlerini gören ve bilen önemli siyasetçiler de vardır ama ABD bir şekilde zamanla bu güçlerin eline geçmiştir.
Çok kıdemli ve ABD dahil birçok önemli ülkede görev yapmış olan önemli bir isim 30 yıl kadar önce “ABD bir Yahudi imparatorluğudur.” tespitinde bulunmuştu. Bu çok doğru bir tespit ama buna şunu eklemek de gerekir sanki “Bu kırılgan bir imparatorluk.”
Çünkü aşırı güç kullanımı, aşırı kontrol eğilimi ve devamlı ABD’nin başını savaşlarla vs. belaya sokma siyonistlere veya bazı Yahudi gruplara karşı ABD’de alttan alta çok ciddi bir tepki oluşturmaktadır.
Çok geniş tutulan antisemitik kavramının tanımının da önemli olduğunu bir yazımızda dile getirmiştik. Bu kayıtla dünyada antisemitik grup ve yayınların en yoğun olduğu ülkelerden birisi de ABD’dir. Son dönemde yaşanan güç merkezlerinin değişmesine yönelik gelişmelerin bir sebebi de bu olabilir.
Kan dökmeyen, dengeli bir ABD politikasının hem kendilerine hem de dünyaya büyük faydası olacaktır ama siyonist Yahudiler ve siyonist Hristiyanlar ABD politikasında o kadar güçlenmişlerdir ki en akılcı olmayan işler ve kararlar bile ne yazık ki kolaylıkla alınabilmektedir. Bu değişmediği sürece de doğrusu işleri zor. Hem onların hem de bu tür politikalardan etkilenenlerin…
Çok önemli bir hakikate işaret eden “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.” sözünü hepimiz biliyoruz. Cetvelde düzelmeye yönelik bir niyet ve girişim varsa ne ala. Ama yoksa, ondan doğru adımlar ve doğru işler beklemek büyük bir safdillik olur.
Allah sonsuz rahmetiyle bütün işleri hayra tebdil eylesin. Umudumuz O’nun Yardımında.
Allah’a emanet olun.