Putin, Batı’yı içeriden fethediyor

Bercan TUTAR – 21 Haziran 2024

 

Ukrayna’daki mücadelede ABD liderliğindeki Batı dünyası Rusya’ya karşı sadece askeri olarak değil siyasi, ahlaki ve insani değerler cephesinde de büyük bir hezimet yaşıyor. Bakmayın siz İsrail’i destekleyen Batılı soykırımcı medyadaki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i şeytanlaştıran analizlere.

Örneğin Putin’in Kuzey Kore ve Vietnam ziyaretlerinde imzaladığı Atlantik karşıtı stratejik anlaşmalarla dalga geçen İngiliz The Daily Telegraph gazetesi, “Putin küçülüyor!” başlığını atmış. Analizde Rusya’nın demokratik ve zengin Batılı ülkeler yerine Kuzey Kore ve Vietnam gibi dünya siyasetinde hiçbir ağırlığı olmayan aktörlerle yakınlaştığına vurgu yapılıp, “Putin yalnızlaşıyor. Küresel izolasyona maruz kaldıkça diktatörlüklere yanaşıyor” denilmiş.

Oysa şu an küresel düzeyde yükselen en büyük markalardan birine dönüşmüş durumda Rusya lideri. Hem askeri hem ekonomik hem de ideolojik açıdan Batı dışı ülkelere ilham veriyor. Bir alternatif sunuyor.

Çünkü ABD’ye ve onun dünyaya empoze ettiği küreselci, cinsiyetsiz ve işgalci neo-liberal anlayışını eleştiren Putin, Batı’nın hiyerarşik ve sömürgeci ideolojisine karşı sosyo-ekonomik açıdan daha insani, ahlaki, kültürel ve ailevi değerleri temsil eden bir duruşu temsil ediyor.

Bu açıdan bakınca Avrupa ve ABD’deki muhalif dalga da muhalif siyasi liderler de Putin’i takdir ediyor. Nitekim 4-6 Haziran arasındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağdaki yükselişin en büyük kazananlarından biri de Rus lider Putin oldu.

Amerikalı tükenmiş siyasi elitlerin klasik karalama zihniyetiyle hareket eden Batı medyası Avrupa’da emperyal statükoyu sarsan seçimlerdeki sağ ve popülist dalga karşısında da başlarını devekuşu gibi kuma gömdü. Değişen dünyayı yanlış okuyor. Tarihin yanlış tarafında durmaya devam ediyorlar.

Aslında her şeyi görüyor ve biliyorlar. Yaklaşan ecellerinin de farkındalar. Fakat bunu kabul etmek zor geliyor. Boşuna ‘gerçekler acıdır’ dememişler.

Nitekim Avrupa’daki Rusya yanlısı hareketin önemli sembollerinden Almanya İçin Alternatif partisinin (Alternative für Deutschland – AfD), AP seçimlerinde Putin karşıtı Olaf Scholz’un Sosyal Demokrat partisini hezimete uğrattı. AfD, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin 11 Haziran’da Alman Federal Meclisi’nde yaptığı konuşmaya katılmadı. Popülist Bündnis Sahra Wagenknecht partisi de oturumu protesto etti. Her iki parti Ukrayna’ya askeri destek verilmesine de karşı çıkıyor.

Yüzde 16 oyla Scholz’un partisini geride bırakıp Almanya’da ikinci sıraya yerleşen AfD, Zelenski’nin toprak kaybına mal olsa da savaşı bitirmesini istiyor.

Alman aşırı sağ partilerinin Putin’e çok yakın oldukları yönündeki endişeler, Nisan ayında Avrupa Parlamentosu’nun AfD’nin başta Rusya ile olmak üzere tüm mali ilişkilerini kamuoyuna açıklaması gerektiğini belirten bir karar almasına yol açtı.

Aşırı sağcılara oy veren Avrupalı halklar yaşam standartlarının düşmesinin ve artan enerji krizinin nedeni olarak ABD’nin Avrupa’daki hegemonyasını görüyor. ABD’nin dayattığı acı reçeteleri kabul eden işlevsiz siyasi liderleri ve onların partilerini suçluyorlar.

Fransa’da Marine Le Pen’in liderliğini yaptığı Ulusal Birlik Partisi de (RN) aldığı yüzde 31,5 oy ile yüzde 15,2 oyda kalan ABD’nin Ukrayna politikasının taşeronluğuna soyunmuş Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a ağır bir darbe indirdi. Macron meclisi feshedip erken seçim kararı almak zorunda kaldı.

ABD yanlısı işlevsiz siyasiler her ne kadar “AP’deki çoğunluk hala bizde. Sağ dalga ancak 13 sandalye fazla kazandı” dese de Rusya yanlısı popülist partiler AB’nin lokomotifi konumundaki Almanya ve Fransa’da ABD hegemonyasını savunan partileri hezimete uğrattı. Berlin ve Paris’in yeni tercihleri, Avrupa’nın ABD’nin hegemonyasını sarsıp Rusya ve Çin ile yeni bir dönemin kapısını aralayacaktır.

Üstelik Rusya’ya sempati duyan yalnızca Almanya ve Fransa sağı değil. Slovakya’nın neo-faşist Republika’sı, Macaristan’ın Fidesz partisi, Romanya’nın Romanyalılar Birliği İçin İttifak Partisi, Bulgaristan’ın Diriliş Partisi de dahil olmak üzere diğer birçok Avrupa ülkesindeki aşırı sağ partiler aynı durumda. Bu partilerin tümü son Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde başarılı oldu. Bu parti liderlerinin çoğu da Macaristan’ın Viktor Orban’ı gibi ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarına ve Ukrayna politikalarına açıkça karşı çıkıyor.

Avrupa’daki aşırı sağın yükselişi önümüzdeki süreçte Putin’in elini sadece ekonomik ve askeri açıdan değil siyasi ve ideolojik açıdan da güçlendirecektir. Çünkü bu partiler de Putin gibi aile değerlerini savunuyor. Neo-liberal ekonomik politikalara ve ABD güdümlü LGBT propagandası yapan küreselci STK’lara karşılar.

Bu bağlamda Rusya’nın Soğuk Savaş’ın sonunda Batı’nın kurduğu dünya düzenine karşı verdiği mücadele Avrupa’daki aşırı sağ partilerde yankı buluyor. Avrupa sağı tıpkı Rusya gibi sık sık ulusal egemenliklerine ve kültürel kimliklerine tehdit olarak gördükleri “küreselci” güçlere nefret kusuyor. Avrupa’daki popülist hareketler bu nedenle Putin’i aile değerlerini baltalamaya çalışan liberal küreselcilere güçlü bir kalkan olarak görüyor.

Unutmayalım ki aşırı sağ partiler 1980’lerde AB üyesi ülkelerde oyların yalnızca yüzde 1’ini elinde tutuyordu. Bu oran 2010’larda yüzde 10’a yükseldi. Bugün birçok ülkede yüzde 30’ları rahatlıkla aşıyorlar.

Artık oyunun kuralları değişiyor ve yeniden yazılıyor. Ukrayna’nın silahlandırılmasına karşı olan Fransa’nın aşırı sağcı lideri Marine Le Pen gibi Avrupa’daki aşırı sağ liderlerin çoğunun Putin’le kişisel ve siyasi bağları da var. Bu gerçeklik ABD’nin ve onun güdümündeki küreselci Avrupalı liderlerin uykularını kaçırıyor.

Hayat pahalılığı ve kimlik meseleleri ABD’nin hegemonyasına da Avrupa’da kurduğu kolonyal sisteme de son verecektir. Çünkü tüm insanları bazen, bazı insanları da her zaman kandırabilirsiniz ancak tüm insanları her zaman kandıramazsınız.

Avrupa’nın Amerikancı işlevsiz siyasi elitleri yıllardır halkı oyalamayı başardı. Ama artık deniz bitti. Bıçak kemiğe dayandı. İnsanlar rahat bir hayat yaşarken onları kandırmak kolaydır, ancak aptalca politikalar nedeniyle refah tükendiğinde siyasi tepki kaçınılmazdır. Aşırı sağa ve yeni popülist liderlerin Putin’e yönelik teveccühü, ABD’nin dayattığı bu neo-liberal fiyaskodan kaynaklanıyor. Bu teveccüh sisteme ve statükoya isyanı simgeliyor. ABD’nin pazarladığı sözde liberal değerlerdeki çöküş bir bakıma Batı medeniyetindeki emperyal çürümenin de sembolüdür. Dolayısıyla Batı iç ve dış sorunlarla boğuşurken Batı dışı dünya yükseliyor. Bu yükselen yeni dünyanın en önemli kurucu siyasi liderlerinden biri de Putin. Küresel emperyal statükodan canı bezmiş milletler de devletler de bunu görüyor. Sözün özü Moskova’ya sefere çıkıp Putin’i devirmeye çalışan ABD ve Avrupa’yı Rus lider, içeriden fethederek deviriyor. Çünkü ötekileştirilen ve fakirleştirilen halkların kalplerine ve zihinlerine seslenebiliyor.

bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 21 Haziran 2024

 

Ukrayna’daki mücadelede ABD liderliğindeki Batı dünyası Rusya’ya karşı sadece askeri olarak değil siyasi, ahlaki ve insani değerler cephesinde de büyük bir hezimet yaşıyor. Bakmayın siz İsrail’i destekleyen Batılı soykırımcı medyadaki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i şeytanlaştıran analizlere.

Örneğin Putin’in Kuzey Kore ve Vietnam ziyaretlerinde imzaladığı Atlantik karşıtı stratejik anlaşmalarla dalga geçen İngiliz The Daily Telegraph gazetesi, “Putin küçülüyor!” başlığını atmış. Analizde Rusya’nın demokratik ve zengin Batılı ülkeler yerine Kuzey Kore ve Vietnam gibi dünya siyasetinde hiçbir ağırlığı olmayan aktörlerle yakınlaştığına vurgu yapılıp, “Putin yalnızlaşıyor. Küresel izolasyona maruz kaldıkça diktatörlüklere yanaşıyor” denilmiş.

Oysa şu an küresel düzeyde yükselen en büyük markalardan birine dönüşmüş durumda Rusya lideri. Hem askeri hem ekonomik hem de ideolojik açıdan Batı dışı ülkelere ilham veriyor. Bir alternatif sunuyor.

Çünkü ABD’ye ve onun dünyaya empoze ettiği küreselci, cinsiyetsiz ve işgalci neo-liberal anlayışını eleştiren Putin, Batı’nın hiyerarşik ve sömürgeci ideolojisine karşı sosyo-ekonomik açıdan daha insani, ahlaki, kültürel ve ailevi değerleri temsil eden bir duruşu temsil ediyor.

Bu açıdan bakınca Avrupa ve ABD’deki muhalif dalga da muhalif siyasi liderler de Putin’i takdir ediyor. Nitekim 4-6 Haziran arasındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağdaki yükselişin en büyük kazananlarından biri de Rus lider Putin oldu.

Amerikalı tükenmiş siyasi elitlerin klasik karalama zihniyetiyle hareket eden Batı medyası Avrupa’da emperyal statükoyu sarsan seçimlerdeki sağ ve popülist dalga karşısında da başlarını devekuşu gibi kuma gömdü. Değişen dünyayı yanlış okuyor. Tarihin yanlış tarafında durmaya devam ediyorlar.

Aslında her şeyi görüyor ve biliyorlar. Yaklaşan ecellerinin de farkındalar. Fakat bunu kabul etmek zor geliyor. Boşuna ‘gerçekler acıdır’ dememişler.

Nitekim Avrupa’daki Rusya yanlısı hareketin önemli sembollerinden Almanya İçin Alternatif partisinin (Alternative für Deutschland – AfD), AP seçimlerinde Putin karşıtı Olaf Scholz’un Sosyal Demokrat partisini hezimete uğrattı. AfD, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin 11 Haziran’da Alman Federal Meclisi’nde yaptığı konuşmaya katılmadı. Popülist Bündnis Sahra Wagenknecht partisi de oturumu protesto etti. Her iki parti Ukrayna’ya askeri destek verilmesine de karşı çıkıyor.

Yüzde 16 oyla Scholz’un partisini geride bırakıp Almanya’da ikinci sıraya yerleşen AfD, Zelenski’nin toprak kaybına mal olsa da savaşı bitirmesini istiyor.

Alman aşırı sağ partilerinin Putin’e çok yakın oldukları yönündeki endişeler, Nisan ayında Avrupa Parlamentosu’nun AfD’nin başta Rusya ile olmak üzere tüm mali ilişkilerini kamuoyuna açıklaması gerektiğini belirten bir karar almasına yol açtı.

Aşırı sağcılara oy veren Avrupalı halklar yaşam standartlarının düşmesinin ve artan enerji krizinin nedeni olarak ABD’nin Avrupa’daki hegemonyasını görüyor. ABD’nin dayattığı acı reçeteleri kabul eden işlevsiz siyasi liderleri ve onların partilerini suçluyorlar.

Fransa’da Marine Le Pen’in liderliğini yaptığı Ulusal Birlik Partisi de (RN) aldığı yüzde 31,5 oy ile yüzde 15,2 oyda kalan ABD’nin Ukrayna politikasının taşeronluğuna soyunmuş Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a ağır bir darbe indirdi. Macron meclisi feshedip erken seçim kararı almak zorunda kaldı.

ABD yanlısı işlevsiz siyasiler her ne kadar “AP’deki çoğunluk hala bizde. Sağ dalga ancak 13 sandalye fazla kazandı” dese de Rusya yanlısı popülist partiler AB’nin lokomotifi konumundaki Almanya ve Fransa’da ABD hegemonyasını savunan partileri hezimete uğrattı. Berlin ve Paris’in yeni tercihleri, Avrupa’nın ABD’nin hegemonyasını sarsıp Rusya ve Çin ile yeni bir dönemin kapısını aralayacaktır.

Üstelik Rusya’ya sempati duyan yalnızca Almanya ve Fransa sağı değil. Slovakya’nın neo-faşist Republika’sı, Macaristan’ın Fidesz partisi, Romanya’nın Romanyalılar Birliği İçin İttifak Partisi, Bulgaristan’ın Diriliş Partisi de dahil olmak üzere diğer birçok Avrupa ülkesindeki aşırı sağ partiler aynı durumda. Bu partilerin tümü son Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde başarılı oldu. Bu parti liderlerinin çoğu da Macaristan’ın Viktor Orban’ı gibi ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarına ve Ukrayna politikalarına açıkça karşı çıkıyor.

Avrupa’daki aşırı sağın yükselişi önümüzdeki süreçte Putin’in elini sadece ekonomik ve askeri açıdan değil siyasi ve ideolojik açıdan da güçlendirecektir. Çünkü bu partiler de Putin gibi aile değerlerini savunuyor. Neo-liberal ekonomik politikalara ve ABD güdümlü LGBT propagandası yapan küreselci STK’lara karşılar.

Bu bağlamda Rusya’nın Soğuk Savaş’ın sonunda Batı’nın kurduğu dünya düzenine karşı verdiği mücadele Avrupa’daki aşırı sağ partilerde yankı buluyor. Avrupa sağı tıpkı Rusya gibi sık sık ulusal egemenliklerine ve kültürel kimliklerine tehdit olarak gördükleri “küreselci” güçlere nefret kusuyor. Avrupa’daki popülist hareketler bu nedenle Putin’i aile değerlerini baltalamaya çalışan liberal küreselcilere güçlü bir kalkan olarak görüyor.

Unutmayalım ki aşırı sağ partiler 1980’lerde AB üyesi ülkelerde oyların yalnızca yüzde 1’ini elinde tutuyordu. Bu oran 2010’larda yüzde 10’a yükseldi. Bugün birçok ülkede yüzde 30’ları rahatlıkla aşıyorlar.

Artık oyunun kuralları değişiyor ve yeniden yazılıyor. Ukrayna’nın silahlandırılmasına karşı olan Fransa’nın aşırı sağcı lideri Marine Le Pen gibi Avrupa’daki aşırı sağ liderlerin çoğunun Putin’le kişisel ve siyasi bağları da var. Bu gerçeklik ABD’nin ve onun güdümündeki küreselci Avrupalı liderlerin uykularını kaçırıyor.

Hayat pahalılığı ve kimlik meseleleri ABD’nin hegemonyasına da Avrupa’da kurduğu kolonyal sisteme de son verecektir. Çünkü tüm insanları bazen, bazı insanları da her zaman kandırabilirsiniz ancak tüm insanları her zaman kandıramazsınız.

Avrupa’nın Amerikancı işlevsiz siyasi elitleri yıllardır halkı oyalamayı başardı. Ama artık deniz bitti. Bıçak kemiğe dayandı. İnsanlar rahat bir hayat yaşarken onları kandırmak kolaydır, ancak aptalca politikalar nedeniyle refah tükendiğinde siyasi tepki kaçınılmazdır. Aşırı sağa ve yeni popülist liderlerin Putin’e yönelik teveccühü, ABD’nin dayattığı bu neo-liberal fiyaskodan kaynaklanıyor. Bu teveccüh sisteme ve statükoya isyanı simgeliyor. ABD’nin pazarladığı sözde liberal değerlerdeki çöküş bir bakıma Batı medeniyetindeki emperyal çürümenin de sembolüdür. Dolayısıyla Batı iç ve dış sorunlarla boğuşurken Batı dışı dünya yükseliyor. Bu yükselen yeni dünyanın en önemli kurucu siyasi liderlerinden biri de Putin. Küresel emperyal statükodan canı bezmiş milletler de devletler de bunu görüyor. Sözün özü Moskova’ya sefere çıkıp Putin’i devirmeye çalışan ABD ve Avrupa’yı Rus lider, içeriden fethederek deviriyor. Çünkü ötekileştirilen ve fakirleştirilen halkların kalplerine ve zihinlerine seslenebiliyor.