Bercan TUTAR – 7 Haziran 2024
Dünya değişiyor. Yeni bir küresel gerçeklik doğuyor ve bu gerçeklik her geçen gün daha da güçleniyor. Dünya halklarının ve devletlerinin Gazze’deki soykırıma yönelik artan küresel isyanı ve yeni bir dünya düzeni arayışı da bunun en güçlü göstergelerinden biri.
Bu bağlamda sadece halklar değil Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Rusya lideri Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping gibi siyasi liderler de sık sık küresel sistemin değişmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Nitekim son olarak Kremlin sözcüsü Dmitriy Peskov dün yaptığı basın açıklamasında bu talebi bir kez daha dile getirdi. Rusya ve Çin’in Amerikan hegemonyasına dayalı tek kutuplu dünyanın varlığının sürmeyeceği ve sürmemesi gerektiği konusunda görüş birliğine vardığını belirten Peskov, “Böyle bir dünyada var olmak imkansız. Yeni bir gerçeklik doğuyor” diye konuştu.
Zaten uzmanlar da küresel değişimin çoktan başladığı kanısında. Nitekim ABD liderliğindeki Batı’nın dünyadaki üstünlüğüne işaret eden ‘the west and the rest’ (Batı ile dünyanın geri kalanı) kavramsallaştırması çoktandır yerini Batılı olmayan aktörlerin de küresel sahneye çıktığı çok kutuplu jeo-politik mücadeleyi tanımlayan ‘the west versus the rest’ (dünyanın geri kalanı Batı’ya karşı) formülasyonuna bırakmış durumda.
Bir bakıma ABD’nin ehlileştirmek istediği dünya şimdi topyekûn kazan kaldırmış halde. Neo-liberalizmin kaos, terör, işgal ve anarşiyle ittifakını simgeleyen tek kutuplu dünya dönemi sona erdi. Zihinleri esir alan o egosantrik Batı merkezci anlayış tamamen çöktü.
Bütün dünya şimdi doğuya hareket ediyor. ‘Doğuya hareket veya dönüş’ çağrısı, Avrasyacılık düşüncesinin kurucu babası sayılan Rus yazar Nikolay S. Trubetskoy’un (1890-1938) en temel stratejisidir. ‘Avrupa ve Beşeriyet’ isimli seksen sayfalık eseri ‘Avrasyacılığın Kapital’i olarak nitelenen Trubetskoy’un rüyası şimdi gerçeğe dönüşüyor.
İşte bu yüzden Batı dışındaki dünya halkları yüzünü yeni cazibe merkezlerine dönüşen Türkiye, Rusya ve Çin’e çeviriyor. Çünkü yeni kutupları simgeleyen bu aktörler Batı’nın zenofobik, ırkçı ve dışlayıcı stratejisi yerine çok uluslu bir bilinçaltı kardeşliğini simgeliyor.
ABD’nin aksine Müslüman dünyası ile çatışma yerine uyumu ve yakınlaşmayı savunan Rus düşünürler Aleksandr S. Panarin (1940- 2003) ile Eduard Bagramov’a göre (1930), Avrasyacılık stratejisi İslam ve Hristiyanlık arasında bir köprü işlevi görebilir.
Bu anlayış, her açıdan Alman şair Goethe ile Amerikalı stratejist Samuel Huntngton’un (1927-2008) temsil ettiği çevrelerin çatışmacı ve sömürgeci yaklaşımının anti-tezidir. Batı’nın kaotik emperyalist stratejisi yerine Türkiye, Rusya ve Çin ile simgelenen yeni küresel eksen dünya ile bütünleşmeyi savunuyor. Bu simgeleşmeyi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin gezisinde ve Doğu Türkistan’daki temaslarında Uygur Türkeri’ne dair açıklamalarındaki vurgulamalarında bir kez daha gördük. Çinli yetkililer de benzer bir hassasiyeti gösterdi.
Unutmayalım ki Osmanlı’dan tevarüs aldığı evrensel bir medeniyet tasavvuru ile harekete eden Türkiye, her bakımdan Haçlı zihniyeti temsilcisi Atlantik dünyasının ölüm döşeğindeki azabını temsil ediyor.
Çünkü küresel güç rekabetinin merkezi Pasifik Okyanusu, Güney Çin Denizi, Doğu Avrupa, Ukrayna, Ortadoğu ve Basra Körfezi’nden zengin enerji yataklarının bulunduğu Doğu Akdeniz’e kayıyor. Bölge ülkeleri ile büyük güçlerin birbirleriyle mücadele ettiği en sıcak cepheye dönüşmesi beklenen Doğu Akdeniz’de hakkını aramayanın ve alamayanın hakkından gelineceği tarihi günlerden geçiyoruz.
Dolayısıyla Doğu Akdeniz’de orta çıkan yeni dengeler küresel blokları da hareketlendiriyor. Bu çerçevede Rusya yanında ABD’nin saldırısı altındaki Çin ile Türkiye arasındaki ‘stratejik empati’ giderek yükseliyor. Dolayısıyla Batılı analizciler bile Türkiye’nin kararlılığı ve çıkışlarının ABD liderliğindeki eski dünya düzeninin çöküşünü daha da hızlandıracağını itiraf ediyor.
Nitekim Financial Times’tan Marttin Wolf, bu gerçeğe işaret ettiği bir yazısında “Hem Batı’nın liderlik ettiği ekonomik küreselleşme hem de Soğuk Savaş sonrası ABD liderliğindeki tek kutuplu Atlantik eksenli jeo-politik dünyanın üstünlüğü sona eriyor” diyor. Kuşku yok ki Türkiye’nin küresel ve bölgesel dengeleri yeniden şekillendiren destansı hamleleri tarihe altın harflerle geçecektir. Bu bağlamda Doğu Akdeniz, Libya, Irak, Suriye, Kafkasya ve Somali’de verdiğimiz tarihi ve siyasi mücadelemiz hiç kuşkusuz ceddimizin Haçlı zihniyetine karşı verdiği mücadelenin bir parçasıdır.
Türkiye yalnızca küresel düzenin efendilerini zorlayan jeo-politik bir savaş vermiyor. Özellikle uluslararası finans şebekeleri ile Evanjelik-siyonistlerin modern Haçlılarına karşı jeo-ekonomik ve jeo-kültürel cephede de amansız bir mücadele içindeyiz. Çünkü en zor savaşın düşman devletlere veya milletlere değil uluslararası sermayeye ve finans kapitalizmin barbar çetelerine karşı mücadele olduğunu unutmayalım. Küresel finansla hareket eden Evanjelik-siyonist kesimler 20’inci asrı Hristiyanlık için Afrika yüzyılı yaptılar. Bu misyonerlerin çalışmaları ile 1960’larda Hristiyan sayısı Afrika’da Müslümanları geçti.
Bu Evanjelik grupların şimdiki gayeleri ise ’10- 40 penceresi’ adını verdikleri İslam coğrafyasıdır. Fas’tan Malezya’ya kadar uzanan bu coğrafya İslam’ın direnme kuşağıdır ve Türkiye tam da bu kuşağın kalbinde yer alıyor. Müslüman dünyasına yönelik kıyamet senaryolarıyla, işgal, darbe ve savaş çığırtkanlığının lokomotifliğini yapan Atlantik’in en güçlü cephesi konumundaki Evanjeliklerin asıl hedefi ise İslam’ın çelik çekirdeği Türkiye’yi rehin almaktır.
Geldiğimiz aşamada BRICS gibi seçeneklere de kapı aralayan Türkiye’yi askeri ve siyasi açıdan alt edemeyen sömürgeci zihniyet önümüzdeki dönemde finans kapitalizmin ekonomik terörü ile Evanjelik-siyonistlerin jeo-kültürel saldırılarına ağırlık verecektir. Ne var ki küresel sistemin sonundan bahsedilen bir aşamadan geçiyoruz. Türkiye’nin bölgesel ve küresel dengelerde yol açtığı sistemik tsunami diğer kıtalara ve denizlere de yayılacak gibi görünüyor.
Sayın Erdoğan’ın veciz şekilde ifade ettiği gibi, “Asırlardır Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar sömürmedik yer, katletmedik toplum, zulmetmedik insan bırakmayanların devri sona eriyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, bu adalet uyanışını durduramayacaklardır.”
Ve bu uyanışın liderliğini de Türkiye yapacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Zira Türkiye’nin sadece Trakya ve Anadolu’dan ibaret olmadığını dünya da görüyor. Ülkemizin milli, tarihi, ekonomik ve jeo-kültürel güvenliği Halep, Bağdat, Saray Bosna, Kırım, Bakü, Kerkük, Musul, Tebriz, Beyrut, Trablus, Mogadişu, Kabil, İslamabad’dan başlıyor. İşte bu paradigma ile hareket eden ‘Türkiye’, Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerle yakaladığı sinerjiyle küresel statükonun efendilerine ve emperyalist merkeze bağımsız politikalarından asla taviz vermeyeceğini her fırsatta ilan ediyor.
Avrupa ve ABD ile son dönemlerde yakaladığımız yeni ivmede de bunu görüyoruz. Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin reel politik kuşatması altındaki Atlantik artık yeni Türkiye ve yeni küresel gerçekliği kabul ediyor ve buna göre stratejiler geliştiriyor. Atlantik’in bu hamlelerini çok kutuplu dünyaya uyum egzersizleri olarak okuyanlar da var. Fakat bana göre can çıkmadan huy çıkmaz. Sıkışan Atlantik’in daha ileriye sıçramak için bir iki adım geriye çekildiğini unutmamak lazım. Fakat bu saatten sonra ne yapsalar da yeni küresel gerçekliği yok etmeleri çok zor. Tek seçenekleri var. O da bu yeni küresel hakikate dönüşerek uyum sağlamak. Gerisi yok oluştur.