Beni daha iyi bir klinik psikolog yapan tüm danışanlarıma minnetle yazmaya başladım bu satırları. Okyanuslar ötesinde yaşayan bir danışanım seansın sonunda son yaptığı resmi gösterdi bana. Bu güzel portrede yüzünün etrafına rengarenk kelebekler yerleştirilmiş bir kadın var. Resmi yorumlarken portredeki kadının beni, başımda yer alan kelebeklerin ise danışanlarımı temsil ettiğini söyledi. Kelebeklerin hepsi bir danışanım ve hepsi benim başımın üstünde. Gerçekte de öyle.
Genelde haftada bir gün bir saat görüşüyor olsam da zihninim müstesna bir köşesinde danışanlarımla ilgili düşünceler dolaşır. Yaptığımız seansları değerlendirirken bir yandan da ilerleyen günler için zihnimde sürekli güncellenen yeni haritalar oluşur.
Terapiye başvuran kişi büyük bir cesaret gösterir kanımca. Hikayesinin aktörü olma cesareti. Onu yeniden ve yeniden yazma cesareti kolay değildir. Zira bu yazım aşamasında altının da üstünün de çizilmesi gereken şeyler olur. Bazıları acı verir, bazıları huzur. Büyük bir sorumluluk getirir terapi süreci hem danışana hem terapiste.
Danışan hayatında yolunda gitmeyen ne varsa bunların değişmesinin ya da güncellenmesinin sorumluluğuyla gelir. Sorunu başka bir yerde, başka insanlarda ya da geçmişte aramaz. Sorumluluk sahibi olarak sorunların kaynakları ve sonuçları hakkında kendi kontrol alanını inceler. Elbette geçmişten, bugünden ve gelecekten bahsedilir o odada lakin şikâyet etmek için değildir bu konuşmalar. Önce parçalara ayırır, onları inceler ve bu yapı sökümle beraber kendi inşa sürecini yaşar danışanlarımız.
Bazı ekollere göre terapinin işini yapıp yapmayacağının yegâne belirleyicisi danışandır. Kanımca, bu danışana tüm krediyi vermeyi istemekle beraber tüm sorumluluğu da onun omuzlarına yükleme kolaylığını da yanında taşır. Bir yanıyla terapi işe yaramadıysa bu danışanın bunu istememesinden kaynaklanır demenin bir yolu haline gelebilir.
Elbette, yıllar içerisinde oluşmuş ve kökleşmiş işlevsiz şemalarımız bir anda toparlanıp hayatımızdan ayrılmazlar. Zaman zaman değişimin önünde dirençli bir şekilde dururlar. İç konuşmalarımızda sık sık yakalarız bu şemaların seslerini. Kimi zaman bizi hırpalar ve umudumuzu azaltır bu alışık olduğumuz güçlü ve tahakküm edici ses. Kimi zaman içimizdeki talepkâr bir ebeveyn sesiyle terapi sürecimizi yargılar oluruz; “Neden daha hızlı iyileşmiyoruz” diye.
Kimi zamansa mükemmeliyetçilik şeması iyileşme yolculuğumuzda bile bizi sürekli yeterince iyi olmamakla tahkim eder. Bu yurttan sesler korosunu kendi otantik iç sesimizden ayırmak ilk başlarda kolay olmasa da zamanla farkındalığımız artar. Anlayışlı ve kararlı yetişkin iç sesimiz güçlenir.
Terapi odası iki insandan ötede bir yerde; insanlık düzleminde gerçekleşir gibidir. O odada terapist kendinin, toplumun ya da bir fikrin temsilcisi değildir. Danışanının getirdiklerini nakış nakış işleyen bir sanatkâr gibidir. Terapiye gelme cesareti gösteren kişi o odaya bir kıvılcımla gelir. Yaşama dair bir kıvılcımla. Onca keder ve sorunların içinde danışanın getirdiği o kıvılcımı bir terapistin soğukluk ve mesafesiyle söndürmesi de özen ve aşkla harlaması da mümkündür.
Beni daha iyi bir klinik psikolog yapan tüm danışanlarıma minnetle yazmaya başladım bu satırları. Okyanuslar ötesinde yaşayan bir danışanım seansın sonunda son yaptığı resmi gösterdi bana. Bu güzel portrede yüzünün etrafına rengarenk kelebekler yerleştirilmiş bir kadın var. Resmi yorumlarken portredeki kadının beni, başımda yer alan kelebeklerin ise danışanlarımı temsil ettiğini söyledi. Kelebeklerin hepsi bir danışanım ve hepsi benim başımın üstünde. Gerçekte de öyle.
Genelde haftada bir gün bir saat görüşüyor olsam da zihninim müstesna bir köşesinde danışanlarımla ilgili düşünceler dolaşır. Yaptığımız seansları değerlendirirken bir yandan da ilerleyen günler için zihnimde sürekli güncellenen yeni haritalar oluşur.
Terapiye başvuran kişi büyük bir cesaret gösterir kanımca. Hikayesinin aktörü olma cesareti. Onu yeniden ve yeniden yazma cesareti kolay değildir. Zira bu yazım aşamasında altının da üstünün de çizilmesi gereken şeyler olur. Bazıları acı verir, bazıları huzur. Büyük bir sorumluluk getirir terapi süreci hem danışana hem terapiste.
Danışan hayatında yolunda gitmeyen ne varsa bunların değişmesinin ya da güncellenmesinin sorumluluğuyla gelir. Sorunu başka bir yerde, başka insanlarda ya da geçmişte aramaz. Sorumluluk sahibi olarak sorunların kaynakları ve sonuçları hakkında kendi kontrol alanını inceler. Elbette geçmişten, bugünden ve gelecekten bahsedilir o odada lakin şikâyet etmek için değildir bu konuşmalar. Önce parçalara ayırır, onları inceler ve bu yapı sökümle beraber kendi inşa sürecini yaşar danışanlarımız.
Bazı ekollere göre terapinin işini yapıp yapmayacağının yegâne belirleyicisi danışandır. Kanımca, bu danışana tüm krediyi vermeyi istemekle beraber tüm sorumluluğu da onun omuzlarına yükleme kolaylığını da yanında taşır. Bir yanıyla terapi işe yaramadıysa bu danışanın bunu istememesinden kaynaklanır demenin bir yolu haline gelebilir.
Elbette, yıllar içerisinde oluşmuş ve kökleşmiş işlevsiz şemalarımız bir anda toparlanıp hayatımızdan ayrılmazlar. Zaman zaman değişimin önünde dirençli bir şekilde dururlar. İç konuşmalarımızda sık sık yakalarız bu şemaların seslerini. Kimi zaman bizi hırpalar ve umudumuzu azaltır bu alışık olduğumuz güçlü ve tahakküm edici ses. Kimi zaman içimizdeki talepkâr bir ebeveyn sesiyle terapi sürecimizi yargılar oluruz; “Neden daha hızlı iyileşmiyoruz” diye.
Kimi zamansa mükemmeliyetçilik şeması iyileşme yolculuğumuzda bile bizi sürekli yeterince iyi olmamakla tahkim eder. Bu yurttan sesler korosunu kendi otantik iç sesimizden ayırmak ilk başlarda kolay olmasa da zamanla farkındalığımız artar. Anlayışlı ve kararlı yetişkin iç sesimiz güçlenir.
Terapi odası iki insandan ötede bir yerde; insanlık düzleminde gerçekleşir gibidir. O odada terapist kendinin, toplumun ya da bir fikrin temsilcisi değildir. Danışanının getirdiklerini nakış nakış işleyen bir sanatkâr gibidir. Terapiye gelme cesareti gösteren kişi o odaya bir kıvılcımla gelir. Yaşama dair bir kıvılcımla. Onca keder ve sorunların içinde danışanın getirdiği o kıvılcımı bir terapistin soğukluk ve mesafesiyle söndürmesi de özen ve aşkla harlaması da mümkündür.
Beni daha iyi bir klinik psikolog yapan tüm danışanlarıma minnetle yazmaya başladım bu satırları. Okyanuslar ötesinde yaşayan bir danışanım seansın sonunda son yaptığı resmi gösterdi bana. Bu güzel portrede yüzünün etrafına rengarenk kelebekler yerleştirilmiş bir kadın var. Resmi yorumlarken portredeki kadının beni, başımda yer alan kelebeklerin ise danışanlarımı temsil ettiğini söyledi. Kelebeklerin hepsi bir danışanım ve hepsi benim başımın üstünde. Gerçekte de öyle.
Genelde haftada bir gün bir saat görüşüyor olsam da zihninim müstesna bir köşesinde danışanlarımla ilgili düşünceler dolaşır. Yaptığımız seansları değerlendirirken bir yandan da ilerleyen günler için zihnimde sürekli güncellenen yeni haritalar oluşur.
Terapiye başvuran kişi büyük bir cesaret gösterir kanımca. Hikayesinin aktörü olma cesareti. Onu yeniden ve yeniden yazma cesareti kolay değildir. Zira bu yazım aşamasında altının da üstünün de çizilmesi gereken şeyler olur. Bazıları acı verir, bazıları huzur. Büyük bir sorumluluk getirir terapi süreci hem danışana hem terapiste.
Danışan hayatında yolunda gitmeyen ne varsa bunların değişmesinin ya da güncellenmesinin sorumluluğuyla gelir. Sorunu başka bir yerde, başka insanlarda ya da geçmişte aramaz. Sorumluluk sahibi olarak sorunların kaynakları ve sonuçları hakkında kendi kontrol alanını inceler. Elbette geçmişten, bugünden ve gelecekten bahsedilir o odada lakin şikâyet etmek için değildir bu konuşmalar. Önce parçalara ayırır, onları inceler ve bu yapı sökümle beraber kendi inşa sürecini yaşar danışanlarımız.
Bazı ekollere göre terapinin işini yapıp yapmayacağının yegâne belirleyicisi danışandır. Kanımca, bu danışana tüm krediyi vermeyi istemekle beraber tüm sorumluluğu da onun omuzlarına yükleme kolaylığını da yanında taşır. Bir yanıyla terapi işe yaramadıysa bu danışanın bunu istememesinden kaynaklanır demenin bir yolu haline gelebilir.
Elbette, yıllar içerisinde oluşmuş ve kökleşmiş işlevsiz şemalarımız bir anda toparlanıp hayatımızdan ayrılmazlar. Zaman zaman değişimin önünde dirençli bir şekilde dururlar. İç konuşmalarımızda sık sık yakalarız bu şemaların seslerini. Kimi zaman bizi hırpalar ve umudumuzu azaltır bu alışık olduğumuz güçlü ve tahakküm edici ses. Kimi zaman içimizdeki talepkâr bir ebeveyn sesiyle terapi sürecimizi yargılar oluruz; “Neden daha hızlı iyileşmiyoruz” diye.
Kimi zamansa mükemmeliyetçilik şeması iyileşme yolculuğumuzda bile bizi sürekli yeterince iyi olmamakla tahkim eder. Bu yurttan sesler korosunu kendi otantik iç sesimizden ayırmak ilk başlarda kolay olmasa da zamanla farkındalığımız artar. Anlayışlı ve kararlı yetişkin iç sesimiz güçlenir.
Terapi odası iki insandan ötede bir yerde; insanlık düzleminde gerçekleşir gibidir. O odada terapist kendinin, toplumun ya da bir fikrin temsilcisi değildir. Danışanının getirdiklerini nakış nakış işleyen bir sanatkâr gibidir. Terapiye gelme cesareti gösteren kişi o odaya bir kıvılcımla gelir. Yaşama dair bir kıvılcımla. Onca keder ve sorunların içinde danışanın getirdiği o kıvılcımı bir terapistin soğukluk ve mesafesiyle söndürmesi de özen ve aşkla harlaması da mümkündür.