fatih ünlü iyilik eden iyilik bulur

Fatih ÜNLÜ – 18 Nisan 2024

 

İsrail’le yapılan ticaret bir süredir toplumumuzun gündeminde. Yapılan tartışmalarda sağduyulu  bir hüküm verebilmek için önce bazı teknik detayları göz önüne almakta fayda var.

1- İsrail’in kendisine sattığımız ürünlerin yanı sıra Filistin’le olan ticaretimiz de İsrail gümrükleri üzerinden yapılıyor. Dolayısıyla bunlar da istatistiklerde Türkiye’nin İsrail’le ticareti olarak görünüyor.

Ayrıca İsrail’in kendi vatandaşı olan hatırı sayılır bir çoğunluğu Müslüman Arap nüfus var. Bunun  da ötesinde, İsrail’de Netanyahu’nun ve ekibinin bu çılgın ve katliamcı politikalarına karşı çıkan birçok insan da var.

Konunun detaylarına girmezden önce, Türkiye’nin İsrail’e ihracatındaki güncel rakamlara bakalım. İsrail 2023’te 5,4 milyar dolar ile Türkiye’nin ihracat listesinde 13. sırada yer almış. İsrail aynı kategoride bir önceki yıl ise 10. sıradaymış.

2023  Ekim ayından sonra Türkiye’nin İsrail’le ticaretinde düzenli bir düşüş yaşanmış. 2023 yılının Ekim-Aralık döneminde Türkiye’nin İsrail’e ihracatı 2022’nin aynı dönemine göre yüzde 34 oranında gerilemiş.

2024 yılının ilk çeyreğinde de İsrail’e ihracatımız 1.1 milyar dolarla 2023’ün aynı dönemine kıyasla yüzde 21,6 oranında düşüş kaydetmiş…

Yukarıdaki tespitler ışığında, İsrail’le yaptığımız ihracatta  en kritik meselenin gönderilen malzemenin mahiyeti, kime gittiği ve ne için kullanılacağı olduğunu söyleyebiliriz.

Ticaret Bakanlığımız, İsrail’e askeri amaçla kullanılabilecek herhangi bir ürün veya hizmetin satışına ülkemizce izin verilmediğini belirtiyor.

Bunun ötesinde de, dolaylı da olsa İsrail’in savaş, katliam ve zulüm kapasitesini artırabilecek  malzemelerin ticaretinin  de acilen durdurulması gerekiyor.

Nitekim yakın zamanda bu yönde bir adım da atıldı. Geçtiğimiz hafta, Ülkemizin Gazze’ye havadan yardım ulaştırmasına izin verilmemesi üzerine İsrail’e yapılan ihracatta 54 ürün grubunda kısıtlama getirildi. Süreç içerisinde bu listenin  maksadı ne kadar hasıl ettiğine bakılıp gerekirse düzeltmeler de yapılacaktır.

Özetlersek, sürecin doğru yürütülmesi ve Filistin’le olan ticaretin bir zarar görmemesi  için özellikle iki hususa dikkat edilebilir.

a) Neyi ihraç ediyoruz?

b) Ürünü kimler alacak ve bu malzemeyi ne için kullanabilir?

Bu gibi kriterlerle bir izin sistemi de -yoksa- ihdas edilebilir.

İlginizi çekebilir!  ABD Seçimleri ve Türkiye’nin Post-Amerikan Sürecine Yönelik Hazırlıkları – Bercan Tutar

Gelelim, bu husustaki biraz önce bahsettiğimiz temel soruna. Filistin devleti kurulurken Filistin’in ticaretinin İsrail gümrükleri üzerinden yapılacağı ne yazık ki o dönemde akdedilen anlaşmalarda öngörülmüş.

Filistin tarafının müzakerelerde buna mecbur bırakıldığını ve bir Filistin Devleti kurabilmek için bu tuhaf hükme razı olduğunu tahmin edebiliriz. Çünkü o müzakereleri yürütenler de elbette biliyorlardı ki gümrüksüz bir devlet ya da gümrüğü kendisinin mütemadiyen çatışma ihtimalinin olduğu bir başka devlete (İsrail’e) bağlı olan bir devlet tam bağımsız olamaz.

Bu tuhaf durumun düzeltilmesi için de gereken adımların atılması gerekiyor kuşkusuz.

2- Türkiye’yi ve mevcut yönetimi İsrail’le ticaret üzerinden İsrail işbirlikçiliğiyle suçlamak olayı bambaşka ve yanlış bir yere çekmek olur. Bunda asıl suçluyu ikinci plana atma ve milleti birbiriyle uğraştırma riski vardır.

Neden böyle düşündüğümüzü arz edelim.

Nasrettin Hoca’nın fıkrasını hatırlarsınız. Bir sabah Nasrettin Hoca bakar ki evi soyulmuş ve birçok değerli eşyası çalınmış. Hoca hemen hırsızı aramaya başlar ve bir ipucu yakalamaya koyulur. Hocayı görenlerden bir kısmı da hırsızı aramaya katkı verecekleri yerde  Nasrettin Hoca’ya çıkışmaya başlarlar.

“Hocam, bu kadar ağır uyku olur mu? Hırsız evi toplayıp gitmiş senin haberin bile olmamış.”

“Hocam, insan evine sağlam bir kilit yaptırmaz mı? Bu ne tedbirsizlik!”

“Hocam şöyle, Hocam böyle…”

Bu masum ama zamanlama olarak yersiz ithamlara maruz kalan Hoca da sonunda dayanamamış ve “Behey ahali!” demiş. “Hep beni suçluyorsunuz da hırsızın hiç mi suçu yok ya Hu?”

Teşbihte hata olmaz, bu fıkradan hareketle ne söyleyeceğimizi okuyucularımız hemen  tahmin edeceklerdir. Gazze’deki soykırımda da esas suçlu besbelli: İsrail. Ve ona doğrudan yardım edenler; ABD, İngiltere ve Almanya’nın mevcut yönetimleri vs. de İsrail hükumetinin şerik-i cürmü, suç ortakları.

Bu gibi hassas konularda İsrail’e destek olan ülkelerin tavırlarındaki farklılıklar, nüanslar bile önemlidir. Değil ki Türkiye’ye ve mevcut yönetime  işbirlikçilik gibi ağır bir ithamda bulunmak ve dikkati o noktaya toplamak -Nasrettin Hocanın fıkrasında olduğu gibi- milletin gerçek suçluyu bırakıp birbirleriyle uğraşmalarıyla neticelenir ve büyük bir tuzak olur.  Biz birbirimize düşersek, asıl mücrimler de cürümlerine ne yazık ki rahat rahat devam ederler.

İlginizi çekebilir!  Çocuklarda Konuşma Gecikmesi

Türkiye hem vatandaşları ve sivil toplum  kuruluşları hem de Hükumetiyle Gazze’ye yardım konusunda dünyada en çok duyarlılık gösteren ülkelerden birisi. 2024 Mart sonu verilerine göre, Gazze’ye en çok insani yardım gönderen ülkeler sıralamasında Türkiye yüzde 23’lük payla ikinci sırada. İlk sırayı yüzde 26’yla Birleşik Arap Emirlikleri almış. Suudi Arabistan yüzde 16 ve Katar yüzde 8’le 3. ve 4. sıradalar. Bu dört İslam ülkesi zaten yapılan yardımın yaklaşık dörtte üçünü gerçekleştirmiş.

Gerek ülkemiz açısından gerekse diğer İslam ülkeleri açısından hem yardım konusunda hem de diğer alanlarda çok daha iyisi yapılabilirdi elbette, yapılmalıdır  da. Bu da gereksiz ithamlarda birbirimizi suçlamak yerine eksik görülen hususlarda sesimizi duyurarak, öneriler geliştirerek, altyapı ve kamuoyu oluşturarak mümkün olabilir.

Bu çerçevede, son dönemde ticaret konusunun kamuoyu  gündeminde tutulmasının  da İsrail’e 54 ürün grubunda ihracat  kısıtlamasına gidilmesinde -diğer unsurlarla birlikte- şüphesiz tetikleyici bir etkisi olmuştur.

Zaten kamuoyunun gerçek dinamiklerinden kaynaklanan görüşlerden ipuçları yakalanıp ona göre gereken adımların atılması da sağlıklı bir yönetimin, iyi yönetişimin temellerindendir.

Yazıyı uzatmamak için, bu konudaki protesto gösterilerinde yaşananlara dair iki temel hususu vurgulamakla konuyu  bağlayalım.

1- Protesto edenler -provokasyona kurban gitmemek için- protesto ettiği şeyin özüne vakıf olmalı ve protestosunu meşru sınırlarda yapmalıdır.

Bu çerçevede, kamuoyunun ilgili birimlerce birçok kanaldan ve tekraren etkin bir şekilde bilgilendirilmesi büyük önem arz eder.

2- Güvenlik güçlerimiz olayları yatıştırıcı bir şekilde hareket etmeli,  asla orantısız güç   kullanmamalı ve bireysel haklara azami dikkat etmelidir. Son olaylar özelinde konuşmuyoruz, fiziksel zarar vermeye tevessül edenler için de gereken önlemler elbette alınacaktır, o ayrı. Özetle, bu gibi toplumsal olaylarda sağduyuyla, “sinirleri” ve tepkisi sağlam yöntemlerle kritik eşikler rahatça aşılabilir…

Allah’a emanet olun.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.