Batılıların Batı’ya isyanı

Bercan TUTAR – 9 Nisan 2024

 

Batılıların Batı’ya isyanı

Çin, Rusya veya İslam dünyası değil Batı’yı üstten ve alttan gelen iç baskı yıkacak

Emperyal kapitalist sisteme ve ‘piyasa uygarlığı’na dönüşen Batı medeniyetine yönelik en büyük tehdit öyle lanse edildiği gibi ne Çin’den ne Rusya’dan ne de İslam dünyasından kaynaklanıyor.

Amerikalı akademisyen Joel Kotkin’in de ifade ettiği gibi Batı için en büyük tehdit radikal işçiler veya sağcı ajitatörler de değil. Yıkıcı tehdit bizzat Batılı sistemin imkânlarından en çok kazananlardan neşet ediyor. Batı’yı baltalayan neredeyse her ideolojinin patronlarının bu demokrat ve neo-liberal tandanslı yönetici seçkinler arasından çıktığına vurgu yapan Kotkin, manzara-i umumiyeyi “İlerici süper zenginlerin halkın onlardan ne kadar nefret ettiğine dair hiçbir fikri yok” şeklinde özetliyor.

İlerici süper zenginlerin oluşturduğu kesimlerde yok yok. Kimi eleştirel yerli karşıtı ırk teorisini ve ‘Black Lives Matter/Siyahilerin Yaşamı Önemlidir’ hareketini ve göçmen akınlarını savunuyor. Kimi trans aktivistlere her tür desteği veriyor. Kimi de en kötüsü diye nitelenen iklim anarşistlerine sponsor olarak katkı sunuyor. Yani her halükarda bu süper zengin aktivistler neo-liberal kapitalizmin piyasa geleneklerini ve taleplerini reddediyor ve bunun yerine genellikle kendilerinin sorumlu olduğu bir tür toplumsal kontrolü destekliyorlar. Yani ‘CIA destekli’ mühendislik ve kontrol faaliyetleri yerine ‘CEO destekli bir tür yeni toplumsal dizayn anlayışı öne çıkıyor.

Bu yerli karşıtı, göçmen taraftarı, transçı ve iklimci ideolojilerin yıkıcı olduğu ve sonuçta bu zenginlerin statüsünü de zayıflatabileceği gerçeği onları pek ilgilendirmiyor. Bu ilerici zenginlerin küreselci taleplerinin aynı zamanda Batılı toplumdaki beyaz yakalılarla mavi yakalılardan oluşan orta ve işçi sınıfını da çileden çıkardıkları da fazla anlaşılamıyor.

Eskiden zenginler statükocuydu. Ezici bir çoğunlukla siyasi sağı veya merkezden yanaydı. Şimdi ise çoğu değişimi savunuyor, yeni akımları ve hareketleri destekliyor. Aralarında petrol ve kimya patronu Charles Koch, Oracle’ın kurucusu Larry Ellison, medya kralı Rupert Murdoch ve emlak milyarderi Donald Bren’in de bulunduğu bazı milyarderler hâlâ siyasi sağı ve merkezi savunuyor. Bunların hepsi yetmişli, seksenli yaşlarında veya daha ilerisinde.

Forbes’un 2024 dünya dolar milyarderleri listesinde yer alan 2 bin 781 kişiden 800 kadarı Amerikalı. Listenin ilk üç sırasındaki isim değişmezken milyarder sayısı ve toplam servetleri rekor kırdı. Forbes bu yılki listeye ilişkin, “Küresel hisse senedi piyasaları; savaş, siyasi huzursuzluk ve süregelen enflasyonu umursamadan servetleri artmaya devam eden milyarderler için ne güzel bir yıl oldu” değerlendirmesini yaptı. Milyarderlerin toplam değeri 14,2 trilyon dolara ulaşarak 2023’e göre 2 trilyon dolar arttı. Böylelikle 2021’de kırılan bir önceki rekorun 1,1 trilyon dolar üzerine çıkıldı. Milyarderlerin toplam değerindeki artışın çoğu listenin başındaki ilk 20 kişiden ve toplam 5,7 trilyon dolar değerinde 813 milyardere sahip olan ABD’den geldi. Çin 200 milyar dolarlık servetin silinmesine neden olan ve 89 milyarderi sıralamadan düşüren emlak krizine rağmen 1,7 trilyon dolar değerindeki 473 milyarderiyle ikinci sırada yer aldı. Üçüncü sırada ise 200 milyarderi olan Hindistan yer aldı.

Bernard Arnault, Elon Musk, Jeff Bezos ve Mark Zuckerberg milyarderler arasında başı çekerken, OpenAI’den Sam Altman da aralarında bulunduğu 265 yeni kişi de listede yer alıyor. Listede son 15 yıldır ilk kez 30 yaşın altında kendi birikimiyle milyarder olan birinin bulunmaması da dikkat çekiyor. 30 yaşın altındakilerin tamamı servetlerini miras yoluyla edinmiş. LVMH gibi lüks mal üreticilerinin sahibi olan Bernard Arnault, 2024’te de listenin başında yer aldı. Arnault, servetini bir önceki yıla göre 22 milyar dolar artırarak 233 milyar dolara çıkardı.

 

Geçen yıl da ikinci sırada olan Elon Musk listedeki yerini korudu. Musk, bir önceki yıl 180 milyar dolar olan servetini 195 milyar dolara çıkardı. 60 yaşındaki Jeff Bezos, 114 milyar dolardan 194 milyar dolara yükselerek üçüncü sırada yer alıyor. 39 yaşındaki Mark Zuckerberg ise 177 milyar dolarla dördüncü sırada yer aldı. Zuckerberg, geçen yıl 64 milyar dolarlık servestiyle 16. sırada bulunuyordu. Zuckerberg’in servetindeki artışta META hisselerindeki artış etkili oldu. 5. sırada ise yazılım devi Oracle’ın ortak kurucusu Larry Ellison yer aldı. Ellison’ın toplam serveti 141 milyar dolar olarak kaydedildi.

Zenginler listesinden de görüldüğü üzere ABD’deki eski yaşlı zengin sınıfının yerini bugün daha genç ve sözde daha aydınlanmış ikiyüzlü oligarklar alıyor.

‘İlerici’ aktivitelere, medya, akademi, düşünce kuruluşu, vakıf ve STK’lara para transferi son dönemlerde oldukça arttı. ABD’de kâr amacı gütmeyen kuruluşların varlıkları 1980’den bu yana 16 kat arttı. 2020’de kâr amacı gütmeyen kuruluşlar 2,62 trilyon dolar gelir elde ederek ABD ekonomisinin yüzde beşinden fazlasını oluşturdu. İroniktir ki George Soros’un aksine hepsi sağcı olan Henry Ford, John D Rockefeller ve John D MacArthur’un büyük servetleriyle finanse edilen vakıflar, ‘ilerici’ davaların en önemli finansörlerinden bazıları haline geldi.

Spiked sitesindeki “Sahtekar ve iki yüzlü kapitalizme karşı yaklaşan isyan” başlıklı yazısında Kotkin “Sadece oligarkların inançlarıyla değil, aynı zamanda onların terk ettiği eşlerinin ve çocuklarının inançlarıyla da uğraşmak zorundayız. Jeff Bezos’un eski eşi MacKenzie Scott’ın tahmini 60 milyar dolar serveti, eğitimin “aşamalı” bir şekilde ele geçirilmesi için baskı yapan bir gruba şimdiden 133 milyon dolar bağışladı. Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in en az 13 milyar dolar serveti olan eski eşi Melinda Gates de uyanık davaları destekliyor” serzenişinde bulunuyor.

Şu anki seçkinler kadrosunun bir zamanlar liberal, kapitalist toplumların kalbinde yer alan meritokrasiye ve bireysel haklara benzersiz bir şekilde düşman göründüğünden yakınan Joel Kotkin, uzun bir alıntı yapacağımız şu kritik tespitlerle devam ediyor yazısına…

“Pleblerin yukarıya doğru hareketliliğini teşvik etmek yerine, onları ırk, cinsellik ve toplumsal cinsiyete dayalı ‘kimlik’ gruplarına bölmek istiyorlar. Göçmen taraftarları yıllardır Microsoft, Cisco ve TikTok gibi önde gelen teknoloji şirketlerinden cömert destek gördü. George Soros ve MacArthur, Hewlett, Ford, Packard ve Rockefeller vakıfları da dâhil olmak üzere oligarklardan ve onların soyundan gelen Tides Vakfı gibi bir dizi kar amacı gütmeyen kuruluş, küreselci değerlerin toplumda yaygınlaşması için büyük harcamalar yapıyor.

ABD Başta olmak üzere Avrupa’da ve diğer ülkelerde tespit edildiği üzere elitlerin siyasi aktivizmi ile halkın çıkarları arasındaki uçurum, bugün hiçbir yerde aşırı abartılan iklim krizi kadar belirgin değil. Teknoloji ve Wall Street’teki mevcut egemen oligarşi, Batı’nın endüstriyel gücünü baltalama ve kitlelerin yaşam pahalılığını artırma tehdidinde bulunmasına rağmen, dikkate değer bir ölçüde ürettiğimiz sera gazı miktarını yeryüzü tarafından doğal olarak emilen sera gazı miktarıyla eşitlemeyi hedefleyen ‘net sıfır emisyon’ ideolojisini benimsedi. Elit görüş genel olarak iklim sorunlarıyla genel nüfustan çok daha fazla ilgileniyor. Yakın zamanda yapılan bir ankete göre, büyük şehirlerde yüksek lisans dereceleriyle yaşayan ve yılda 150 bin dolardan fazla kazananların, et ve gazın karneye bağlanması gibi şeyleri Amerikalıların büyük çoğunluğuna göre daha fazla tercih etme olasılıkları çok daha yüksek.

Aşırı zenginler özellikle acımasız iklim konumlarına ilgi duyuyor. Tom Steyer gibi önde gelen milyarderler, önde gelen çevre gruplarına toplu olarak yüz milyonlarca dolar gönderdi. Standard Oil servetinin mirasçıları olan Rockefeller’lar, radikal iklim politikalarının en ateşli savunucularından biri haline geldi. Hatta kendi atalarının bir zamanlar yaptığı gibi fosil yakıtlardan para kazanan şirketlerin cezalandırılmasını bile destekliyorlar.

Sierra Club’ın da aralarında bulunduğu çevre grupları, Ted Turner ve Michael Bloomberg gibi zengin iş adamlarından genellikle 100 milyon dolara varan büyük bağışlar aldı. Jeff Bezos, yalnızca 2020’de çoğunluğu yeşil kar amacı gütmeyen kuruluşlara olmak üzere 10 milyar dolarlık hediye vereceğini duyurdu. Oligarkların hayırsever çabaları, medyayı parti çizgisine uymaya teşvik etmek için artık Associated Press ve Ulusal Halk Radyosu’ndaki (NPR) ‘iklim muhabirlerinin’ maaşlarını da ödüyor.

Bunların hepsi analist Robert Bryce’ın ‘sanayi karşıtı endüstri’ olarak adlandırdığı şeyi oluşturuyor. Aslına bakılırsa, yeşil lobiciler Big Oil olarak adlandırılan harcamayı dörde bir oranında geride bırakıyor. Yeni doğalgaz sobalarını ve sıvılaştırılmış doğalgazı (LNG) yasaklamaya yönelik son girişimler doğrudan milyarderlerin finanse ettiği kampanya gruplarından geliyor.

Yeşillerin açık ikiyüzlülüğü kitlelerin gözünden kaçmıyor. Çoğunluk, iklim için kemer sıkma talep eden elitlerin özel jet kullanmaktan hoşlandıkları, 500 milyon dolarlık yatlar inşa ettikleri ve çok sayıda, devasa malikânelere sahip olduklarını biliyor. En son iklim sohbeti olan COP28’in ‘sorumlu yatçılık’ konulu bir oturuma yer vermesi, insanlara süper zenginlerin ikiyüzlülüğü hakkında bilmeleri gereken her şeyi anlatıyor.

Oligarkların yeşil gündeminin verdiği zarar, şimdi kuşatılmış Avrupalı, İngiliz ve Amerikalı orta ve işçi sınıflarının isyanını körüklüyor. Pek çok kişi, tıpkı kolluk kuvvetleri, transseksüel meseleleri ve ırksal kotalar hakkındaki fikirleri uyandırmaya sürekli olarak düşman oldukları gibi, elit çevreciliğe de giderek daha fazla şüphe duymaya başlıyor.

Adrian Wooldridge’in ‘ilerici aristokrasi’ olarak adlandırdığı şeye karşı kamuoyunun düşmanlığı artık çok açık. ABD’de büyük şirketlere, teknoloji oligarklarına, büyük bankalara ve medyaya olan güven azalıyor. Benzer modelleri AB ve İngiltere’de de görmek mümkün. Bu huzursuzluk, 2016’da Donald Trump’ın seçilmesi, Brexit oylaması ve Avrupa genelinde popülist partilerin ve çiftçi protestolarının yükselişi gibi olaylara yol açtı .

Şu ana kadar seçkinler bu hoşnutsuzluğun pek farkında değil gibi görünüyor. Bu, oligarkların ve onların yandaşlarının çoğu insandan çok farklı bir gerçeklikte yaşamasından kaynaklanıyor. İster eko-kemer sıkma politikalarının yol açtığı iş kayıplarından, ister ‘polisin finansmanını kesme’ çabalarından ve sokak suçlarını cezalandırmanın reddedilmesinden dolayı artan kaostan olsun, teşvik ettikleri politikaların sonuçlarından korunuyorlar. Kapalı, soylulaştırılmış kentsel mahallelerde, elit yemyeşil banliyölerde veya kırların inzivalarında yaşıyorlar.

Seçkinlerin kibri onların en büyük sorumluluğu olabilir. Büyülenmiş çemberin dışında kalanlar genellikle kötü huylu görünebilirler ama aptal değiller. Daha büyük kaynaklara sahip, günlük davranışlar, küçük işletmeler ve konuşmalar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmayı tercih eden insanlar tarafından saldırıya uğradıklarını biliyorlar. Oligarklar kendilerini David Callahan’ın bir tür ‘iyi huylu plütokrasi’ olarak tanımladığı gibi görebilirler, ancak sıradan insanlar bu aşırı zengin sahtekarlara bu kadar gurur verici terimlerle yaklaşmıyor.

Devrim öncesi Fransız aristokratları gibi oligarklar da çoğunlukla kendi aralarında konuşuyorlar. Alexis de Tocqueville’in Eski Rejim için söylediği gibi, ‘kendi haklarını ve hatta varlıklarını’ tehdit edebilecek moda davaları finanse ediyor olabileceklerinin farkında değiller gibi görünüyorlar. Devrim öncesi zamanlarda, Fransız aristokratlar ve üst düzey din adamları, oburluğa, cinsel maceracılığa ve savurgan harcamalara düşkünlüklerinin yanı sıra tarihi ayrıcalıklarını kullanırken Hıristiyan hayırseverliğini vaaz ediyor ve insan haklarını kutluyorlardı. Tıpkı 1789’un devrimcileri gibi, günümüzün üçüncü sınıfındaki pek çok kişi üst sınıfların kibrinden ve ikiyüzlülüğünden tiksiniyor.

Halihazırda oligarşik desteğin en fazla olduğu parti olan Demokratlar arasında, kayıtlı destekçilerinin çoğu kapitalizm yerine sosyalizmi tercih ediyor. Aynı zamanda, 2018-2019 kışında artan akaryakıt vergilerine karşı yapılan sözde sarı yelekli protestolarında 1789’un yankısı açıkça görülüyordu. Almanya, Hollanda, Polonya ve İtalya’daki çiftçilerin son protestolarının tümü, elit politikaların sıradan insanların geçim kaynakları üzerindeki etkisine ilişkin endişeleri yansıtıyor.

Sonuçta soldan, sağdan ya da her ikisinden birden başlatılan bu isyan, çılgın egemen sınıfımıza doğrudan bir tehdit teşkil ediyor. Kitlelerin karşı karşıya olduğu mali sıkıntıdan endişe duyan elitlerin bile sunabilecekleri yalnızca en kibirli çözümler var. Meta kurucusu Mark Zuckerberg, Tesla CEO’su Elon Musk, Uber’in eski başkanı Travis Kalanick ve yapay zeka gurusu Sam Altman , ‘evrensel temel gelir’ kisvesi altında refah devletinin genişletilmesi ve proleterlere doğrudan nakit ödeme yapılması lehinde konuşuyor.

Sanayi çağı Britanya ve Amerika’nın elitleri, tüm hatalarına rağmen en azından orta ve özellikle işçi sınıfına fırsatlar sağladı. Güçlü ekonomilerin yaratılmasına yardımcı oldular ve bu ekonomiler, bazı siyasi kandırmalarla, sonuçta benzeri görülmemiş bir kitlesel refah yarattı. Bunun tersine, günümüzün oligarkları ve onların ‘uzman sınıfından’ müttefikleri, sübvansiyonlardan ve yardımlardan yani Karl Marx’ın ‘proleter sadaka çantası’ olarak adlandırdığı şeyden başka bir şey sunmuyor….”

Kotkin yazısını, “Önümüzdeki on yılda oligarşik yöneticilerimizin üstünlük ve yönetme hakkı varsayımını reddeden bir siyasete ihtiyacımız var. Seçkinlerin gücüne rağmen demokrasiyi, liberal değerleri ve yükselme hayalini savunmak için hâlâ zaman var” diyerek umutla bitiriyor.

Ancak göstergeler ve genel gidişat tam tersini gösteriyor. Batılı emperyal düzenin çöküşünde ilerici zenginlerin çelişkileri ve buna karşı yükselen iç baskı belirleyici olacak gibi görünüyor. Zira kitleler manipülasyonlarla bir rotaya doğru yönlendirilse de bazı kritik dönemlerde insanlar kendilerine sunulan yoldan çıkabiliyor veya peşinden yürüdükleri kişi ve düşünceleri takipten vazgeçebiliyor. Paradoksal görünse de zaman en çok da böyle durgunluk anlarında değişime doğru ilerliyor. Çünkü tarihin de gösterdiği gibi radikal isyanların en büyük lokomotifi çoğu zaman kararlı bir duruş veya vazgeçişler olmuştur.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Bercan TUTAR – 9 Nisan 2024

 

Batılıların Batı’ya isyanı

Çin, Rusya veya İslam dünyası değil Batı’yı üstten ve alttan gelen iç baskı yıkacak

Emperyal kapitalist sisteme ve ‘piyasa uygarlığı’na dönüşen Batı medeniyetine yönelik en büyük tehdit öyle lanse edildiği gibi ne Çin’den ne Rusya’dan ne de İslam dünyasından kaynaklanıyor.

Amerikalı akademisyen Joel Kotkin’in de ifade ettiği gibi Batı için en büyük tehdit radikal işçiler veya sağcı ajitatörler de değil. Yıkıcı tehdit bizzat Batılı sistemin imkânlarından en çok kazananlardan neşet ediyor. Batı’yı baltalayan neredeyse her ideolojinin patronlarının bu demokrat ve neo-liberal tandanslı yönetici seçkinler arasından çıktığına vurgu yapan Kotkin, manzara-i umumiyeyi “İlerici süper zenginlerin halkın onlardan ne kadar nefret ettiğine dair hiçbir fikri yok” şeklinde özetliyor.

İlerici süper zenginlerin oluşturduğu kesimlerde yok yok. Kimi eleştirel yerli karşıtı ırk teorisini ve ‘Black Lives Matter/Siyahilerin Yaşamı Önemlidir’ hareketini ve göçmen akınlarını savunuyor. Kimi trans aktivistlere her tür desteği veriyor. Kimi de en kötüsü diye nitelenen iklim anarşistlerine sponsor olarak katkı sunuyor. Yani her halükarda bu süper zengin aktivistler neo-liberal kapitalizmin piyasa geleneklerini ve taleplerini reddediyor ve bunun yerine genellikle kendilerinin sorumlu olduğu bir tür toplumsal kontrolü destekliyorlar. Yani ‘CIA destekli’ mühendislik ve kontrol faaliyetleri yerine ‘CEO destekli bir tür yeni toplumsal dizayn anlayışı öne çıkıyor.

Bu yerli karşıtı, göçmen taraftarı, transçı ve iklimci ideolojilerin yıkıcı olduğu ve sonuçta bu zenginlerin statüsünü de zayıflatabileceği gerçeği onları pek ilgilendirmiyor. Bu ilerici zenginlerin küreselci taleplerinin aynı zamanda Batılı toplumdaki beyaz yakalılarla mavi yakalılardan oluşan orta ve işçi sınıfını da çileden çıkardıkları da fazla anlaşılamıyor.

Eskiden zenginler statükocuydu. Ezici bir çoğunlukla siyasi sağı veya merkezden yanaydı. Şimdi ise çoğu değişimi savunuyor, yeni akımları ve hareketleri destekliyor. Aralarında petrol ve kimya patronu Charles Koch, Oracle’ın kurucusu Larry Ellison, medya kralı Rupert Murdoch ve emlak milyarderi Donald Bren’in de bulunduğu bazı milyarderler hâlâ siyasi sağı ve merkezi savunuyor. Bunların hepsi yetmişli, seksenli yaşlarında veya daha ilerisinde.

Forbes’un 2024 dünya dolar milyarderleri listesinde yer alan 2 bin 781 kişiden 800 kadarı Amerikalı. Listenin ilk üç sırasındaki isim değişmezken milyarder sayısı ve toplam servetleri rekor kırdı. Forbes bu yılki listeye ilişkin, “Küresel hisse senedi piyasaları; savaş, siyasi huzursuzluk ve süregelen enflasyonu umursamadan servetleri artmaya devam eden milyarderler için ne güzel bir yıl oldu” değerlendirmesini yaptı. Milyarderlerin toplam değeri 14,2 trilyon dolara ulaşarak 2023’e göre 2 trilyon dolar arttı. Böylelikle 2021’de kırılan bir önceki rekorun 1,1 trilyon dolar üzerine çıkıldı. Milyarderlerin toplam değerindeki artışın çoğu listenin başındaki ilk 20 kişiden ve toplam 5,7 trilyon dolar değerinde 813 milyardere sahip olan ABD’den geldi. Çin 200 milyar dolarlık servetin silinmesine neden olan ve 89 milyarderi sıralamadan düşüren emlak krizine rağmen 1,7 trilyon dolar değerindeki 473 milyarderiyle ikinci sırada yer aldı. Üçüncü sırada ise 200 milyarderi olan Hindistan yer aldı.

Bernard Arnault, Elon Musk, Jeff Bezos ve Mark Zuckerberg milyarderler arasında başı çekerken, OpenAI’den Sam Altman da aralarında bulunduğu 265 yeni kişi de listede yer alıyor. Listede son 15 yıldır ilk kez 30 yaşın altında kendi birikimiyle milyarder olan birinin bulunmaması da dikkat çekiyor. 30 yaşın altındakilerin tamamı servetlerini miras yoluyla edinmiş. LVMH gibi lüks mal üreticilerinin sahibi olan Bernard Arnault, 2024’te de listenin başında yer aldı. Arnault, servetini bir önceki yıla göre 22 milyar dolar artırarak 233 milyar dolara çıkardı.

 

Geçen yıl da ikinci sırada olan Elon Musk listedeki yerini korudu. Musk, bir önceki yıl 180 milyar dolar olan servetini 195 milyar dolara çıkardı. 60 yaşındaki Jeff Bezos, 114 milyar dolardan 194 milyar dolara yükselerek üçüncü sırada yer alıyor. 39 yaşındaki Mark Zuckerberg ise 177 milyar dolarla dördüncü sırada yer aldı. Zuckerberg, geçen yıl 64 milyar dolarlık servestiyle 16. sırada bulunuyordu. Zuckerberg’in servetindeki artışta META hisselerindeki artış etkili oldu. 5. sırada ise yazılım devi Oracle’ın ortak kurucusu Larry Ellison yer aldı. Ellison’ın toplam serveti 141 milyar dolar olarak kaydedildi.

Zenginler listesinden de görüldüğü üzere ABD’deki eski yaşlı zengin sınıfının yerini bugün daha genç ve sözde daha aydınlanmış ikiyüzlü oligarklar alıyor.

‘İlerici’ aktivitelere, medya, akademi, düşünce kuruluşu, vakıf ve STK’lara para transferi son dönemlerde oldukça arttı. ABD’de kâr amacı gütmeyen kuruluşların varlıkları 1980’den bu yana 16 kat arttı. 2020’de kâr amacı gütmeyen kuruluşlar 2,62 trilyon dolar gelir elde ederek ABD ekonomisinin yüzde beşinden fazlasını oluşturdu. İroniktir ki George Soros’un aksine hepsi sağcı olan Henry Ford, John D Rockefeller ve John D MacArthur’un büyük servetleriyle finanse edilen vakıflar, ‘ilerici’ davaların en önemli finansörlerinden bazıları haline geldi.

Spiked sitesindeki “Sahtekar ve iki yüzlü kapitalizme karşı yaklaşan isyan” başlıklı yazısında Kotkin “Sadece oligarkların inançlarıyla değil, aynı zamanda onların terk ettiği eşlerinin ve çocuklarının inançlarıyla da uğraşmak zorundayız. Jeff Bezos’un eski eşi MacKenzie Scott’ın tahmini 60 milyar dolar serveti, eğitimin “aşamalı” bir şekilde ele geçirilmesi için baskı yapan bir gruba şimdiden 133 milyon dolar bağışladı. Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in en az 13 milyar dolar serveti olan eski eşi Melinda Gates de uyanık davaları destekliyor” serzenişinde bulunuyor.

Şu anki seçkinler kadrosunun bir zamanlar liberal, kapitalist toplumların kalbinde yer alan meritokrasiye ve bireysel haklara benzersiz bir şekilde düşman göründüğünden yakınan Joel Kotkin, uzun bir alıntı yapacağımız şu kritik tespitlerle devam ediyor yazısına…

“Pleblerin yukarıya doğru hareketliliğini teşvik etmek yerine, onları ırk, cinsellik ve toplumsal cinsiyete dayalı ‘kimlik’ gruplarına bölmek istiyorlar. Göçmen taraftarları yıllardır Microsoft, Cisco ve TikTok gibi önde gelen teknoloji şirketlerinden cömert destek gördü. George Soros ve MacArthur, Hewlett, Ford, Packard ve Rockefeller vakıfları da dâhil olmak üzere oligarklardan ve onların soyundan gelen Tides Vakfı gibi bir dizi kar amacı gütmeyen kuruluş, küreselci değerlerin toplumda yaygınlaşması için büyük harcamalar yapıyor.

ABD Başta olmak üzere Avrupa’da ve diğer ülkelerde tespit edildiği üzere elitlerin siyasi aktivizmi ile halkın çıkarları arasındaki uçurum, bugün hiçbir yerde aşırı abartılan iklim krizi kadar belirgin değil. Teknoloji ve Wall Street’teki mevcut egemen oligarşi, Batı’nın endüstriyel gücünü baltalama ve kitlelerin yaşam pahalılığını artırma tehdidinde bulunmasına rağmen, dikkate değer bir ölçüde ürettiğimiz sera gazı miktarını yeryüzü tarafından doğal olarak emilen sera gazı miktarıyla eşitlemeyi hedefleyen ‘net sıfır emisyon’ ideolojisini benimsedi. Elit görüş genel olarak iklim sorunlarıyla genel nüfustan çok daha fazla ilgileniyor. Yakın zamanda yapılan bir ankete göre, büyük şehirlerde yüksek lisans dereceleriyle yaşayan ve yılda 150 bin dolardan fazla kazananların, et ve gazın karneye bağlanması gibi şeyleri Amerikalıların büyük çoğunluğuna göre daha fazla tercih etme olasılıkları çok daha yüksek.

Aşırı zenginler özellikle acımasız iklim konumlarına ilgi duyuyor. Tom Steyer gibi önde gelen milyarderler, önde gelen çevre gruplarına toplu olarak yüz milyonlarca dolar gönderdi. Standard Oil servetinin mirasçıları olan Rockefeller’lar, radikal iklim politikalarının en ateşli savunucularından biri haline geldi. Hatta kendi atalarının bir zamanlar yaptığı gibi fosil yakıtlardan para kazanan şirketlerin cezalandırılmasını bile destekliyorlar.

Sierra Club’ın da aralarında bulunduğu çevre grupları, Ted Turner ve Michael Bloomberg gibi zengin iş adamlarından genellikle 100 milyon dolara varan büyük bağışlar aldı. Jeff Bezos, yalnızca 2020’de çoğunluğu yeşil kar amacı gütmeyen kuruluşlara olmak üzere 10 milyar dolarlık hediye vereceğini duyurdu. Oligarkların hayırsever çabaları, medyayı parti çizgisine uymaya teşvik etmek için artık Associated Press ve Ulusal Halk Radyosu’ndaki (NPR) ‘iklim muhabirlerinin’ maaşlarını da ödüyor.

Bunların hepsi analist Robert Bryce’ın ‘sanayi karşıtı endüstri’ olarak adlandırdığı şeyi oluşturuyor. Aslına bakılırsa, yeşil lobiciler Big Oil olarak adlandırılan harcamayı dörde bir oranında geride bırakıyor. Yeni doğalgaz sobalarını ve sıvılaştırılmış doğalgazı (LNG) yasaklamaya yönelik son girişimler doğrudan milyarderlerin finanse ettiği kampanya gruplarından geliyor.

Yeşillerin açık ikiyüzlülüğü kitlelerin gözünden kaçmıyor. Çoğunluk, iklim için kemer sıkma talep eden elitlerin özel jet kullanmaktan hoşlandıkları, 500 milyon dolarlık yatlar inşa ettikleri ve çok sayıda, devasa malikânelere sahip olduklarını biliyor. En son iklim sohbeti olan COP28’in ‘sorumlu yatçılık’ konulu bir oturuma yer vermesi, insanlara süper zenginlerin ikiyüzlülüğü hakkında bilmeleri gereken her şeyi anlatıyor.

Oligarkların yeşil gündeminin verdiği zarar, şimdi kuşatılmış Avrupalı, İngiliz ve Amerikalı orta ve işçi sınıflarının isyanını körüklüyor. Pek çok kişi, tıpkı kolluk kuvvetleri, transseksüel meseleleri ve ırksal kotalar hakkındaki fikirleri uyandırmaya sürekli olarak düşman oldukları gibi, elit çevreciliğe de giderek daha fazla şüphe duymaya başlıyor.

Adrian Wooldridge’in ‘ilerici aristokrasi’ olarak adlandırdığı şeye karşı kamuoyunun düşmanlığı artık çok açık. ABD’de büyük şirketlere, teknoloji oligarklarına, büyük bankalara ve medyaya olan güven azalıyor. Benzer modelleri AB ve İngiltere’de de görmek mümkün. Bu huzursuzluk, 2016’da Donald Trump’ın seçilmesi, Brexit oylaması ve Avrupa genelinde popülist partilerin ve çiftçi protestolarının yükselişi gibi olaylara yol açtı .

Şu ana kadar seçkinler bu hoşnutsuzluğun pek farkında değil gibi görünüyor. Bu, oligarkların ve onların yandaşlarının çoğu insandan çok farklı bir gerçeklikte yaşamasından kaynaklanıyor. İster eko-kemer sıkma politikalarının yol açtığı iş kayıplarından, ister ‘polisin finansmanını kesme’ çabalarından ve sokak suçlarını cezalandırmanın reddedilmesinden dolayı artan kaostan olsun, teşvik ettikleri politikaların sonuçlarından korunuyorlar. Kapalı, soylulaştırılmış kentsel mahallelerde, elit yemyeşil banliyölerde veya kırların inzivalarında yaşıyorlar.

Seçkinlerin kibri onların en büyük sorumluluğu olabilir. Büyülenmiş çemberin dışında kalanlar genellikle kötü huylu görünebilirler ama aptal değiller. Daha büyük kaynaklara sahip, günlük davranışlar, küçük işletmeler ve konuşmalar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmayı tercih eden insanlar tarafından saldırıya uğradıklarını biliyorlar. Oligarklar kendilerini David Callahan’ın bir tür ‘iyi huylu plütokrasi’ olarak tanımladığı gibi görebilirler, ancak sıradan insanlar bu aşırı zengin sahtekarlara bu kadar gurur verici terimlerle yaklaşmıyor.

Devrim öncesi Fransız aristokratları gibi oligarklar da çoğunlukla kendi aralarında konuşuyorlar. Alexis de Tocqueville’in Eski Rejim için söylediği gibi, ‘kendi haklarını ve hatta varlıklarını’ tehdit edebilecek moda davaları finanse ediyor olabileceklerinin farkında değiller gibi görünüyorlar. Devrim öncesi zamanlarda, Fransız aristokratlar ve üst düzey din adamları, oburluğa, cinsel maceracılığa ve savurgan harcamalara düşkünlüklerinin yanı sıra tarihi ayrıcalıklarını kullanırken Hıristiyan hayırseverliğini vaaz ediyor ve insan haklarını kutluyorlardı. Tıpkı 1789’un devrimcileri gibi, günümüzün üçüncü sınıfındaki pek çok kişi üst sınıfların kibrinden ve ikiyüzlülüğünden tiksiniyor.

Halihazırda oligarşik desteğin en fazla olduğu parti olan Demokratlar arasında, kayıtlı destekçilerinin çoğu kapitalizm yerine sosyalizmi tercih ediyor. Aynı zamanda, 2018-2019 kışında artan akaryakıt vergilerine karşı yapılan sözde sarı yelekli protestolarında 1789’un yankısı açıkça görülüyordu. Almanya, Hollanda, Polonya ve İtalya’daki çiftçilerin son protestolarının tümü, elit politikaların sıradan insanların geçim kaynakları üzerindeki etkisine ilişkin endişeleri yansıtıyor.

Sonuçta soldan, sağdan ya da her ikisinden birden başlatılan bu isyan, çılgın egemen sınıfımıza doğrudan bir tehdit teşkil ediyor. Kitlelerin karşı karşıya olduğu mali sıkıntıdan endişe duyan elitlerin bile sunabilecekleri yalnızca en kibirli çözümler var. Meta kurucusu Mark Zuckerberg, Tesla CEO’su Elon Musk, Uber’in eski başkanı Travis Kalanick ve yapay zeka gurusu Sam Altman , ‘evrensel temel gelir’ kisvesi altında refah devletinin genişletilmesi ve proleterlere doğrudan nakit ödeme yapılması lehinde konuşuyor.

Sanayi çağı Britanya ve Amerika’nın elitleri, tüm hatalarına rağmen en azından orta ve özellikle işçi sınıfına fırsatlar sağladı. Güçlü ekonomilerin yaratılmasına yardımcı oldular ve bu ekonomiler, bazı siyasi kandırmalarla, sonuçta benzeri görülmemiş bir kitlesel refah yarattı. Bunun tersine, günümüzün oligarkları ve onların ‘uzman sınıfından’ müttefikleri, sübvansiyonlardan ve yardımlardan yani Karl Marx’ın ‘proleter sadaka çantası’ olarak adlandırdığı şeyden başka bir şey sunmuyor….”

Kotkin yazısını, “Önümüzdeki on yılda oligarşik yöneticilerimizin üstünlük ve yönetme hakkı varsayımını reddeden bir siyasete ihtiyacımız var. Seçkinlerin gücüne rağmen demokrasiyi, liberal değerleri ve yükselme hayalini savunmak için hâlâ zaman var” diyerek umutla bitiriyor.

Ancak göstergeler ve genel gidişat tam tersini gösteriyor. Batılı emperyal düzenin çöküşünde ilerici zenginlerin çelişkileri ve buna karşı yükselen iç baskı belirleyici olacak gibi görünüyor. Zira kitleler manipülasyonlarla bir rotaya doğru yönlendirilse de bazı kritik dönemlerde insanlar kendilerine sunulan yoldan çıkabiliyor veya peşinden yürüdükleri kişi ve düşünceleri takipten vazgeçebiliyor. Paradoksal görünse de zaman en çok da böyle durgunluk anlarında değişime doğru ilerliyor. Çünkü tarihin de gösterdiği gibi radikal isyanların en büyük lokomotifi çoğu zaman kararlı bir duruş veya vazgeçişler olmuştur.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.