Türkiye’nin köklerine dönüşü ve ezberleri bozan küresel dönüşümü

Bercan TUTAR – 23 Şubat 2024

 

Türkiye’nin küresel dış politikadaki dengeleri ve denklemleri yeniden kuran çıkışları devam ediyor. Rusya ve Çin eksenindeki Asya açılımları devam eden Türkiye, yakın dönemde Ortadoğu ülkeleri ve Mısır ile başlattığı yeni diplomatik hamlelerle göz doldurdu. ABD ve Avrupa ile ilişkileri yeniden rayına oturtan rasyonel adımlar yanında Somali ile imzalanan yeni savunma anlaşması ekseninde Afrika stratejisine yeni bir kulvar daha ekledi.

Bu çıkışlarıyla Türkiye küresel siyasetin patlayan yıldızı olarak gösteriliyor. Son olarak beşinci nesil milli muharip uçağımız KAAN’ın başarılı test denemeleri dünyada büyük yankı uyandırdı. Dünyanın dört bir yanında özellikle de Batı’daki siyasiler ve analistler ezber bozan bu hamleleri yakından izliyor. ABD’nin en etkili dış politika dergilerinden Foreign Affairs’te yayımlanan bir analizde Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin yeniden yakınlaştığı ve tanımlandığına dair tespit dikkat çekti. Analizde Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki hamlelerin Türkiye’yi sadece Batı ile değil dünyanın dört bir yanındaki Batı dışı bölgelerle de aktif dış politika yürüten bir aktör haline getirdiği vurgulanıyor.

8 Şubat’ta Ankara’da Somali ile imzalanan 10 yıl süreli savunma işbirliği anlaşması da Batı’da en az KAAN kadar yankı uyandırdı. Somali’nin anlaşmayı dün resmen onaylaması dünya medyasının da yoğun ilgisine yol açtı. Pek çok gazete, görsel ve dijital platform bu gelişmeye yer verirken ABD’de ‘gölge CIA’ olarak bilinen özel istihbarat ajansı STRATFOR da anlaşmayı mercek altına aldı ve “Ankara, Somali ve Cibuti ile savunma anlaşmaları yoluyla küresel etkisini genişletiyor’ tespitinde bulundu.

Türkiye’nin coğrafyası ve NATO üyeliğiyle Batı’da olduğu kadar Batı dışı dünyada da söz sahibi olmaya başlaması kuşkusuz en çok da Yeni Türkiye’yi eskiden olduğu gibi vesayet altına alamayan ve dizginleyemeyen ABD’deki eski kafalı siyasileri kaygılandırıyor.

1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından kurulan Türkiye, NATO’ya katılarak ABD ve AB ile daha yakın ilişkiler kurmaya çalışarak laik ve Batı’ya uyumlu bir dış politika izledi. Son yıllarda bağımsız ve özerk bir dış politika izleyen Ankara Libya, Suriye ve diğer yerlerdeki askeri müdahaleleriyle dengeleri sarstı nüfuz sahasını genişletti. 2023 yılında yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın Çin ve Rusya ile derinleşen bağları ön plana çıkaran bağımsız dış politikasını ilerleterek sürdürmesi bekleniyor.

1923 yılında cumhuriyet olarak kuruluşunun ardından Türkiye, modern ve laik bir ulus olma vizyonunu kapsamında Batı ile yakın ekonomik ve askeri ilişkiler kurdu. Ancak Erdoğan’ın yükselişinden bu yana geçen yirmi iki yılda iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Türkiye’yi bağımsız bir aktör ve başlı başına bir dünya gücü olarak yeniden markalaştırmanın kapısını araladı.

Türkiye’nin yeniden dirilişi küresel siyaset için en önemli tarihsel kırılmalardan biridir. Çünkü Türkiye, altı yüz yıl boyunca ayakta kalan, üç kıtaya yayılan, İslam dünyasına ve Avrupa’nın büyük bir kısmına hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun varisidir, devamıdır. Zannedildiği gibi yık(tır)ılan Osmanlı yerine kurulmuş yeni bir devlet değildir. Her açıdan imparatorluk kültürünü devam ettiren bir devlettir. Rejim değişse de devlet aynı devlettir. Saltanattan cumhuriyete geçilmiş ama devlet aklı ve bekası için birincil öncelik arz eden stratejilerden asla vazgeçilmemiştir.

Anadolu toprakları ve kültürü Doğu ile Batı, Hıristiyanlık ile İslam, modernlik ile gelenek gibi güçlü aktörler ve düşünceler arasındaki binlerce yıllık çatışma ve karşılaşmalara tanık etti. Günümüz Yeni Türkiye’si hem bu zengin geçmişin etkilerini yansıtıyor hem de aynı zamanda kendisini benzersiz bir ulusal ve kozmopolit kimliğe sahip bağımsız bir güç olarak da tasvir edebiliyor.

Bugün Türkiye kendini tanımlama gücünü yeniden eline aldı. Artık Batı’nın vazettiği tanım, tarif ve reçetelerle hareket etmiyor. Kendi iktidarını önce kendisi dilde kuruyor. Kendi söylemini kendisi üretiyor. Yönünü kendisi belirliyor. Kendi rotasını, gemilerini ve savaş uçağını kendisi üretiyor. Kiminle nasıl ilişki kuracağına kendisi karar veriyor. Türkiye’nin ekseni ne Batı ne de Doğu artık kendisi.

Bu kültürel ve tarihi miras ile birleşen mevcut siyasi kararlılık ve irade ister istemez imparatorluklara has bir bilinçle adım atıyor ve atılan her adım bu nedenle ses getiriyor. Üç kıta arasındaki merkezi konumu göz önüne alındığında Türkiye bugün Asya, Avrupa ve Afrika’yı her açıdan etkileyebilen köklü jeo-politik dinamiklere sahip bir aktör. Haliyle Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Kuzey Afrika, Akdeniz ve Ortadoğu’da küresel ve bölgesel güçlerin ‘by-pass’ edemeyeceği bir güç konumunda.

Modern Türkiye’nin sınırları, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra oluşturuldu. İkinci Dünya Savaşı’nın büyük bölümünde Türkiye tarafsız kaldı ancak savaştan sonra Batı ile bağlarını daha da güçlendirdi. 1952’de NATO’ya katıldı ve ABD’nin anti-komünist Truman Doktrini doğrultusundaki yardımlarla ülke yeniden dizayn edildi. Omurgasını Rusya (SSCB) karşıtlığının oluşturduğu bu yeni pozisyon Kemalist, aşırı laik ve milliyetçiliğe dayalı bir Amerikancı yönetim ideolojisini üretti. Bu ideolojinin koruyucusu ise ekonomiyi de hükümeti de kontrol eden güçlü bir orduydu. Bir bakıma ABD destekli bu ‘vesayet modeli’nin muhafızlığı siyasiler yerine askerlere erildi.

Ancak bu model darbelerden, ideolojik kamplaşmalardan, aidiyet krizlerinden, ekonomik bunalımlardan, dış sömürünün artmasından, devletin halkıyla savaşmasından, siyasi, kültürel ve toplumsal kaosun derinleşmesinden başka sonuca yol açmadı.

Bu vesayetçi düzene halkın tepkisi Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerden zaferle çıktığı 2002’deki Sessiz Devrim oldu. Bilinçaltındaki imparatorluk refleksleriyle hareket eden Anadolu halkı, 2002’deki tarihi tercihiyle sömürü düzenini devirerek Türkiye’nin önünü açan yeni bir devrime daha imza attı.

Şu andaki Yeni Türkiye işte bu Osmanlı’nın ve Selçuklu’nun imparatorluk bilinciyle teçhizatlı Anadolu zihniyetinin ürünüdür. Selçuklu ve Osmanlı evrenselliğine ve imparatorluk aidiyetine dayalı bu mefkûreyi alt etmenin imkânı yoktur. Bu açıdan bakıldığında Yeni Türkiye’nin küresel yükselişi her açıdan Selçuklu ve Osmanlı’nın da yeniden dirilişi ve dönüşüdür. Bu bağlamda, Türkiye’nin tarihine yani evine yürümesi ve köklerine dönüşü ister istemez potansiyelimizi de harekete geçirerek ihtiyacımız olan hayati dönüşümü yapabilmemizi sağladı. Zira unutmayalım ki köklerimize yönelik her dönüş bir erdemli dönüşümdür aynı zamanda.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

bercan tutar banner

Bercan TUTAR – 23 Şubat 2024

 

Türkiye’nin küresel dış politikadaki dengeleri ve denklemleri yeniden kuran çıkışları devam ediyor. Rusya ve Çin eksenindeki Asya açılımları devam eden Türkiye, yakın dönemde Ortadoğu ülkeleri ve Mısır ile başlattığı yeni diplomatik hamlelerle göz doldurdu. ABD ve Avrupa ile ilişkileri yeniden rayına oturtan rasyonel adımlar yanında Somali ile imzalanan yeni savunma anlaşması ekseninde Afrika stratejisine yeni bir kulvar daha ekledi.

Bu çıkışlarıyla Türkiye küresel siyasetin patlayan yıldızı olarak gösteriliyor. Son olarak beşinci nesil milli muharip uçağımız KAAN’ın başarılı test denemeleri dünyada büyük yankı uyandırdı. Dünyanın dört bir yanında özellikle de Batı’daki siyasiler ve analistler ezber bozan bu hamleleri yakından izliyor. ABD’nin en etkili dış politika dergilerinden Foreign Affairs’te yayımlanan bir analizde Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin yeniden yakınlaştığı ve tanımlandığına dair tespit dikkat çekti. Analizde Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki hamlelerin Türkiye’yi sadece Batı ile değil dünyanın dört bir yanındaki Batı dışı bölgelerle de aktif dış politika yürüten bir aktör haline getirdiği vurgulanıyor.

8 Şubat’ta Ankara’da Somali ile imzalanan 10 yıl süreli savunma işbirliği anlaşması da Batı’da en az KAAN kadar yankı uyandırdı. Somali’nin anlaşmayı dün resmen onaylaması dünya medyasının da yoğun ilgisine yol açtı. Pek çok gazete, görsel ve dijital platform bu gelişmeye yer verirken ABD’de ‘gölge CIA’ olarak bilinen özel istihbarat ajansı STRATFOR da anlaşmayı mercek altına aldı ve “Ankara, Somali ve Cibuti ile savunma anlaşmaları yoluyla küresel etkisini genişletiyor’ tespitinde bulundu.

Türkiye’nin coğrafyası ve NATO üyeliğiyle Batı’da olduğu kadar Batı dışı dünyada da söz sahibi olmaya başlaması kuşkusuz en çok da Yeni Türkiye’yi eskiden olduğu gibi vesayet altına alamayan ve dizginleyemeyen ABD’deki eski kafalı siyasileri kaygılandırıyor.

1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından kurulan Türkiye, NATO’ya katılarak ABD ve AB ile daha yakın ilişkiler kurmaya çalışarak laik ve Batı’ya uyumlu bir dış politika izledi. Son yıllarda bağımsız ve özerk bir dış politika izleyen Ankara Libya, Suriye ve diğer yerlerdeki askeri müdahaleleriyle dengeleri sarstı nüfuz sahasını genişletti. 2023 yılında yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın Çin ve Rusya ile derinleşen bağları ön plana çıkaran bağımsız dış politikasını ilerleterek sürdürmesi bekleniyor.

1923 yılında cumhuriyet olarak kuruluşunun ardından Türkiye, modern ve laik bir ulus olma vizyonunu kapsamında Batı ile yakın ekonomik ve askeri ilişkiler kurdu. Ancak Erdoğan’ın yükselişinden bu yana geçen yirmi iki yılda iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Türkiye’yi bağımsız bir aktör ve başlı başına bir dünya gücü olarak yeniden markalaştırmanın kapısını araladı.

Türkiye’nin yeniden dirilişi küresel siyaset için en önemli tarihsel kırılmalardan biridir. Çünkü Türkiye, altı yüz yıl boyunca ayakta kalan, üç kıtaya yayılan, İslam dünyasına ve Avrupa’nın büyük bir kısmına hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun varisidir, devamıdır. Zannedildiği gibi yık(tır)ılan Osmanlı yerine kurulmuş yeni bir devlet değildir. Her açıdan imparatorluk kültürünü devam ettiren bir devlettir. Rejim değişse de devlet aynı devlettir. Saltanattan cumhuriyete geçilmiş ama devlet aklı ve bekası için birincil öncelik arz eden stratejilerden asla vazgeçilmemiştir.

Anadolu toprakları ve kültürü Doğu ile Batı, Hıristiyanlık ile İslam, modernlik ile gelenek gibi güçlü aktörler ve düşünceler arasındaki binlerce yıllık çatışma ve karşılaşmalara tanık etti. Günümüz Yeni Türkiye’si hem bu zengin geçmişin etkilerini yansıtıyor hem de aynı zamanda kendisini benzersiz bir ulusal ve kozmopolit kimliğe sahip bağımsız bir güç olarak da tasvir edebiliyor.

Bugün Türkiye kendini tanımlama gücünü yeniden eline aldı. Artık Batı’nın vazettiği tanım, tarif ve reçetelerle hareket etmiyor. Kendi iktidarını önce kendisi dilde kuruyor. Kendi söylemini kendisi üretiyor. Yönünü kendisi belirliyor. Kendi rotasını, gemilerini ve savaş uçağını kendisi üretiyor. Kiminle nasıl ilişki kuracağına kendisi karar veriyor. Türkiye’nin ekseni ne Batı ne de Doğu artık kendisi.

Bu kültürel ve tarihi miras ile birleşen mevcut siyasi kararlılık ve irade ister istemez imparatorluklara has bir bilinçle adım atıyor ve atılan her adım bu nedenle ses getiriyor. Üç kıta arasındaki merkezi konumu göz önüne alındığında Türkiye bugün Asya, Avrupa ve Afrika’yı her açıdan etkileyebilen köklü jeo-politik dinamiklere sahip bir aktör. Haliyle Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Kuzey Afrika, Akdeniz ve Ortadoğu’da küresel ve bölgesel güçlerin ‘by-pass’ edemeyeceği bir güç konumunda.

Modern Türkiye’nin sınırları, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra oluşturuldu. İkinci Dünya Savaşı’nın büyük bölümünde Türkiye tarafsız kaldı ancak savaştan sonra Batı ile bağlarını daha da güçlendirdi. 1952’de NATO’ya katıldı ve ABD’nin anti-komünist Truman Doktrini doğrultusundaki yardımlarla ülke yeniden dizayn edildi. Omurgasını Rusya (SSCB) karşıtlığının oluşturduğu bu yeni pozisyon Kemalist, aşırı laik ve milliyetçiliğe dayalı bir Amerikancı yönetim ideolojisini üretti. Bu ideolojinin koruyucusu ise ekonomiyi de hükümeti de kontrol eden güçlü bir orduydu. Bir bakıma ABD destekli bu ‘vesayet modeli’nin muhafızlığı siyasiler yerine askerlere erildi.

Ancak bu model darbelerden, ideolojik kamplaşmalardan, aidiyet krizlerinden, ekonomik bunalımlardan, dış sömürünün artmasından, devletin halkıyla savaşmasından, siyasi, kültürel ve toplumsal kaosun derinleşmesinden başka sonuca yol açmadı.

Bu vesayetçi düzene halkın tepkisi Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerden zaferle çıktığı 2002’deki Sessiz Devrim oldu. Bilinçaltındaki imparatorluk refleksleriyle hareket eden Anadolu halkı, 2002’deki tarihi tercihiyle sömürü düzenini devirerek Türkiye’nin önünü açan yeni bir devrime daha imza attı.

Şu andaki Yeni Türkiye işte bu Osmanlı’nın ve Selçuklu’nun imparatorluk bilinciyle teçhizatlı Anadolu zihniyetinin ürünüdür. Selçuklu ve Osmanlı evrenselliğine ve imparatorluk aidiyetine dayalı bu mefkûreyi alt etmenin imkânı yoktur. Bu açıdan bakıldığında Yeni Türkiye’nin küresel yükselişi her açıdan Selçuklu ve Osmanlı’nın da yeniden dirilişi ve dönüşüdür. Bu bağlamda, Türkiye’nin tarihine yani evine yürümesi ve köklerine dönüşü ister istemez potansiyelimizi de harekete geçirerek ihtiyacımız olan hayati dönüşümü yapabilmemizi sağladı. Zira unutmayalım ki köklerimize yönelik her dönüş bir erdemli dönüşümdür aynı zamanda.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.