35 kez görüntülendi.

Ha(ber)mas!

Hamas’ın direnişi Avrupa’nın yaşayan en büyük filozofu Habermas’ın şahsında Batı felsefesinin ırkçı, soykırımcı ve sefil iç yüzünü de deşifre etti.

Bercan TUTAR – 26 Ocak 2024

İsrail’in Gazze’deki barbar katliamlarına sadece Batılı siyasiler destek vermiyor. Avrupa halkları bu vahşete karşı her alanda seslerini yükseltirken yürekleri yaralayan ve insanları şaşırtan asıl şey Batılı entelijansiyasının ve aydın kesimlerinin utanç verici tavrıdır.

Siyonistlerin tasmasını taşıyan Batılı sadist ve psikopat ruhlu siyasilerden zaten kimse erdemli bir çıkış beklemiyordu. Fakat doğulu aydınlarla akademisyenlerin ilham kaynağı olarak gördüğü, hayranlık beslediği ve çoğu zaman da idolleştirdiği Avrupalı ve Amerikalı filozofların Batılı siyasileri de aşan bir azgınlıkla İsrail’in soykırımına verdiği fanatik destek evrensel değerler sisteminin omurgasını oluşturan Batı felsefesinin ırkçı iç yüzünü ve sefaletini bir kez daha gözler önüne serdi.

Gazze’deki direniş ruhu Batılı Aydınlanma düşüncesinin nasıl bir karanlıkla yoğrulduğunu apaçık şekilde deşifre etti.

İsrail’e siyasi, askeri ve ekonomik yardımlarda bulunan ABD, Avrupa ve NATO’nun başındaki siyasilerin soykırım seferberliğini bütün dünya görüyor ve not ediyor zaten. Yüzyıllardır demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, halkların kaderini tayin hakkı, ulusal egemenlik, eşitlik, adalet ve özgürlük gibi konuların havariliğini yapan Batılı düşünürlerin fail İsrail olunca bütün değerlerini inkâr edip insani ve ahlaki açıdan tarihin görüp görebileceği bu en vahşi katliamlara destek veren birer faşist militana dönüştüğünü görüyoruz.

Başta Müslümanlar olmak üzere bütün Batı dışı halkları sadece bireysel olarak değil toplumsal ve ulusal olarak da Batılı düşünürler için hep insani sıfatlarından ve doğal haklarından soyutlanarak aşağılanmıştır.

Çünkü Afrikalıların daha aşağı bir ırk olduğunu savunan Kant’tan İngilizlerin Hindistan’ı sömürmesini ilericilik olarak gören Avrupa merkezci Marx’a, Hitler’in soykırımına destek veren Nazist Heidegger’den İsrail’in Gazze’deki sistematik barbarlıklarını savunan Jürgen Habermas’a, Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesinin ve Kızılderili soykırımının teorisyenliğini John Locke’dan neo Markist Slavoj Zizek’e kadar hemen her Avrupalı filozofun düşünce sisteminde Öteki diye yaftalanan diğer halklar tehlikeli, daha aşağı, ilkel, insanımsı ve barbar olarak kodlanır.

Tevarüs edilmiş bir kindir aslında karşımızdaki bu çağdaş sapkınlık. Çünkü bunların dedeleri de böyleydi. Örneğin İngilizlerin liberal teorisyeni John Stuart Mill (1806-1873), “Özgürlük Üzerine” isimli makalesinde “barbar” diye nitelediği “Batılılaşmamış halklarla mücadelede her yolun mubah olduğunu” söyler. İngilizlerin edebiyat dehası Shakespeare (1564-1616), “Öteki”ye yönelik hıncını “IV. Henry” adlı tiyatrosunda “İstanbul’a varıp Türk’ü sakalından asacağım” diyerek dile getirir.

Dostoyevski (1821-1881) Osmanlı’ya olan bilinçaltındaki öfkeyi,“Karamazov Kardeşler”de Engizisyon ve Katolikliğin eleştirildiği “Büyük Engizitör” hikâyesinde lafı alakasız şekilde birden Balkanlardaki “Türk zulmü ve işkencelerine” getirerek söze döker.

Fransız diplomat ve yazar Arthur de Gobineau (1816-1882),“İnsan Irklarının Eşitsizliği” kitabında “Üstün ve aşağı ırklar vardır ve toplumların ilerlemesinin veya geri kalmasının nedeni bu ırksal özelliklerdir. Düşünme yeteneği sınırlı olan siyah ırk en alttadır. Sonra sarı ırk gelir. En tepede ise beyaz ırk vardır. Beyaz insanın üstünlüğü akıl, güzellik ve güçlülüğünden kaynaklanır” der.

 

Bu ırkçı anlayışın öncüsü Fransız düşünür Montesquieu (1689-1728) ise “Doğu Despotizmi”nde sıcak iklimi ve düz alanlardan oluşan coğrafi yapısından dolayı Asyalıların köleliğe, soğuk iklimi ve dağlık coğrafyasından dolayı Avrupalıların ise özgürlüğe daha yatkın olduğu masalını anlatır.

Böylece Avrupa anayasal sistem ve demokrasiyle yönetilmeye layıkken Asya despotizmi hak eder. Yani hür olmak ve kalkınmak sadece Avrupalılara mahsus bir kaderdir. Rakam, kâğıt, ateş, yazı, tarım ve barutu bulan diğer medeniyetlerin üstünü çizen İngiliz filozof Bertrand Russell da (1872-1970), İslam dünyasının düşünce enerjisinden yoksun olduğunu iddia eder. Ona göre, Müslümanlar yenilik ve özgünlük geliştirmekten ziyade Batı’nın iki ihtişamlı çağı (Antik Yunan ve Aydınlanma) arasındaki karanlıkta (Ortaçağ) sadece Batı uygarlığının bekçiliğini yaptılar.

Bu travmatik zihniyetin iyileşme imkânı var mı? Yok, çünkü Avrupa kendi varoluşunu ve meşruiyetini ancak bütün “Öteki”leri “ilkel ve aşağı” diye kodlayarak elde eder. “Öteki” olmak her halükârda “aşağılık” bir konumdur. Eskiden olduğu gibi Avrupa günümüzde de kendinden olmayanı yani Öteki’yi “farklı” değil hep “aşağı” olarak görüyor. Bu nedenle Batılının gözünde Doğulu ve Müslüman, hiçbir zaman normal bir insan değildir. “Normallik” sadece Avrupalıya mahsus bir niteliktir. Kıtalarını özgürlük, hürriyet, demokrasi, hukuk ve medeniyetin yurdu olarak gören Batılılar, “The rest of the West/dünyanın geri kalanını” ise gerilik, tutsaklık ve despotluğun cehennemi diye oryantalize eder/nakşeder. Bu anlamda “Haçlı milleti” dün ne ise bugün de aynıdır. Avrupa taassup ve mantalitesi hiç değişmedi ve değişmez de. Kendini laik, liberal ve batılılaşmış gören Doğulular ve Müslümanlar da Batı’nın gözünde birer “aşağı”dır.

Unutmayalım ki, kendimizi nasıl tanımlarsak tanımlayalım en son kertede Batı’nın nazarında hepimiz “birer Erdoğan”, “birer Mursi”, “birer Kızılderili”, “birer Gazzeli”, “birer Afrikalı” veya “birer Talibanız”dır. Başkası değil.

Avrupa’nın ahlaki tahayyül alanının dışında kalan Doğulular onların felsefi evreninde de hak sahibi değildir. Çinliler, Afrikalılar, Latin Amerikalılar, Hintliler, Araplar, İranlılar, Türkler ve hatta Hristiyan olmasına rağmen Ruslar veya Ermeniler Avrupalı filozoflar için, fethedilmesi, susturulması, medenileştirilmesi ve Hristiyanlaştırılması gereken askeri, siyasi ve metafizik birer tehdittir.

Immanuel Kant ve George Wilhelm Friedrich Hegel ile başlayıp Emmanuel Levinas ve Slavoj Zizek ile devam eden bu ırkçı ve sömürgeci Oryantalist zihniyet geçmişte ne ise bugün de odur. Milim bir sapma yoktur. Bu yüzden Gazze’de Irak’ta Yemen’de Afganistan’da Nijerya’da Kongo’da, Suriye’de, Latin Amerika’da, Kamboçya veya Vietnam’da bebek, çocuk ve kadın dâhil milyonlarca masum insanın sistematik veya kaotik şekilde katledilmesi Batılı filozoflar tarafından “çimleri biçme eylemi veya bahçeyi temizleme meşgalesi” olarak görülür. Çünkü bütün bu katliam ve soykırımlar Batılı zihniyet için bahçesindeki görüntüyü bozan ayrık, yabani veya dikenli otların temizlenmesi işleminden farksızdır.

Bunun en bariz örneği İsrail’in Filistinlileri katletmesini desteklerken acımasız, hayvani ve sadist bir bayağılık sergileyen ve şu an Batı’nın yaşayan en büyük filozofu sayılan Jürgen Habermas’tır. Frankfurt Okulu’nun ve Eleştirel Teori’nin son temsilcisi olan 94 yaşındaki Habermas, iki ayağının da çukurda olmasına bakmadan deyim yerindeyse ölüm döşeğindeyken bile kendiyle ve geliştirdiği felsefi düşünceyle çelişmek pahasına Filistinlilere karşı en ufak bir insani ve ahlaki endişe taşımadığını açıkça beyan edebiliyor. Siyonistlerden daha beter bir barbarlıkla ve soykırımcı bir mantıkla bakıyor Filistinlilere.

Tıpkı İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Filistinliler için kullandığı yok edilmesi gereken “insan hayvanlar” yaklaşımıyla örtüşen bir bakışa sahip Habermas. Bu bağlamda Hamid Dabaşi’nin ifadesiyle söylersek, “Habermas’ın Filistinlilerin yaşamlarını hiçe sayan Siyonizm’i Heidegger’in Nazizmine katılmıştır…”

Alman kökenli Habermas’ın, Almanya’nın Yahudilere yönelik işlediği soykırım suçundan dolayı böyle bir fanatizme saptığını sanmak safdillik olur. Doğrudur bu kompleksle hareket etmiş olabilir. Fakat bu kompleks Filistinlilere yönelik yok saymayı haklı çıkaramaz. Bu soysuz tavrın kökeni kompleksten kaynaklı fanatizmden ziyade Habermas’ın bilinçaltındaki Doğu imajıdır.

ABD’nin Kızılderililere, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz’in Afrikalılar, Latin Amerikalılar ile Asyalılara, Almanların ise Yahudilere yaptıklarıyla Siyonist İsrail’in Gazze’deki soykırımı arasında bir fark yok. Gazze bu mirasın Siyonistlerce devam ettirildiğini gösteriyor. Bu yüzden Batılı aydınların ve siyasilerin Gazze’deki soykırıma karşı sergilediği tutumla geçmişindeki sömürgeci gelenek arasında hem kültürel ve felsefi bir tevarüs hem de tarihi bir devamlılık ve tutarlılık vardır.

Habermas’ın bu pespaye yaklaşımı aynı zamanda Araplara ve Müslümanlara karşı ırkçı, İslamofobik, yabancı düşmanı ve İsrail yerleşimci kolonisinin soykırım eylemlerini destekleyen bir bütün olarak Avrupa’nın sağındaki ve solundaki kökleşmiş Siyonazi anlayışıyla da son derece uyumludur. Bu bağlamda yine Dabaşi’nin de işaret ettiği gibi Habermas’ın ve diğer Batılı aydınların bugün sahip olduğu şey Holokost suçluluğu değil, soykırım nostaljisidir.

Kuşku yok ki Avrupa merkezcilikle (Eurocentrism) malul Batılı düşüncenin bu niteliği paradigmatik bir kusurdan ziyade epistemik bir zorunluluktur. Bu felsefi bayağılık Batılı düşünce tarzının omurgasıdır. Öyle ki Avrupalı beyaz ve medeni adamın Batı dışındaki dünyaya uyguladığı sömürgeci prosedürün aynısını Hitler bizzat Avrupalılara uygulamaktan dahi çekinmedi. Zaten Avrupa denilen barbarlığın temelinde de din, mezhep, ırk ve sömürgecilik savaşları ile Ortaçağ karanlığı vardır.

Bu anlamda İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşeti ve bu vahşete hiçbir utanç duymadan destek veren Habermas gibi Batılı düşünürlerin tavrı, Avrupa sömürgeciliğinin tüm tarihini özetliyor.

Gazze sayesinde insanlık Avrupa’nın sahte evrenselci sahte insancı sahte özgürlükçü ve sahte eşitlikçi Aydınlanma düşüncesinin asıl yüzü olan karanlığı ve barbarlığı görebilme fırsatını yakaladı.

Bu nedenle dünya artık Habermasları değil Demokratik Cumhuriyeti’nden VY Mudimbe, Arjantin’den Walter Mignolo ile Enrique Dussel, Japonya’da Kojin Karatani ya da Çin’den Wang Huning gibi sağduyulu düşünürlerin görüşlerine daha fazla dikkat kesiliyor.

Jürgen Habermas, uluslararası ilişkiler teorisyeni Nicole Deitelhoff, siyasi felsefe profesörü Rainer Forst ve hukuk felsefesi profesörü Klaus Günther ile birlikte yayımladıkları 19 Kasım 2023 tarihli mektupta Hamas’ın 7 Ekim’deki taarruzunu ‘vahşet’ diye niteleyip kınarken “İsrail’in var olma hakkına ve Gazze’ye yönelik saldırılarına” ise sonsuz destek verip Siyonistlerle dayanışma içinde olduğunu ilan etmişti.

Mektupta en dikkat çekici ifade ise “İsrail’in var olma hakkı” gibi bir saçmalıktı. Çünkü Habermas ve yandaşları hiçbir siyasi, felsefi ve jeo-politik disiplinde yer alamayan “İsrail’in var olma hakkı” gibi absürt bir iddiayı mektuplarında dile getirmişti. “Yahudi yaşamı ile İsrail’in var olma hakkı” arasında bağlantı kuran bu Habermas’a söylemek lazım ki hiç bir siyasi felsefe metninde hatta devletler hukukunda bile devletlerin “var olma hakkı”ndan bahsedilmez. Çünkü “var olma hakkı” sadece ve sadece halklar için vardır, devletler için değil. Zaten bu yüzden ‘soykırım suçu’ halkları korur ve öncelikli amacı da halkların etnik temizliğe maruz kalmasını önlemektir. Devletler soykırıma maruz kalmaz. Güçlü ise kalır, zayıf ise yıkılır ve yerine bir başkası kurulur. Farklı isim ve rejimlerle varlığını sürdürür devletler. Bu anlamda bir bakıma ölümsüzdürler. Fakat yok edilen bir halkın yerine başkasını ikame edemezsiniz.

Habermas ve yandaşları soykırıma maruz kalan masum Filistin halkının var olma hakkı yerine görülmemiş bir ahlaksızlığa başvurarak ve bütün bilimsel gerçeklikleri ayaklar altına alarak “soykırımcı İsrail devletinin var olma hakkından” bahsedebiliyorlar.

Batı’nın yaşayan en büyük filozofu Habermas, kurban yerine katili koruyacak ve katille dayanışmasını saçma sapan argümanlarla dünyaya deklare edebilecek kadar sadistleşebiliyor.

Hâsılı kelam Avrupa felsefesine toz kondurmayan kesimler bile Habermas gibilerin ahlaki ve insani açıdan kabul edilemeyen aşağılık tavırları nedeniyle gaflet uykusundan uyandı. Gazze halkı ve Hamas’ın yetimler ordusunun direnişi bize Batı uygarlığının temelindeki çıplak barbarlığı bir kez gösterdi.

Gücü bebeklerle kadınlara yeten sadist İsrail ordusuna kök söktüren Hamas’ın 7 Ekim’deki destansı taarruzundan bu yana gösterdiği direniş sadece Siyonist mitolojiyi çökertmedi. Batı’nın yaşayan en büyük filozofu Habermas ve yandaşlarının şahsında siyasetiyle birlikte Batı felsefesinin ırkçı, soykırımcı ve sefil iç yüzünü de bir kez daha deşifre etti.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Hamas’ın direnişi Avrupa’nın yaşayan en büyük filozofu Habermas’ın şahsında Batı felsefesinin ırkçı, soykırımcı ve sefil iç yüzünü de deşifre etti.

Bercan TUTAR – 26 Ocak 2024

İsrail’in Gazze’deki barbar katliamlarına sadece Batılı siyasiler destek vermiyor. Avrupa halkları bu vahşete karşı her alanda seslerini yükseltirken yürekleri yaralayan ve insanları şaşırtan asıl şey Batılı entelijansiyasının ve aydın kesimlerinin utanç verici tavrıdır.

Siyonistlerin tasmasını taşıyan Batılı sadist ve psikopat ruhlu siyasilerden zaten kimse erdemli bir çıkış beklemiyordu. Fakat doğulu aydınlarla akademisyenlerin ilham kaynağı olarak gördüğü, hayranlık beslediği ve çoğu zaman da idolleştirdiği Avrupalı ve Amerikalı filozofların Batılı siyasileri de aşan bir azgınlıkla İsrail’in soykırımına verdiği fanatik destek evrensel değerler sisteminin omurgasını oluşturan Batı felsefesinin ırkçı iç yüzünü ve sefaletini bir kez daha gözler önüne serdi.

Gazze’deki direniş ruhu Batılı Aydınlanma düşüncesinin nasıl bir karanlıkla yoğrulduğunu apaçık şekilde deşifre etti.

İsrail’e siyasi, askeri ve ekonomik yardımlarda bulunan ABD, Avrupa ve NATO’nun başındaki siyasilerin soykırım seferberliğini bütün dünya görüyor ve not ediyor zaten. Yüzyıllardır demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, halkların kaderini tayin hakkı, ulusal egemenlik, eşitlik, adalet ve özgürlük gibi konuların havariliğini yapan Batılı düşünürlerin fail İsrail olunca bütün değerlerini inkâr edip insani ve ahlaki açıdan tarihin görüp görebileceği bu en vahşi katliamlara destek veren birer faşist militana dönüştüğünü görüyoruz.

Başta Müslümanlar olmak üzere bütün Batı dışı halkları sadece bireysel olarak değil toplumsal ve ulusal olarak da Batılı düşünürler için hep insani sıfatlarından ve doğal haklarından soyutlanarak aşağılanmıştır.

Çünkü Afrikalıların daha aşağı bir ırk olduğunu savunan Kant’tan İngilizlerin Hindistan’ı sömürmesini ilericilik olarak gören Avrupa merkezci Marx’a, Hitler’in soykırımına destek veren Nazist Heidegger’den İsrail’in Gazze’deki sistematik barbarlıklarını savunan Jürgen Habermas’a, Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesinin ve Kızılderili soykırımının teorisyenliğini John Locke’dan neo Markist Slavoj Zizek’e kadar hemen her Avrupalı filozofun düşünce sisteminde Öteki diye yaftalanan diğer halklar tehlikeli, daha aşağı, ilkel, insanımsı ve barbar olarak kodlanır.

Tevarüs edilmiş bir kindir aslında karşımızdaki bu çağdaş sapkınlık. Çünkü bunların dedeleri de böyleydi. Örneğin İngilizlerin liberal teorisyeni John Stuart Mill (1806-1873), “Özgürlük Üzerine” isimli makalesinde “barbar” diye nitelediği “Batılılaşmamış halklarla mücadelede her yolun mubah olduğunu” söyler. İngilizlerin edebiyat dehası Shakespeare (1564-1616), “Öteki”ye yönelik hıncını “IV. Henry” adlı tiyatrosunda “İstanbul’a varıp Türk’ü sakalından asacağım” diyerek dile getirir.

Dostoyevski (1821-1881) Osmanlı’ya olan bilinçaltındaki öfkeyi,“Karamazov Kardeşler”de Engizisyon ve Katolikliğin eleştirildiği “Büyük Engizitör” hikâyesinde lafı alakasız şekilde birden Balkanlardaki “Türk zulmü ve işkencelerine” getirerek söze döker.

Fransız diplomat ve yazar Arthur de Gobineau (1816-1882),“İnsan Irklarının Eşitsizliği” kitabında “Üstün ve aşağı ırklar vardır ve toplumların ilerlemesinin veya geri kalmasının nedeni bu ırksal özelliklerdir. Düşünme yeteneği sınırlı olan siyah ırk en alttadır. Sonra sarı ırk gelir. En tepede ise beyaz ırk vardır. Beyaz insanın üstünlüğü akıl, güzellik ve güçlülüğünden kaynaklanır” der.

 

Bu ırkçı anlayışın öncüsü Fransız düşünür Montesquieu (1689-1728) ise “Doğu Despotizmi”nde sıcak iklimi ve düz alanlardan oluşan coğrafi yapısından dolayı Asyalıların köleliğe, soğuk iklimi ve dağlık coğrafyasından dolayı Avrupalıların ise özgürlüğe daha yatkın olduğu masalını anlatır.

Böylece Avrupa anayasal sistem ve demokrasiyle yönetilmeye layıkken Asya despotizmi hak eder. Yani hür olmak ve kalkınmak sadece Avrupalılara mahsus bir kaderdir. Rakam, kâğıt, ateş, yazı, tarım ve barutu bulan diğer medeniyetlerin üstünü çizen İngiliz filozof Bertrand Russell da (1872-1970), İslam dünyasının düşünce enerjisinden yoksun olduğunu iddia eder. Ona göre, Müslümanlar yenilik ve özgünlük geliştirmekten ziyade Batı’nın iki ihtişamlı çağı (Antik Yunan ve Aydınlanma) arasındaki karanlıkta (Ortaçağ) sadece Batı uygarlığının bekçiliğini yaptılar.

Bu travmatik zihniyetin iyileşme imkânı var mı? Yok, çünkü Avrupa kendi varoluşunu ve meşruiyetini ancak bütün “Öteki”leri “ilkel ve aşağı” diye kodlayarak elde eder. “Öteki” olmak her halükârda “aşağılık” bir konumdur. Eskiden olduğu gibi Avrupa günümüzde de kendinden olmayanı yani Öteki’yi “farklı” değil hep “aşağı” olarak görüyor. Bu nedenle Batılının gözünde Doğulu ve Müslüman, hiçbir zaman normal bir insan değildir. “Normallik” sadece Avrupalıya mahsus bir niteliktir. Kıtalarını özgürlük, hürriyet, demokrasi, hukuk ve medeniyetin yurdu olarak gören Batılılar, “The rest of the West/dünyanın geri kalanını” ise gerilik, tutsaklık ve despotluğun cehennemi diye oryantalize eder/nakşeder. Bu anlamda “Haçlı milleti” dün ne ise bugün de aynıdır. Avrupa taassup ve mantalitesi hiç değişmedi ve değişmez de. Kendini laik, liberal ve batılılaşmış gören Doğulular ve Müslümanlar da Batı’nın gözünde birer “aşağı”dır.

Unutmayalım ki, kendimizi nasıl tanımlarsak tanımlayalım en son kertede Batı’nın nazarında hepimiz “birer Erdoğan”, “birer Mursi”, “birer Kızılderili”, “birer Gazzeli”, “birer Afrikalı” veya “birer Talibanız”dır. Başkası değil.

Avrupa’nın ahlaki tahayyül alanının dışında kalan Doğulular onların felsefi evreninde de hak sahibi değildir. Çinliler, Afrikalılar, Latin Amerikalılar, Hintliler, Araplar, İranlılar, Türkler ve hatta Hristiyan olmasına rağmen Ruslar veya Ermeniler Avrupalı filozoflar için, fethedilmesi, susturulması, medenileştirilmesi ve Hristiyanlaştırılması gereken askeri, siyasi ve metafizik birer tehdittir.

Immanuel Kant ve George Wilhelm Friedrich Hegel ile başlayıp Emmanuel Levinas ve Slavoj Zizek ile devam eden bu ırkçı ve sömürgeci Oryantalist zihniyet geçmişte ne ise bugün de odur. Milim bir sapma yoktur. Bu yüzden Gazze’de Irak’ta Yemen’de Afganistan’da Nijerya’da Kongo’da, Suriye’de, Latin Amerika’da, Kamboçya veya Vietnam’da bebek, çocuk ve kadın dâhil milyonlarca masum insanın sistematik veya kaotik şekilde katledilmesi Batılı filozoflar tarafından “çimleri biçme eylemi veya bahçeyi temizleme meşgalesi” olarak görülür. Çünkü bütün bu katliam ve soykırımlar Batılı zihniyet için bahçesindeki görüntüyü bozan ayrık, yabani veya dikenli otların temizlenmesi işleminden farksızdır.

Bunun en bariz örneği İsrail’in Filistinlileri katletmesini desteklerken acımasız, hayvani ve sadist bir bayağılık sergileyen ve şu an Batı’nın yaşayan en büyük filozofu sayılan Jürgen Habermas’tır. Frankfurt Okulu’nun ve Eleştirel Teori’nin son temsilcisi olan 94 yaşındaki Habermas, iki ayağının da çukurda olmasına bakmadan deyim yerindeyse ölüm döşeğindeyken bile kendiyle ve geliştirdiği felsefi düşünceyle çelişmek pahasına Filistinlilere karşı en ufak bir insani ve ahlaki endişe taşımadığını açıkça beyan edebiliyor. Siyonistlerden daha beter bir barbarlıkla ve soykırımcı bir mantıkla bakıyor Filistinlilere.

Tıpkı İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Filistinliler için kullandığı yok edilmesi gereken “insan hayvanlar” yaklaşımıyla örtüşen bir bakışa sahip Habermas. Bu bağlamda Hamid Dabaşi’nin ifadesiyle söylersek, “Habermas’ın Filistinlilerin yaşamlarını hiçe sayan Siyonizm’i Heidegger’in Nazizmine katılmıştır…”

Alman kökenli Habermas’ın, Almanya’nın Yahudilere yönelik işlediği soykırım suçundan dolayı böyle bir fanatizme saptığını sanmak safdillik olur. Doğrudur bu kompleksle hareket etmiş olabilir. Fakat bu kompleks Filistinlilere yönelik yok saymayı haklı çıkaramaz. Bu soysuz tavrın kökeni kompleksten kaynaklı fanatizmden ziyade Habermas’ın bilinçaltındaki Doğu imajıdır.

ABD’nin Kızılderililere, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz’in Afrikalılar, Latin Amerikalılar ile Asyalılara, Almanların ise Yahudilere yaptıklarıyla Siyonist İsrail’in Gazze’deki soykırımı arasında bir fark yok. Gazze bu mirasın Siyonistlerce devam ettirildiğini gösteriyor. Bu yüzden Batılı aydınların ve siyasilerin Gazze’deki soykırıma karşı sergilediği tutumla geçmişindeki sömürgeci gelenek arasında hem kültürel ve felsefi bir tevarüs hem de tarihi bir devamlılık ve tutarlılık vardır.

Habermas’ın bu pespaye yaklaşımı aynı zamanda Araplara ve Müslümanlara karşı ırkçı, İslamofobik, yabancı düşmanı ve İsrail yerleşimci kolonisinin soykırım eylemlerini destekleyen bir bütün olarak Avrupa’nın sağındaki ve solundaki kökleşmiş Siyonazi anlayışıyla da son derece uyumludur. Bu bağlamda yine Dabaşi’nin de işaret ettiği gibi Habermas’ın ve diğer Batılı aydınların bugün sahip olduğu şey Holokost suçluluğu değil, soykırım nostaljisidir.

Kuşku yok ki Avrupa merkezcilikle (Eurocentrism) malul Batılı düşüncenin bu niteliği paradigmatik bir kusurdan ziyade epistemik bir zorunluluktur. Bu felsefi bayağılık Batılı düşünce tarzının omurgasıdır. Öyle ki Avrupalı beyaz ve medeni adamın Batı dışındaki dünyaya uyguladığı sömürgeci prosedürün aynısını Hitler bizzat Avrupalılara uygulamaktan dahi çekinmedi. Zaten Avrupa denilen barbarlığın temelinde de din, mezhep, ırk ve sömürgecilik savaşları ile Ortaçağ karanlığı vardır.

Bu anlamda İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşeti ve bu vahşete hiçbir utanç duymadan destek veren Habermas gibi Batılı düşünürlerin tavrı, Avrupa sömürgeciliğinin tüm tarihini özetliyor.

Gazze sayesinde insanlık Avrupa’nın sahte evrenselci sahte insancı sahte özgürlükçü ve sahte eşitlikçi Aydınlanma düşüncesinin asıl yüzü olan karanlığı ve barbarlığı görebilme fırsatını yakaladı.

Bu nedenle dünya artık Habermasları değil Demokratik Cumhuriyeti’nden VY Mudimbe, Arjantin’den Walter Mignolo ile Enrique Dussel, Japonya’da Kojin Karatani ya da Çin’den Wang Huning gibi sağduyulu düşünürlerin görüşlerine daha fazla dikkat kesiliyor.

Jürgen Habermas, uluslararası ilişkiler teorisyeni Nicole Deitelhoff, siyasi felsefe profesörü Rainer Forst ve hukuk felsefesi profesörü Klaus Günther ile birlikte yayımladıkları 19 Kasım 2023 tarihli mektupta Hamas’ın 7 Ekim’deki taarruzunu ‘vahşet’ diye niteleyip kınarken “İsrail’in var olma hakkına ve Gazze’ye yönelik saldırılarına” ise sonsuz destek verip Siyonistlerle dayanışma içinde olduğunu ilan etmişti.

Mektupta en dikkat çekici ifade ise “İsrail’in var olma hakkı” gibi bir saçmalıktı. Çünkü Habermas ve yandaşları hiçbir siyasi, felsefi ve jeo-politik disiplinde yer alamayan “İsrail’in var olma hakkı” gibi absürt bir iddiayı mektuplarında dile getirmişti. “Yahudi yaşamı ile İsrail’in var olma hakkı” arasında bağlantı kuran bu Habermas’a söylemek lazım ki hiç bir siyasi felsefe metninde hatta devletler hukukunda bile devletlerin “var olma hakkı”ndan bahsedilmez. Çünkü “var olma hakkı” sadece ve sadece halklar için vardır, devletler için değil. Zaten bu yüzden ‘soykırım suçu’ halkları korur ve öncelikli amacı da halkların etnik temizliğe maruz kalmasını önlemektir. Devletler soykırıma maruz kalmaz. Güçlü ise kalır, zayıf ise yıkılır ve yerine bir başkası kurulur. Farklı isim ve rejimlerle varlığını sürdürür devletler. Bu anlamda bir bakıma ölümsüzdürler. Fakat yok edilen bir halkın yerine başkasını ikame edemezsiniz.

Habermas ve yandaşları soykırıma maruz kalan masum Filistin halkının var olma hakkı yerine görülmemiş bir ahlaksızlığa başvurarak ve bütün bilimsel gerçeklikleri ayaklar altına alarak “soykırımcı İsrail devletinin var olma hakkından” bahsedebiliyorlar.

Batı’nın yaşayan en büyük filozofu Habermas, kurban yerine katili koruyacak ve katille dayanışmasını saçma sapan argümanlarla dünyaya deklare edebilecek kadar sadistleşebiliyor.

Hâsılı kelam Avrupa felsefesine toz kondurmayan kesimler bile Habermas gibilerin ahlaki ve insani açıdan kabul edilemeyen aşağılık tavırları nedeniyle gaflet uykusundan uyandı. Gazze halkı ve Hamas’ın yetimler ordusunun direnişi bize Batı uygarlığının temelindeki çıplak barbarlığı bir kez gösterdi.

Gücü bebeklerle kadınlara yeten sadist İsrail ordusuna kök söktüren Hamas’ın 7 Ekim’deki destansı taarruzundan bu yana gösterdiği direniş sadece Siyonist mitolojiyi çökertmedi. Batı’nın yaşayan en büyük filozofu Habermas ve yandaşlarının şahsında siyasetiyle birlikte Batı felsefesinin ırkçı, soykırımcı ve sefil iç yüzünü de bir kez daha deşifre etti.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.