Bütün hamleleri yaklaşan ecellerinin birer çırpınışına dönüşüyor

Bercan TUTAR – 19 Ocak 2024

 

Francis Fukuyama 1992’de SSCB’nin çökmesinin hemen ardından yayımlanan ve çok tartışma yaratan “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabıyla ABD’nin tek süper güç olduğunu ilan etti. Reel sosyalizm çökmüş ve dünya zafer sarhoşluğuna kapılan Batılı kapitalist liberal ideolojinin militanlarının kulakları tırmalayan naralarından geçilmiyordu.

Tam da böylesi bir aşamada insanlara resmedilen bu tablonun yanıltıcı olduğunu anlatan cesur ve öngörü sahibi aydınlar da vardı. Sovyet Rusya’nın yıkıldığı bir dönemde Batı’nın gerileyişine ve Soğuk Savaş sonrası Amerika liderliğindeki küresel düzenin parçalanmasına odaklanan ilk kitap, ekonomi tarihçisi Robert Brenner’in ilk kez 1998’de özel bir rapor olarak yayınlanan The Economics of Global Turbulence (Küresel Türbülansın Ekonomisi) adlı çalışmasıydı. Brenner, Amerika liderliğindeki yeni küresel düzende çatlakların görülmeye başladığına ilk dikkat çeken isimlerdendi. Bu çatlaklar esas olarak bu düzeni ayakta tutan kapitalist ekonomik sistemin ve ardından da askeri yapının kademeli olarak çökmesinden kaynaklanıyordu.

Basitçe söylemek gerekirse, Amerika yıllardır büyük ticaret açıkları veriyordu. Bu uygulama Amerikan imalat sektörünün içini boşalttı ve ülkeyi başta Çin olmak üzere dünyanın geri kalanına borçlu hale getirdi. Brenner’in okumasına göre, eski imalat ekonomisinin yerini alan finansallaşmış ekonomi istikrarsızdı ve finansal balonlara ve genel türbülansa eğilimliydi.

Nitekim Brenner’ın kitabından bir yıl sonra 1999’da Asya’da başlayıp dünyayı sarsan finansal kriz baş gösterdi. 2008’de de ABD ve Avrupa’da derin izlere yol açan finansal çöküş yaşandı.

Brenner’den sonra 2007’de İtalyan iktisatçı Giovanni Arrighi’nin “Adam Smith in Beijing: Lineages of the Twenty-First Century” (Adam Smith Pekin’de: 21. Yüzyılın Soykütüğü) adlı kitabı yayınladı. Bu kitap, Amerika liderliğindeki ekonomik düzenin büyüyen zayıflığının jeopolitik sonuçlarını ortaya koyuyordu. Arrighi, ortaya çıkan durumun sadece Amerika’nın gerilemesi ve Çin’in yükselişi olarak değil aynı zamanda fakir ülkelerin zengin ülkelere karşı ekonomik isyanı olarak da okunabileceğini savundu. Arrighi daha 2007’lerde Çin’in dünyanın ekonomik hegemonu haline geleceğini ve yoksul ülkelerin etrafında toplanacağı yeni bir merkeze dönüşeceğini öngörmüştü.

Brenner ve Arrighi’nin kitapları güçlü bir devrimci ve anti-emperyalist içeriğe sahip değiller. Ancak her ikisi de Batı’daki Yeni Sol akımlara yakın isimler. Her iki yazar da kendi çalışmalarının kanonik Marksist teorinin sürekli gelişen yapısına katkıda bulunduğunu düşünüyor. Sol jargonla ifade edersek eğer, mürekkeplerinin her damlası komünist ütopyanın nihai gelişini hızlandırmak için dökülmüştü.

Geldiğimiz aşamada Fukuyama ve yandaşı Amerikan gramofonları yanıldı. ABD’nin özellikle Irak ve Afganistan hezimetlerinin ardından Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden sonra Arrighi ve Brenner’ın argümanları giderek daha inandırıcı görünmeye başlandı Batı’da.

Pekin, Moskova’yı destekledi. Brezilya, İran ve hatta muhtemelen Suudi Arabistan gibi ülkeler Çin’e yanaştı. Hindistan ve Türkiye’nin Rusya ile stratejik ilişkileri derinleşti. En önemlisi de Rusya ile Çin arasında hızla şekillenen yeni finansal ve ticari ilişkilerin Batı modeline gerçek bir alternatif işlevi görebilecek potansiyele sahip görünmesiydi.

İsrail’in Gazze’deki soykırım saldırılarında da gördük ki Batı, ekonomik ve askeri gücünü fazlasıyla abartıyor ve bunu yaparak kendi ölümünü daha da hızlandırıyor. Üç aydır her tür barbarlığa başvurmalarına rağmen Hamas’ın direnişini kıramadılar. ABD Başkanı Joe Biden’ın Hamas gibi demokrasi düşmanı diye aynı cümlede sık sık zikrettiği Rusya’ya yönelik yaptırımlar amacına ulaşamadı. Ukrayna’da ağır bir askeri hezimet yaşıyorlar. Türkiye’yi rehin alma ve bağımsız dış politika rotasından saptırma planları tutmadı. Çin’e yönelik ekonomik savaşta her cephede ağır yenilgiler alıyorlar.

Bütün bu hezimetler Batı’da durgunluk ve enflasyon yaratıyor. Batı’daki bu ekonomik ve askeri krizler Rusya ve Türkiye ile diğer ülkelerin yüzünü Batı’dan doğuya ve Asya’ya daha doğrusu birbirlerine çevirmesini daha da kolaylaştırıyor.

Amerika liderliğindeki düzenin üstünlüğüne meydan okuyan yeni dünya düzeni, küresel statükoyu her yönden zorluyor. Batı dışındaki ülkelerin ve insanların hayal ettiği çok kutuplu dünya, çoğunun beklediğinden daha hızlı bir şekilde ortaya çıkıyor. Liberal-kapitalist Batı’nın hegemonik ölümüne tanıklık ettiğimiz bir süreçten geçiyoruz. Batı artık eskisi gibi diğer kültürleri şekillendirme ve genel kurtuluş vizyonunu belirleme pozisyonunda değil. Batılı küresel geleceğin sembolü olan ‘gökkuşağı bayrağı’nın dalgalandırılması Amerika liderliğindeki sistemin üstün gücüne bağlıydı. Ve şimdi bu sistem deyim yerindeyse can çekişiyor.

Ukrayna’dan sonra Gazze’de de hezimete uğrayan ABD ve soykırımcı yandaşı İsrail saplandıkları bataklıktan çıkmak için bölgesel kaosa sarılıyorlar. Tek can simitleri bu.

ABD ve İngiltere’nin Yemen’deki Husilere yönelik saldırıları, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana devam ettirdiği soykırım stratejisinin artık bölgesel bir çatışmaya dönüştüğünü gösteriyor. Filistin’den sonra İran, Irak, Yemen, Pakistan, Suriye, Mısır, Ürdün ve Yemen bu bölgesel kaosun cepheleri olarak görülüyor. ABD dış politika stratejisti ve Nobel ödüllü ekonomist Thomas Schelling, bu kaotik stratejiyi caydırıcı ve daha çok acı vermeye dayalı ‘latent violence/gizil şiddet” diye tanımlıyor.

Gazze’de bu strateji kapsamında her tür barbarlığa, acıya, şiddet, soykırım ve vahşete başvurmaktan çekinmediler. Fakat ne Hamas’ın direniş gücünü ne de Gazze’deki Filistin halkının iradesini kırabildiler. Bırakın Türkiye, Rusya ve Çin’i sözlerini Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’a dahi geçiremediler.

Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkeler bile ABD ve İsrail’in bölgesel kaos projesinde yer almayacaklarını, Husilere yönelik oluşturulan Kızıldeniz ittifakına girmeyerek ilan etti. Bu tablo Batı ittifakında derin bir kırılmaya işaret ediyor.

Genişleyen savaş potansiyeli İsrail’in diğer kuzey komşusu Suriye’yi de içeriyor. Rusya, İran ve Hizbullah 2011’de iç savaşa sürüklenen rejimi çöküşten kurtardı ve artık her üçü de İsrail sınırında büyük bir askeri varlığa sahip. İsrail zaman zaman İran Kudüs Gücü görevlilerine ve Suriye’deki diğer İran varlıklarına saldırılar düzenliyor.

Fakat İsrail için en ölümcül gelişme Ortadoğu’nun ABD yerine Türkiye, Rusya ve Çin gibi aktörlerin nüfuzu altına girmesidir. İsrail’i cepheye süren ve ardından İngiltere ile birlikte Yemen’de bölgesel kaosun düğmesine basan ABD’nin nihai amacı da zaten Türkiye, Rusya ve Çin’in bölgedeki yükselişlerini durdurmaktır. Fakat bunun gerçekleştirilmesi öyle kolay görünmüyor. Gazze’de bataklığa saplanan İsrail ve suç ortağı ABD’nin can simidi diye sarıldıkları bölgesel kaos kartı bir bumerang gibi onları vuracak. Zira devran değişiyor. Hegemonik ölüm döşeğindeki ABD ile Avrupalı müttefikleri ve İsrail gibi taşeronları ne yapsalar da nihai sondan kurtulamayacaklar. Çünkü bütün hamleleri yaklaşan ecellerinin birer çırpınışına dönüşüyor.

bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 19 Ocak 2024

 

Francis Fukuyama 1992’de SSCB’nin çökmesinin hemen ardından yayımlanan ve çok tartışma yaratan “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabıyla ABD’nin tek süper güç olduğunu ilan etti. Reel sosyalizm çökmüş ve dünya zafer sarhoşluğuna kapılan Batılı kapitalist liberal ideolojinin militanlarının kulakları tırmalayan naralarından geçilmiyordu.

Tam da böylesi bir aşamada insanlara resmedilen bu tablonun yanıltıcı olduğunu anlatan cesur ve öngörü sahibi aydınlar da vardı. Sovyet Rusya’nın yıkıldığı bir dönemde Batı’nın gerileyişine ve Soğuk Savaş sonrası Amerika liderliğindeki küresel düzenin parçalanmasına odaklanan ilk kitap, ekonomi tarihçisi Robert Brenner’in ilk kez 1998’de özel bir rapor olarak yayınlanan The Economics of Global Turbulence (Küresel Türbülansın Ekonomisi) adlı çalışmasıydı. Brenner, Amerika liderliğindeki yeni küresel düzende çatlakların görülmeye başladığına ilk dikkat çeken isimlerdendi. Bu çatlaklar esas olarak bu düzeni ayakta tutan kapitalist ekonomik sistemin ve ardından da askeri yapının kademeli olarak çökmesinden kaynaklanıyordu.

Basitçe söylemek gerekirse, Amerika yıllardır büyük ticaret açıkları veriyordu. Bu uygulama Amerikan imalat sektörünün içini boşalttı ve ülkeyi başta Çin olmak üzere dünyanın geri kalanına borçlu hale getirdi. Brenner’in okumasına göre, eski imalat ekonomisinin yerini alan finansallaşmış ekonomi istikrarsızdı ve finansal balonlara ve genel türbülansa eğilimliydi.

Nitekim Brenner’ın kitabından bir yıl sonra 1999’da Asya’da başlayıp dünyayı sarsan finansal kriz baş gösterdi. 2008’de de ABD ve Avrupa’da derin izlere yol açan finansal çöküş yaşandı.

Brenner’den sonra 2007’de İtalyan iktisatçı Giovanni Arrighi’nin “Adam Smith in Beijing: Lineages of the Twenty-First Century” (Adam Smith Pekin’de: 21. Yüzyılın Soykütüğü) adlı kitabı yayınladı. Bu kitap, Amerika liderliğindeki ekonomik düzenin büyüyen zayıflığının jeopolitik sonuçlarını ortaya koyuyordu. Arrighi, ortaya çıkan durumun sadece Amerika’nın gerilemesi ve Çin’in yükselişi olarak değil aynı zamanda fakir ülkelerin zengin ülkelere karşı ekonomik isyanı olarak da okunabileceğini savundu. Arrighi daha 2007’lerde Çin’in dünyanın ekonomik hegemonu haline geleceğini ve yoksul ülkelerin etrafında toplanacağı yeni bir merkeze dönüşeceğini öngörmüştü.

Brenner ve Arrighi’nin kitapları güçlü bir devrimci ve anti-emperyalist içeriğe sahip değiller. Ancak her ikisi de Batı’daki Yeni Sol akımlara yakın isimler. Her iki yazar da kendi çalışmalarının kanonik Marksist teorinin sürekli gelişen yapısına katkıda bulunduğunu düşünüyor. Sol jargonla ifade edersek eğer, mürekkeplerinin her damlası komünist ütopyanın nihai gelişini hızlandırmak için dökülmüştü.

Geldiğimiz aşamada Fukuyama ve yandaşı Amerikan gramofonları yanıldı. ABD’nin özellikle Irak ve Afganistan hezimetlerinin ardından Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden sonra Arrighi ve Brenner’ın argümanları giderek daha inandırıcı görünmeye başlandı Batı’da.

Pekin, Moskova’yı destekledi. Brezilya, İran ve hatta muhtemelen Suudi Arabistan gibi ülkeler Çin’e yanaştı. Hindistan ve Türkiye’nin Rusya ile stratejik ilişkileri derinleşti. En önemlisi de Rusya ile Çin arasında hızla şekillenen yeni finansal ve ticari ilişkilerin Batı modeline gerçek bir alternatif işlevi görebilecek potansiyele sahip görünmesiydi.

İsrail’in Gazze’deki soykırım saldırılarında da gördük ki Batı, ekonomik ve askeri gücünü fazlasıyla abartıyor ve bunu yaparak kendi ölümünü daha da hızlandırıyor. Üç aydır her tür barbarlığa başvurmalarına rağmen Hamas’ın direnişini kıramadılar. ABD Başkanı Joe Biden’ın Hamas gibi demokrasi düşmanı diye aynı cümlede sık sık zikrettiği Rusya’ya yönelik yaptırımlar amacına ulaşamadı. Ukrayna’da ağır bir askeri hezimet yaşıyorlar. Türkiye’yi rehin alma ve bağımsız dış politika rotasından saptırma planları tutmadı. Çin’e yönelik ekonomik savaşta her cephede ağır yenilgiler alıyorlar.

Bütün bu hezimetler Batı’da durgunluk ve enflasyon yaratıyor. Batı’daki bu ekonomik ve askeri krizler Rusya ve Türkiye ile diğer ülkelerin yüzünü Batı’dan doğuya ve Asya’ya daha doğrusu birbirlerine çevirmesini daha da kolaylaştırıyor.

Amerika liderliğindeki düzenin üstünlüğüne meydan okuyan yeni dünya düzeni, küresel statükoyu her yönden zorluyor. Batı dışındaki ülkelerin ve insanların hayal ettiği çok kutuplu dünya, çoğunun beklediğinden daha hızlı bir şekilde ortaya çıkıyor. Liberal-kapitalist Batı’nın hegemonik ölümüne tanıklık ettiğimiz bir süreçten geçiyoruz. Batı artık eskisi gibi diğer kültürleri şekillendirme ve genel kurtuluş vizyonunu belirleme pozisyonunda değil. Batılı küresel geleceğin sembolü olan ‘gökkuşağı bayrağı’nın dalgalandırılması Amerika liderliğindeki sistemin üstün gücüne bağlıydı. Ve şimdi bu sistem deyim yerindeyse can çekişiyor.

Ukrayna’dan sonra Gazze’de de hezimete uğrayan ABD ve soykırımcı yandaşı İsrail saplandıkları bataklıktan çıkmak için bölgesel kaosa sarılıyorlar. Tek can simitleri bu.

ABD ve İngiltere’nin Yemen’deki Husilere yönelik saldırıları, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana devam ettirdiği soykırım stratejisinin artık bölgesel bir çatışmaya dönüştüğünü gösteriyor. Filistin’den sonra İran, Irak, Yemen, Pakistan, Suriye, Mısır, Ürdün ve Yemen bu bölgesel kaosun cepheleri olarak görülüyor. ABD dış politika stratejisti ve Nobel ödüllü ekonomist Thomas Schelling, bu kaotik stratejiyi caydırıcı ve daha çok acı vermeye dayalı ‘latent violence/gizil şiddet” diye tanımlıyor.

Gazze’de bu strateji kapsamında her tür barbarlığa, acıya, şiddet, soykırım ve vahşete başvurmaktan çekinmediler. Fakat ne Hamas’ın direniş gücünü ne de Gazze’deki Filistin halkının iradesini kırabildiler. Bırakın Türkiye, Rusya ve Çin’i sözlerini Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’a dahi geçiremediler.

Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkeler bile ABD ve İsrail’in bölgesel kaos projesinde yer almayacaklarını, Husilere yönelik oluşturulan Kızıldeniz ittifakına girmeyerek ilan etti. Bu tablo Batı ittifakında derin bir kırılmaya işaret ediyor.

Genişleyen savaş potansiyeli İsrail’in diğer kuzey komşusu Suriye’yi de içeriyor. Rusya, İran ve Hizbullah 2011’de iç savaşa sürüklenen rejimi çöküşten kurtardı ve artık her üçü de İsrail sınırında büyük bir askeri varlığa sahip. İsrail zaman zaman İran Kudüs Gücü görevlilerine ve Suriye’deki diğer İran varlıklarına saldırılar düzenliyor.

Fakat İsrail için en ölümcül gelişme Ortadoğu’nun ABD yerine Türkiye, Rusya ve Çin gibi aktörlerin nüfuzu altına girmesidir. İsrail’i cepheye süren ve ardından İngiltere ile birlikte Yemen’de bölgesel kaosun düğmesine basan ABD’nin nihai amacı da zaten Türkiye, Rusya ve Çin’in bölgedeki yükselişlerini durdurmaktır. Fakat bunun gerçekleştirilmesi öyle kolay görünmüyor. Gazze’de bataklığa saplanan İsrail ve suç ortağı ABD’nin can simidi diye sarıldıkları bölgesel kaos kartı bir bumerang gibi onları vuracak. Zira devran değişiyor. Hegemonik ölüm döşeğindeki ABD ile Avrupalı müttefikleri ve İsrail gibi taşeronları ne yapsalar da nihai sondan kurtulamayacaklar. Çünkü bütün hamleleri yaklaşan ecellerinin birer çırpınışına dönüşüyor.