fatih ünlü iyilik eden iyilik bulur

Toplumsal barış iklimi bir hazine değerindedir. Nasıl önemli bir petrol ya da  doğalgaz yatağı bulununca veya Bayraktar Kızılelma, Hürkuş, TOGG gibi önemli işler başarılınca seviniyoruz, toplumsal barışa ve huzurumuza katkı sunan adımlara da en az o kadar sevinmeliyiz. Tersi için de kaygı duymalı ve ihmal etmeden önlem almalıyız.

Toplumsal barışın kıymetini bilmek, Türkiye gibi bu işten ağzı çok yanmış ülkeler için biraz da geçmişi bilmek,  bilenlerden öğrenmek ve ders çıkarabilmekle ilgili.

Malum, içtimai huzur olmadan, toplumsal barış olmadan herşey kısa sürede akamete uğrayabilir. Bunun en iyi örneklerinden birisi 12 Eylül öncesi yaşananlardır. Siyasi tarihimizde buna benzer örnekler de ne yazık ki çoktur.

Bu olayların detaylarına bakıldığında, bunların hepsinde -bir kısmı ortak- ibretamiz yönler olduğu da görülür. Yanlış haberler ve diğer yöntemlerle kitleleri yönlendirme, toplumsal duvarlar ve önyargılar oluşturma, özellikle gençlerin pozitif enerjisini suistimal etme ve onları şiddete özendirme ve neticede toplumda makuliyetin geri plana itilip temelsiz ve keskin fikirlerin öne çıkarılması bu yönler arasındadır.

Biz de bugün bir örnek olay olarak, Uğur Mumcu suikastından sonra yaşananlara  değinmeye çalışacağız. O dönemde yaşananlar şu anki toplumsal huzurumuz açısından da bize önemli ipuçları verecektir.

Neler yaşanmıştı, kısaca hatırlayalım.

Uğur Mumcu 1993 yılının 24 Ocak günü hunharca (hunhar kan yiyici, kan içiçi demek) öldürüldü. Arabasına konulan C-4 tipi bir bombayla dehşetli bir suikaste kurban gitti.

1993 yılı gladyonun ve içimizdeki “dış”ların çok güçlü olduğu yıllardı. Ne yazık ki o yıl bir dizi suikaste daha şahit oldu.

5 Şubat’ta Adnan Kahveci ve eşi şüpheli bir trafik kazasında vefat etti. 17 Şubat’ta Orgeneral Eşref Bitlis yine şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetti.

Rahmetli Özal da 17 Nisan 1993’de vefat etti, daha doğrusu  muhtemelen o da organize bir suikaste kurban gitti. 1993 yılında meydana gelen birçok farklı elim olay daha var. Ama konumuzda odağı kaybetmemek için o detaylara girmiyoruz.

Uğur Mumcu suikastinden sonra, onun laik söylemlerinden dolayı din adına öldürüldüğü şeklinde bir hava oluşturuldu. Mumcu’nun üzerinde çalıştığı birçok dosya ve birçok kesim vardı ve arada tehditler de almıştı ama suikast koordineli bir şekilde İslami Hareket, İbda-C, Hizbullah gibi grup ve örgütlere mal edildi.

Ve neticede suikast Din adına işlenmiş imajı oluşturulduğu için toplumun önemli bir kesiminde din ve dindarlar aleyhinde çok güçlü bir atmosfer meydana geldi.

İlginizi çekebilir!  İYİ Parti’de Erime Devam Ediyor…

O dönem merhum Şevket Kazan, suikastı  Mersin’den Türkiye’ye giriş yapan bir MOSSAD ekibinin yaptığını söylemişti. Ama bu gibi farklı sesler o günlerde fazla dinlenilmedi.

Emekli Korgeneral Erdoğan Karakuş da bir ay kadar önce benzer şekilde Uğur Mumcu suikastini MOSSAD’ın gerçekleştirdiğini detayıyla dile getirdi. Erdoğan Karakuş’un bunu açıklamakta neden bu kadar geciktiği de haklı olarak soruluyor doğrusu. Önceki dönemlerde güvenlik endişesi, şimdi de yaş kemale erdiği için  söyleneceklerin artık söylenmesi gerektiği gibi düşünceler temel sebep olabilir tabii, bu yönde yorumlar da gördüm. Ama önemli olan şu: netice itibarıyla, suikastin İslam’la ve dindarlarla bir ilgisinin olmadığı bir kez daha  teyit edilmiş oldu.

Fakat o dönemde dindar kesim  aleyhinde öyle bir hava oluşturulmuştu ki Mumcu’nun cenazesinde ve sonraki yürüyüşte galeyana gelmiş kalabalıklar din aleyhinde, dindarlar aleyhinde kahrolsun’la başlayan çok ağır sloganlar attılar.

Yine o yürüyüşte, bence siyasi hayatımızın en naif iki figüründen birisi olan (diğeri de  Erdal İnönü’dür) ve ömrü boyunca milletine hizmet için çalışmaktan geri durmayan Erbakan Hocamız aleyhinde de çok güçlü sloganlar şeklinde “Şerefsiz Erbakan”, “Namussuz Erbakan” gibi galiz hakaretler edilmişti.

Erbakan Hocamıza karşı yapılabilecek en son iş böylesi hakaretlerdi elbette ama ne yazık ki yanlış haberlerle galeyena getirilmiş bir ortamda sağduyudan ziyade yönlendirme ve provokasyon etkili olmaktaydı.

O ortamda insanların duygularını manipüle etmeye çalışanlar şahsi düzeyde de birçok gerginliğe sebep oldular. Bunlardan birisini de ben yaşadım.

Okumayı seven birçok kişi gibi ben de kitapçı ziyaretlerini ve kitap almayı çok severim. Uğur Mumcu suikastinden sonraki günlerden birinde Ankara Sıhhiye’deki Diyanet Vakfı Kitabevine  uğramıştım. Orası iki katlı nispeten küçük bir kitapçıdır. Ben de o anda birşey sormak için kasanın oradaydım.

O arada, içeriye saçlarını kısa kestirmiş 70-75 yaşlarındaki bir teyze girdi. Ve aceleyle,   heyecanlı bir şekilde oradaki görevliye “Sizde adam öldürme kitabı var mı?” diye sordu. Görevli belki de böyle bir soruya ihtimal vermediği için hayretle “Ne kitabı?” diye mukabele etti. Teyze de “Siz iyi adam öldürüyorsunuz ya. Bunları bir kitaptan öğreniyorsunuzdur.” gibi iki kısa cümleden sonra hemen kapıya yöneldi ve çıkıp gitti. Görevlinin “Ne diyorsunuz siz Hanımefendi?” sorusu da yarım kaldı.

Şaşkınlıktan o anda aklımıza gelmedi. Yoksa “Teyze, sizin aradığınız kitap bizde var, size hediye edelim.” deyip ona “Rahmet Peygamberi  Hz. Muhammed” gibi bir kitabı da hediye edebilirdik.  Teyze o anda bayağı heyecanlı ve gergin olduğu için buna ne tepki verirdi,  doğrusu kestirmek zordu ama bu yapmaya değer müspet bir tepki olurdu.

İlginizi çekebilir!  Gündemi Takip Eden Çocuklar – Büşra As

Teyze şu anda hayatta mı bilemiyorum. Ama teyze yaşıyor olsa ve Erdoğan  Karakuş’un bir  ay önceki açıklamalarını da dinlemiş olsa ne düşünürdü acaba? “Çocuklara haksızlık etmişiz.” derdi herhalde.

Malum, bu gibi provokasyonlarda bir tarafa daha çok yüklenirler ama provokasyonun diğer ayağını da ihmal etmezler. İki tarafı da  daha da uzaklaştıracak ve birbirine düşürecek adımları da atmaya çalışırlar. O teyze ters veya kışkırtılmış birisine denk gelseydi, o da teyzesi, annesi, belki ninesi yaşındaki bu insana kötü davranabilirdi…

Önemli bir kısmının ya da tümünün sonradan aldatmaca olduğu anlaşılacak artniyetli manipülasyonlar için huzurumuzu bozmaya değmez, gerginlik çıkarmaya değmez. Doğrusu, manipülatif hareketlerin nasıl anlaşılabileceği de ayrı bir mesele. Ama sağduyulu insanları dinleyerek bile işlerin doğrusuna çoğu zaman vakıf olabiliriz.

Evet, toplumsal huzurumuzun kıymetini bilmeliyiz. Ve duyduğumuz, okuduğumuz kışkırtıcı mahiyetteki haberleri teyit etmeli, bağımsız kaynaklardan doğrulamalıyız. Bunu alışkanlık haline getirmeliyiz.

Hucurât Suresinin 6. Ayet-i Kerimesinde mealen şöyle buyurulur:

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onu araştırın, doğruluğunu teyit edin. Değilse, bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da -sonra- yaptığınıza pişman olursunuz.

Daha yeni hilafet bayrağı denilerek bir gencin bir başka vatandaşımızı yumruklaması ve sonrasında  meydana gelen tartışmalarda, farklı görüntülerle ve kes yapıştır yöntemiyle insanların nasıl ustaca kandırıldığına bir kez daha şahit olduk.

Olayla ilgili Cüneyt Özdemir’in “Sosyal Medyada Hilafet Dezenformasyonu Nasıl Yapıldı?” başlıklı videosundan da bahsettiğimiz 5 Ocak 2024 tarihli “Tevhid Bayrağı” yazımızda biz de bu konunun farklı yönlerini ele almıştık.

Sonradan pişman olacağımız yanlışlar yapmamak için toplumu ve bizi gerecek haberleri ihtiyatla karşılamalı, onların doğruluğunu teyit etmeliyiz.

Ve sosyal medyada ve diğer mecralarda gerginlik sebebi  olacak haberleri, sözleri paylaşırken çok dikkatli davranmalı ve hakaret içermeyen bir üslup kullanmalıyız.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) “Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter!” buyurmuştur.*

Sosyal medyada ve diğer kanallarda güzel içeriklerin yanı sıra, toplumu birbirine düşürmeye çalışan fâsıkların ve yalan haber yaymayı meslek edinmişlerin bulunmadığını kim iddia edebilir?

====

* Bu konuda muhtemelen ayrı ortamlarda söylenmiş iki ayrı benzer rivayet vardır. Diğer rivayette de “Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter!” buyurulmaktadır.  Müslim, Mukaddime, 5; Ebu Davud, Edeb, 80

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.