fatih ünlü iyilik eden iyilik bulur

Fatih ÜNLÜ – 15 Aralık 2023

 

Hatırlarsınız, Bülent Arınç 7 Ekim’den sonra Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonuyla ilgili bazı eleştirilerde bulunmuştu. “Senin ne gücün var? Senin gıdanı bile dışarıdan gönderiyoruz… Sen iki tane uydurma füze atıyorsun, İsrail’de sinek vızıltısı gibi… Netanyahu bitme noktasındaydı fakat adam tekrar hayat kazandı.” gibi sözler sarf etmişti.

Bu eleştiriler anlamlı mı? Biraz sonra değiniriz, bizce bu eleştirilerde çok ciddi sorunlar var. Ama durum ne olursa olsun, eleştirilerin hemen bastırıldığı ya da dinlenmediği bir fikri atmosfer oluşturmaktan özenle sakınmalıyız. Çünkü böylesi ortamlar en iyi seçeneklerden mahrum kalırlar. Oysa sorunların çözümü için de en iyi seçenekler elzemdir. Ekseriyetle öyledir. Dolayısıyla eleştiriyi dışlama ve ötekileştirme zamanla başarıyı dışlamayla özdeşleşir.

Bu açıdan, Bülent Arınç’ın dedikleri de dahil, eleştirilere ve farklı seslere “ne demek istiyorlar” diye bir bakabilmeliyiz. Eleştirilerdeki doğru noktaları dikkate alıp onları fikir düzeyinde cevaplandırdığımızda, bu hem eleştiren kimseye hem de bize bir katkı sağlar.  Fakat eleştirilere “şu” veya “bu” diyerek yaftalamayla karşılık verirsek, neticede birçok güzellikten mahrum kalırız, bazen neyi kaybettiğimizi bile anlayamayız.

Farklı bakışın önemi ve kıymetiyle ilgili birçok anekdot vardır. Bir örnek olarak, OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü kadim arkadaşım Prof. Dr. Murat Yülek’in anlattığı bir vakayı hatırladığım kadarıyla ve ilave yorumlarla aktarmak istiyorum. Olayı çoğumuz duymuşuzdur ama burada anlatılacaklar bu meşhur olayın farklı bir veçhesi.

ABD, 1961 yılında Küba’daki rejimi devirmek için uzun zamandır hazırlandığı bir harekata girişir. Plana göre ABD’de savaş eğitimi almış muhalif Kübalı askerler Domuzlar Körfezi adı verilen yerden  Küba’ya giriş yapacak ve yerel halkın da desteğiyle Castro rejimini kısa sürede devireceklerdir. Plan budur ama  işler beklendiği gibi gitmez ve çıkarma birkaç  günde ağır bir yenilgiyle ve tam bir fiyaskoyla sonuçlanır.

Bu yenilgi 1953 yılından beri CIA’nın başında bulunan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son günleri de dahil bir zamanlar Türkiye’de da görev yapmış olan Allan W. Dulles’i de bir anlamda makamından eder. Dulles, 1961’in Kasım ayında görevinden istifa etmek zorunda kalır.

ABD’liler işin uzmanı, en iyi, en yetenekli ve dahi kişileri bu işte çalıştırmamıza rağmen neden böyle bir fiyasko yaşadık diye araştırırken bir detayı fark ederler. Olayda görev alanların hepsi çok zeki ve alanlarında iyi yetişmiş olmalarına rağmen hep aynı kafada olan kişilerdir ve takımda itiraz edecek birileri yoktur.

Dolayısıyla plandaki zayıf noktalar, muhtemel aksaklıklar ve sahaya uygunluk gibi önemli hususlar iyi çalışılmadan mükemmel bir plan yaptık sanılarak uygulamaya geçilmiştir. Bu da ABD’ye hemen yanı başında çok ağır bir yenilgi yaşatmıştır. Tabii işin niyet boyutu da var, o ayrı.

Murat Hoca, bu detay anlaşıldıktan sonra ABD’li şirketlerin de yönetim kurulu gibi önemli yapılarda aykırı düşünen birilerini bulundurmaya özellikle dikkat ettiklerini de aktardı.

İlginizi çekebilir!  Soçi’de Erdoğan-Putin Görüşmesinden Dünyaya Verilen Mesaj

Farklı düşünme, sıra dışı yaklaşımlar geliştirebilme aslında Allah’ın insana bahşettiği çok özel bir kabiliyettir, bu kabiliyetin ve bu gibi kişilerin kıymetini hassaten bilmeliyiz. Eleştiri bir etkileşim kapısıdır, her yanlış olduğu düşünülen şey elbette yanlış olmaz ama bu çerçevede yapılacak istişare ve tartışma açıkların kapatılmasına ve berekete vesile olur.

Bu anlamda eleştiri de eleştirilebilir, çünkü her eleştiri de neticede bir görüştür, söylenenler de her zaman hikmet dolu olmayabilir. Biz de bu gözle Bülent Arınç’ın eleştirilerini eleştirmeye çalışalım.

Arınç konuşmasının sonuna doğru “Senin ne gücün var?” diyerek salvoya başlıyor. Ve bu cümleyle yakayı da kaptırıyor. Çünkü ilk başta mesele güç değil, hak meselesi. Bu kardeşlerimiz toprakları işgal edilmiş, yıllardır toplama kampı gibi dar bir alanda çile çekmeye mecbur bırakılmış insanlar. Karşılarında yerleşimci vs. adıyla hâlâ toprak gaspına, işgale devam eden acımasız bir yapı var. Ortam süt liman değil ki! Bu şartlarda “Senin ne gücün var?” demenin bir anlamı yok.  Ne yapsın bu insanlar? Eziyete, baskıya teslim mi olsunlar? Bülent Arınç elbette böyle düşünmüyordur ama keskin söyleyiş tarzı böyle cevapları hak ediyor.

Elbette haklı olan hakkını meşru sınırlarda arayabilir ve aramalıdır da. Filistinli, Gazzeli kardeşlerimiz de elbette kendilerini savunacaklar, haklarını arayacaklar. Değil eleştirmek, İslam âlemine ve medeni dünyaya onlara yardım etmek düşer.

Gelelim Arınç’ın Netenyahu’yla ilgili söylediklerine. Arınç’ın dediği gibi, Netanyahu iç gösterilerle ilgili durumu biraz kurtarmış gibi görünüyor ama o şimdi bambaşka bir çukura, dehşetli bir zulüm çukuruna battı ve batıyor. Zaten zalimdi denilebilir, doğru ama şimdi o dehşetli suçu her gün birçok kez irtikap ediyor.

7 Ekim’le ilgili İsrail’in senaryosunu olduğu gibi kabul edenler bile biraz düşünseler bu yapılanların savunmayla, Hamas’la mücadeleyle alakası olamadığını, bilakis bir katliam ve -sonradan sahiplenmek üzere- Gazze’yi halksızlaştırma operasyonu olduğunu görürler. “Halksız Topraklar” başlıklı yazımızda bu yönteme değinmiştik.

Farklı bir Bakış Açısı

Eleştiri demişken, 7 Ekim Aksa Tufanı harekatı ile ilgili şöyle bir eleştiri ve yorumda da bulunulabilir ve farklı bir bakış açısı getirilebilir. Hamas bu harekatta sadece askeri bölgeleri hedef alsaydı ve sadece askerleri rehine alsaydı daha doğru olurdu ve sonuç da çok daha farklı tezahür ederdi, denilebilir.  İsrail’in sivil – asker meselesinde  çok özel bir konumu da var  ama bu ayrım neticede yapılabilirdi.

Aksa Tufanıyla çok önemli askeri hedeflere de ulaşılmış, çok üst düzey dahil birçok İsrailli asker de rehine olarak alınmış ama arada işin içine, muhtemelen  pazarlık gücü olarak daha çok rehine alma gayesiyle, siviller de karışmış. Burada küçük bir parantez açalım. Rehine alma gayesini biz de birçok kişi gibi yüksek ihtimal görüyoruz. Çünkü…

Çünkü Hamas 200’ün üzerinde insanı rehine alacak kadar çok kişiyle ve bu denli İsrail’in içine sızmışken gayesi insan öldürmek olsa vurkaçla çok daha fazla kişiyi öldürebilirdi. Olayın oluş tarzından da Hamas’ın çok sayıda rehine alıp bunu takas için pazarlık gücü olarak kullanmak istediği anlaşılıyor. Ama netice farklı oldu tabii. Şu hususu belirterek parantezi kapatalım: Hamas sadece şu anda elinde tutuğu İsrailli askerleri  rehine alarak dönseydi, bu büyük bir ihtimalle İsrail’i şu anda olduğundan çok daha fazla acze düşürebilirdi.

İlginizi çekebilir!  Yaşamak Suçu ve Yaşamak Sorumluluğu Arasında

Sadece askerler hedef alınsaydı, İsrail yine ağır cevap verirdi -zaten yersiz sebeplerle de arada saldırıyordu- ama 7 Ekim’de Hamas’a müdahale ederken kendi öldürdüğü vatandaşlarının suçunu bile Hamas’ın üzerine atamaz ve 40 bebeğin kafası kesildi haberiyle başlayarak birçok yalan ve çarpıtma  haberle bu insanlık dışı dehşetli operasyonu başlatamazdı.

Ve Gazze’yi insansızlaştırmak, halksızlaştırmak  ve yakıp yıkmak için bu durumu bir fırsat bilip bunca tahribatı yapamazdı. Ne kadar yapmak istese, yapabileceği  tahribat çeşitli sebeplerle bugünkü yıkımın çok gerisinde kalırdı… Tabii bu yoruma da farklı bakış açıları ve eleştiriler getirilebilir, onlar da ayrıca tartışılabilir. Ama “ala külli hal”, her hâlükârda farklı düşünme kanallarını açık tutmalıyız ki en iyiyi yakalayabilelim.

Şu anda Hamas hep askeri hedeflerle uğraşıyor ve kendisine göre devasa bir orduya karşı da -Allah’a şükür- çok iyi bir mücadele veriyor, bazen de İsrail ordusuna kök söktürüyor. Bu görüntüler Filistin ve Gazze davasına ve Hamas’a ayrı bir güç katıyor. Ama sivillerle uğraşılsaydı, durum bambaşka olurdu.

Yazımız uzamaya başladı, yavaş yavaş toparlayalım. Daha önce de arz ettiğimiz gibi, İsrail’in hedefi ne yapıp edip Gazze’ye kendisi yerleşmek. İnşaAllah bunu yapamaz ama hedefi bu. Bu yüzden İsrail hem 7 Ekim’deki beceriksizlerini örtmek için hem de bu durumu yıllardır planladığı Gazze’ye el koyma planı için bir fırsat gördüğünden  şimdi saldırdıkça saldırıyor. Ama…

Ama İsrail’de bu işi yapanlar ve onları destekleyenler zalimlikten ve gaddarlıktan hızla batıyorlar. Ve bilmiyorlar ki bunca zulmü işleyenler ve yüzbinlerce masuma eziyet edip onların ahlarını alanlar öyle bir yerden sille yerler ki neye uğradıklarını şaşırırlar.

Arkasındaki devasa uluslararası medya ve sermaye gücüne, tekeline rağmen İsrail’in prestijinin bu kadar yerlerde sürünmesi de bunun bir işareti. Çünkü Allah “seriül hisabtır”, hesabı çok çabuk görendir.

Düşünün, son yetmiş günde, 2 milyondan fazla insanın yaşadığı, 41 km uzunluğunda ve 10 km genişliğindeki Gazze şeridine 10,000’den fazla uçuşla on binlerce ton bomba ve füze atılmış.  Neticede Gazze’nin yarıdan fazlası harap olmuş, nüfusunun  yüzde 80’i yerinden yurdundan edilmiş.

İsrail bunu hâlâ da sürdürüyor. İnsanları hâlâ aşağılıyor, ulaştığı sivillerin canlarına yapışıyor. Kini dinmek bilmiyor. İnsanları öldürüyor, masumları ve çocukları öldürüyor.  Çocukların geleceklerini öldürüyor, çocukların gülüşlerini öldürüyor. Bu hiç karşılıksız kalır mı?

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.