Mehmet Hakan Kekeç
Geyikli Baba’yı anlatayım size bu yazıda. Ama önce Mecduddin-i Konevî’den bahsetmeliyim…
Mecdiddin-i Konevî adı tarihi kaynaklarda geçmez. Bu isme ben İbn Battuta seyahatnamesinde rastladım [1]. Ve 13 ile 14.yy o erken dönem Osmanlı iklimine bir kez daha hayran kaldım. Hikâye şu:
Tancalı seyyah İbn Battuta, 1333 yılında Osmanlı’nın çiçeği burnunda başkenti Bursa’ya gelir. Ahi Şemseddin zaviyesinde kalacaktır. Ahi Şemseddin dediğimiz, Bursa Hisar’da surlara ilk bayrağı diken Ahi Hasan’ın babası ve daha önemlisi Şeyh Edebali’nin öz kardeşidir. Haliyle dönemin en mühim karakterlerinden biri [2]. Mustafa Kara hocamıza göre 14. yy Bursasının bütününde ahîlerin tesirini görürüz [3].
İbn Battuta, Ahi Şemseddin zaviyesine geldiğinde 10 Muharremdir. Yani Kerbela. Bir de bakar ki tuhaf bir hareketlilik var. Tabii ehl-i beyte muhabbet ile kemal bulan Türk İslamına pek alışık olmasa gerek [4]. Şaşırır. O gün ziyafet verilir. Oruç tutulmuştur. Bütün Bursa ahalisine aş dağıtılır. Kur’an okunur. Namaz kılınır. Semah edilir [5].
Sırada vaaz vardır. Ahi Şemseddin’in aynı zamanda bir alim olduğu ortada… Vaazı herhalde verse verse o verecektir. Ya da koca Osmanlı başkenti, vaaz verecek alim mi yok. Orhangazi medresesi yeni açılmış. İbn Arabi geleneğinin müderrisleri orada [6]. Ama hayır. Hiçbiri vaazı vermez.
Mecdiddin adında bir meczub alır sözü. Vaazı o verecektir. Üzerindekiler yıllanmış. Mezarlıkta yatıp kalkan, sürekli oruç tutan, kimseden karşılıksız bir şey almayan bir tuhaf adam. Okur yazar mı bilinmez. Ama bütün Bursa’ya Ahi Şemseddin zaviyesinde vaaz verecek, irşad edecek, iyi mi…
Daha bitmedi. Vaazı dinlemeye Keşiş dağından abdallar gelir [7]. Vaaz sırasında cezbe hali olur. Bu muvelleh abdallardan biri canını orada teslim eder [8]. Bizim meczup Mecdiddin-i Konevî işte böyle adamdan can alan bir vaaz verir oradakilere. Osmanlı kuruluş panoramasını olduğu gibi gösteren mükemmel bir an.
Geyikli Baba da işte bu Keşiş Dağı abdallarından bir abdaldır… Dönemin ruhunu iyi bir şekilde ihata edebilesiniz diye Tancalı seyyahtan bir hikaye ile başlamak istedim yazıya. Şimdi Geyikli Baba’ya dönelim.
İlk dönem Osmanlı rivayetlerine göre Geyikli Baba, Orhan Bey zamanında Anadolu’ya Azerbaycan Hoy’dan gelmiş bir derviş olup, müridleriyle beraber Bursa İnegöl yakınlarına yerleşmiştir [9].
Yunus Emre’nin “Geyiklü’nüñ ol Hasân söz eyitmiş kendüden / Kudret dilidür söyler, kendünüñ söz nesidür?” şeklindeki beyitinden asıl adının Hasan olduğu anlaşılmaktadır [10]. İsmâil Belîğ’e göre Geyikli Baba’nın asıl adı Ulvi Baba’dır [11]. Kestel’deki türbesine gidecek olursanız sandukada ‘Mehmet’ ismini görürsünüz. Mehmet isminin kaynağı ise Kamil Kepecioğlu’dur. Bu üç ihtimal arasında en doğrusu Hasan gibi duruyor.
Orhan Gazi, İznik fethi sonrasında Uludağ eteklerinde yaşayan -çoğu Bursa fethine de katılmış- Abdalan-ı Rum zümresi hakkında tahkikat başlatmıştı. Tahkikattan nasibini alacak olanlardan biri de İnegöl ve çevresinde dağ eteklerinde yaşayan Geyikli Baba idi. Geyikli Baba’nın bu sürede Keşiş Dağı (Uludağ) derinlerinde/manastırlarda Bizans’ın ruhban statükosundan gizlenen keşişleri İslamlaştırmaya çalıştığı tahmin edilebilir. Zira keşişlerin Kur’an’ın Maide Suresi’nde de geçen ve övülen “cezbe”ye temayülleri ve Bizans merkezini zorlayan ‘heterodoks’ yapıları, dervişlerle kolay iletişim kurmalarını sağlıyordu.
Tahkikatı duyan İnegöl fatihi Turgud Alp [Aşıkpaşazâde, Neşrî ve diğer tarihçiler İnegöl yöresini Turgud-ili şeklinde anar: 12], Geyikli Baba’nın tıpkı Abdal Musa ve Karacaahmet gibi Osmanlı topraklarından uzaklaştırılması konusunda duyduğu kaygı nedeniyle ön almak istedi.
Turgud Alp, bir adamını Bursa’ya göndererek “Benüm köylerüm yanında bir nice dervîş geldi, mukîm oldı; aralarında bir dervîş vardur, gâh gâh varur dağda geyicekler (geyikler) ile gezer bir nice gün, ve hayli mübârek kişidür!” dedi. Orhan Gâzî: “‘Aceb kimüñ mürîdidür? Soruñ kendüden!” emrini verince gelip sordular, Geyikli Baba: “Baba İlyâs mürîdiyin, Seyyid Ebû’l-Vefâ târikindenin!” cevâbını verdi [13].
Bu kayıttan, Geyikli Baba’nın, 13.yy’da Anadolu’ya her anlamda damgasını vurmuş, Babaî isyanının baş müsebbibi olarak gösterilen Vefaiyye tarikatından olduğunu anlıyoruz [14]. Ayrıca dağda Geyikler ile gezdiği için bu mahlası aldığını da görüyoruz. Zaten Anadolu’da geyiklere “merkeb-i evliya” denir. Pir Sultan da bir beyitinde “40 yıl gezdim dağda geyikler ile” der.
Vefaiyye’nin Osmanlı Beyliği topraklarında tesiri o kadar güçlüydü ki, Osman Gazi’nin isim babası Vefaiyye halifelerinden olan Şeyh Osman’dı. Vefaiyye’nin Anadolu’daki en önemli figürü Baba İlyas’ın (1240 Babai İsyanı sırasında hayatını kaybetti) başta gelen dört halifesinden biri olan Şeyh Osman, Aşıkpaşazade’nin babası Aşık Paşa’nın da hocasıydı.
Eskişehir’e kadar Selçuklu/Moğol güçlerinin geldiğini biliyoruz, demek Şeyh Osman da Kırşehir’de yaşamazdan önce batı ucunda tebliğ yapmış olmalıdır. Şeyh’in Batı ucunun en önemli subaşılarından biri olan Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi ile tanışmadığı düşünülemez. Ertuğrul Bey’i de etkileyen bu Şeyh, oğluna verdiği Osman adının esin kaynağı olmuş görünüyor [15].
Geyikli Baba’nın Osmanlı kaynaklarında zikredilen ve çağdaşı olan bütün öteki Abdalan-ı Rum mensupları gibi yarı meczup karakterli olduğuna ve tasavvufi anlayışında cezbeyi ön planda tuttuğuna şüphe yok [16]. Fakat bu fark bir meşrep farkıdır. Meşrep farkları akademi camiamız tarafından itikadi bir zeminde ele alınır ve çok tartışılan “heterodoks” ifadesi kullanılır. Sözgelimi Hacı Bayram Velî’nin bir halifesi tâc takmayı dahi reddeden ve meczupluğu ile bilinen Akbıyık Sultan, bir diğer halifesi Fatih Sultan Mehmet ile temas kuracak kadar vasatı temsil edebilen Akşemseddin’dir [17]. Öyleyse Hacı Bayram ortodoks mudur, heterodoks mu?
Orhan Gazi’nin Keşiş Dağı eteklerindeki dervişlere yönelik tahkikatının nedeni, hristiyan keşişlerin dervişler arasına sızması ve kimisinin takıyye yapması olsa gerektir. Şüphe yok ki, Orhan Gazi’nin Bursa fethi sırasında omuz omuza çarpıştığı Vefaiyye dervişlerini bir anda sorun etmeye başlaması manasızdır. Tahkikatın bir başka sebebi de seyyar haldeki bu dervişlerden ziyade ekberî gelenekten gelen müderrislerin artık yönetimde ön planda tutulmak istenmesi olabilir.
Orhan Gazi İnegöl’de yaşayan Geyikli Baba’nın Vefaiyye dervişi olduğunu öğrendikten sonra bir hediye hazırlıyor. Haşim Şahin’in arşivden yayınladığı menkıbenim tamamını kendisinden aktaralım: “Devlet Başkanlığı Osmanlı Arşivi’nde yer alan bir menkıbeye göre, Orhan Gazi, Bursa’nın fethi sırasında gösterdiği gayretler nedeniyle; ‘baba meyhordur (sarhoştur) deyu, iki yük arak ve iki yük şarap’ gönderiyor. Geyikli Baba, Orhan Gazi’nin gönderdiği rakı ve şarab bir kazana koyup kaynatıyor, ‘bizim dergahımızdan giren rakı yağ, şarap da bal olur’ diyerek padişaha geri gönderiyor. Rakı ve şarap gönderme, iktidar – sufi çevre ilişkilerinde sıkça işlenen ve özüne bakılırsa söz konusu sufinin itikadının ne kadar sağlam olduğunu göstermek amacıyla menakıb yazarları tarafından işlenen bir metafor…”
Fakat her nedense kimi tarihçiler “baba meyhordur” kısmından sonrasını kitaplarında işlemez. Meyhordur kısmı kalır. Bunun üzerinden dervişlerin itikadı üzerine yorumlar yapılır ve bu yorumlar Osmanlı kuruluş döneminin geneline ispatsız delilsiz transfer edilir.
Geyikli Baba tahkikat sırasında Orhan Gazi’nin görüşme talebini de reddetmişti. Bunun nedeni, Vefai/Babai dervişlerinin Selçuklu dönemi iktidar ile yaşadıkları kötü tecrübeler olsa gerektir. Abdalan-ı Rum zümresinin, kendilerine iktidardan uzak durmayı öğütleyen melami meşreplerinin de bunda katkısı olduğu söylenebilir. Hikayenin devamını Aşıkpaşazade’den dinleyelim:
“Bir gün Geyikli Baba Orhan Gâzî’ye haber vermeksizin bir kavak fidanı alıp, Bursa sarayındaki avlu kapısının iç tarafına dikmeye başladı. Durumu Orhan Gâzî’ye haber verdiklerinde hemen geldi, fidanın çoktan dikilmiş olduğunu gördü. Orhan Gâzî henüz sormadan, Baba ‘Teberrükümüzdür! Bu oldukca, dervîşlerüñ du’âsı saña ve neslüñe makbûldür!’ deyip duâ etti ve sonra da çekip gitti. Geyikli Baba’nın hâlinden ve sözlerinden çok etkilenen Orhân Gâzî, hemen bulunduğu yere giderek ‘Dervîş, bu İnegöl nevâhîsiyle senüñ olsun!’ dedi, fakat Baba ‘Mülk, mal Hakk’uñdur, ehline virür, biz anuñ ehli degülüz!’ diyerek bu teklifi reddetti. Orhan ‘Ehli kimdür?’ deyince ‘Hakk Te’âlâ dünya mülkini sizüñ gibi hânlara ısmarladı, malı dahı mu’âmele ehline ısmarladı kim, kulları biri-biriyle mesâlihin (işlerini) görsünler diyu. Bizlere gün yeñi, nasîb olan rızk dahı yeñi!..’ cevâbını verdi. Fakat Orhan Gâzî teklifinde ısrâr edip ‘Dervîş! N’ola benüm de sözümi kabûl itseñ?’ deyince, ricâsını kırmayarak ‘Şu karşuda turan depecükden berü yircügez dervîşlerüñ havlısı olsun!’ dedi. Orhan Gâzî bu sözü işitince Şeyh’in duâsını alıp oradan ayrıldı.”
Bugün Bursa’nın Kestel ilçesi Babasultan köyünde yer alan ve Orhan Gazi’nin dervişlere hediye ettiği arazi ve Külliye Tahrir Defterleri’nde ‘Babailer Karyesi’ şeklinde geçiyor [18]. Bu da Geyikli Baba’nın Aşıkpaşazade’de geçen “Baba İlyâs müridiyim” cevabının tarihi gerçekliğini ispatlıyor.
Geyikli Baba sonrası Külliye’nin durumu ve kimin postnişin olduğu karanlıktır. Hüsameddin Bursevi’ye göre Geyikli Baba sonrası postnişin Turgud Alp olmuştur [19]. Ki bu çok önemli ve incelenmesi gereken bir nottur. Açıkçası doğru olduğu kanaatindeyim. Osman ve Orhan Gaziler dönemi büyük komutanların hemen hepsinin uçlarda askeri aristokrasiyi oluşturduğu malumdur. Uçlarda muktedir olan ve mirası oğullarına bırakan bu aristokrat aileler arasında Turgud Alp’in adının geçmiyor olması manidardır.
[1] İbn Battuta Seyahatnamesi Yapı Kredi Yayınları tarafından yıllar önce Türkçe’ye çevrildi.
[2] Haşim Şahin – Dervişler, Fakihler, Gaziler
[3] Bursa’da ilk kurulan ahi zaviyelerinin listesi Mustafa Kara hocanın Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları kitabında yer alıyor.
[4] Sadullah Gülten’in Türklerin Ali’si kitabı Türk-İslam tarihinde ehl-i beyt’e muhip olmanın müsbet tesirini harika anlatır.
[5] Osmanlıların ilk devirlerinde, Muharrem aylarında Maktel-i Hüseyinler okunurdu. 10 bölümden oluşan ve 10 gün boyunca okunan bu Makteller arasında en meşhur Kadı Şadi’nin Maktelidir. Yazma Eserler tarafından neşredildi.
[6] Osmanlı müderrislerinin ilki İbn Arabî geleneğinden gelen, 14.yy’ın en mühim alimlerimden Davud-ı Kayserî’dir. Kayserî’nin Füsus şerhi çok yakın bir tarihte Ketebe tarafından neşredildi.
[7] Kuruluş döneminde abdallar, Bursa’da, bugün yerinde askeri lise olan tepede mukim idi. Buraya daha sonra Bedreddin Camii inşa edildi. Daha sonra da bir Bektaşî dergahı. Bugün bu cami ve dergahtan eser bile yoktur.
[8] Muvelleh dervişler için bknz: Eyüp Öztürk – Velilik ile Delilik Arasında
[9] Ahmet Yaşar Ocak, Geyikli Baba / TDV
[10] Gölpınarlı – Yûnus Emre Divanı
[11] İsmâil Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı ‘İrfân
[12] Faruk Sümer, Turgud Alp / TDV
[13] Âşıkpaşazâde Tarihi
[14] Osmanlı’nın kuruluş zeminini hazırlayan Babaî isyanı hakkında hâlâ önyargı ve peşin hükümlerden arınmış doyurucu bir çalışma yoktur. Ahmet Yaşar Ocak hocanın Babaî İsyanı hakkındaki çalışması şimdilik en nitelikli olanı gibi görünüyor.
[15] Uğur Altuğ – Osman Beg
[16] Köprülü – İlk Mutasavvıflar
[17] Hasan Turyan – Bursa Evliyaları
[18] Ö. L. Barkan, E. Meriçli – Hüdâvendigâr Livâsı Tahrir Defterleri
[19] Mustafa Kara – Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler