İsrail’in suç ortağı ırkçı, sömürgeci ve soykırımcı Batı yakasında değişen bir şey yok… Her şey aynı…

Bercan TUTAR – 27 Ekim 2023

 

Batı dünyasındaki gazeteciler bile Avrupa ve ABD’deki Siyonist lobilerin tekelindeki siyasetçilerle kartel medyasının soykırım retoriğinden hayli rahatsız. Batı medyasının ve siyasilerinin İsrail’in barbar soykırım ve katliamlarını mazur gösteren söylemindeki bariz önyargı Filistinlilerin ve İsraillilerin yaşamlarının eşit olmadığı yönündeki kültürel algıyı bir kez aha gözler önüne seriyor. İsrail ve Batı’daki Yahudi lobileri tarafsız yayın yapan medyaya karşı bile hemen linç kampanyası başlatıyor.

Pek çok Batılı medya kuruluşu, Hamas’ın İsraillileri öldürülmesinin ahlak dışılığını sert şekilde vurgularken aynı medya İsrail ordusunun işlediği savaş ve insanlık suçlarına karşı üç maymunu oynuyor. İsrail’in Gazze Şeridi’ne savaşta kullanılması yasak olan ve kullanımı savaş suçu sayılan fosfor bombası ve halı bombası atarak Filistinli sivilleri çocuk, kadın ve bebek ayrımı gözetmeden topluca katletmedeki barbarlığı ve ahlaksızlığı ise görmezden geliyor.

BBC’de, Birleşik Krallık’taki Filistin Misyonu Başkanı Husam Zomlot, ailesinden yedi kişinin İsrail bombaları tarafından öldürüldüğünü söylediğinde, röportajcının tepkisi, baştan savma taziyelerde bulunmak ve hemen şunu ilan etmek oldu: “İsrail’de sivillerin öldürülmesine göz yumamazsınız”

Zomlot, ailesinin maruz kaldığı vahşeti ve toplu katliamı Hamas’ın saldırısına gerekçe olarak değil onlara ne olduğuna dair doğrudan bir soruya yanıt olarak dile getirmişti. Ancak bunu yaptıktan sonra sunucu, Zomlot’un ailesini katleden İsrail’i değil Hamas’ı kınamasını istedi kendisinden.

Oysa aynı medya İsrailli sivillerle konuşurken onlardan devletlerinin işlediği katliamları kınamalarını istemiyor. Batı medyası ve siyaseti hâlâ sömürgeci zihniyetle dünyaya bakıyor. Filistin’deki insanları görmemeye şartlanmış durumdalar. Çünkü sömürgecilik, beyaz ırk üstünlüğü ve İslamofobi hâlâ Batı’daki devletlerin, kurumların, insanların ve medyanın dünyaya bakışındaki tek egemen mercektir, pusuladır.

Ukrayna’nın Rus işgaline karşı direnişini yücelten Batı medyası Filistin’in işgale, mülksüzleştirmeye ve etnik temizliğe karşı mücadelesini ise gayri meşrulaştırarak görmezden geliyor.

Çok az Batılı yayın organı, iki milyondan fazla insanın nasıl küçük bir şeritte toplandığını sorma zahmetine girdi veya Gazze’yi dünyanın en büyük açık hava hapishanesine çeviren İsrail’in 17 yıllık Ortaçağ dönemlerindeki kuşatmaları aratmayan soykırımcı ablukasını tartıştı.

Medyanın Gazze’deki savaşa ilişkin haberlerindeki bu yetersizlikler ve çarpıklıklar, çoğu zaman “gazetecilikte tarafsızlık” iddialarıyla gölgelenen bir gerçeği yansıtıyor. Gerçek şu ki, gazetecilerin neyin yayınlanmaya uygun olduğu konusunda takdir yetkisi hiçbir zaman mutlak olmadı; her zaman içinde faaliyet gösterdikleri toplumun değerleri ve kültürü tarafından sınırlandırılmıştır gazeteciler.

Amerikalı medya uzmanı John Calhoun Merrill şunu ileri sürer: “Bir ulusun gazeteciliği toplumun izin verdiği sınırları aşamaz; öte yandan çok da geride kalamaz”.
Kültürün gazetecilikle nasıl etkileşime girdiğini anlamak, çoğu tarihe dayanan bu önyargıları anlamanın anahtarıdır.

Özetle açıkça ve alçakça bir sansür var Batı’da. Filistinlileri insanileştiren veya İsrail’e koşulsuz destek verilmesi yönündeki resmi çizgiden sapan görüşler bastırılıyor. Protestolar ve Filistinlilerle dayanışma ifadelerine yönelik kısıtlamalar, Filistin bayrağını taşıyan kişileri tutuklama tehditleri ve sosyal medya şirketlerinin Filistin yanlısı içeriği kaldırma veya yasaklama girişimleri had safhada.

Aslında İsrail ve Gazze hakkındaki haberler bize bölgedeki olaylardan çok Batı medyasında çalışan gazetecilerin kendileri ve onların içinden geldikleri kültür hakkında bilgi veriyor.

Tarihsel olarak anti-Semitizm ve İslamofobi, Batı kültürel düşüncesinin iyi belgelenmiş bir özelliği olmuştur. Yahudiler bir zamanlar tıpkı bugün Müslümanların rutin olarak pogromlara maruz kaldığı gibi ötekileştiriliyordu. Ancak Holokost dehşetinin ardından, anti-Semitizm Batı kültüründe kabul edilemez görülerek kınandı.

Buna karşılık Batı’daki Arap karşıtı ve İslamofobik duygular hiçbir zaman aynı şekilde sansürlenmedi. Geçtiğimiz birkaç on yılda, İsrail’in Filistinlilerle kendi çatışmasını çerçevelemek için kullandığı ABD öncülüğündeki “teröre karşı savaş” tarafından daha da alevlendi. Bu bağlamda pek çok Batılının, Yahudilerin insanlığını kabul etmenin, Müslüman veya Arap olarak kodlananların insanlıktan çıkarılmasıyla el ele gitmesi gerektiğine inanması şaşırtıcı değil.

Kuruluşundan bu yana inkâr edilemez vahşet karşısında bile İsrail’in kendisini savunma “hakkı” konusundaki ısrar, Filistinli masum sivillerin topluca katledilmesinin İsrail’in güvenliği ve huzuru için kabul edilebilir bir bedel olduğu yönündeki Batılı algıyı yansıtıyor.

Buna karşılık, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in İsrail’in boğucu işgalinin yol açtığı sonuçları bırakın açıkça dile getirmeyi ima etmesi bile linç edilmesine yol açtı.

Sosyal, dijital, yazılı ve görsel medya yayınları Filistinli ölülerin sansürsüz görselleriyle dolu. Ancak İsrail’in ölüleri için pek görsel kullanılmıyor. Buna gerek bile duyulmuyor. “Kafası kesilen bebekler” gibi manipülatif tanım ve yalan haberlerin İsrail’in yaşadığı dehşeti ifade etmeye yeterli olduğu varsayılıyor. Ancak Filistinlilerin yaşadığı dehşetin kelimeler yerine kanlı görüntülerle anlatılması gerekiyor. Ve buna rağmen İsrail için kullanılan sahte kelimeler Filistinlilerin maruz kaldığı vahşeti açıkça ortaya koyan görüntülerden daha fazla inandırıcı bulunuyor.

İzleyicilere sürekli olarak Hamas’ın Batılı hükümetler tarafından terör örgütü olarak tanımlandığı hatırlatılıyor, ancak insan hakları grupları ve BM’nin İsrail’i apartheid rejimi olarak tanımlamadığı belirtiliyor. İsrail’in eylemlerini eleştirmek, hatta kurbanlarını insanileştirmeye çalışmak, Arap karşıtlığından çok daha ağır bir kültürel ceza olarak algılanan Yahudi karşıtlığının ifadesi olarak kodlanıyor.

Zira haberlerin dünya çapında anında yayınlandığı günümüzde kültürel kör noktalar ve önyargılar, soykırım ve etnik temizliğin meşrulaştırılmasında etkili olabiliyor. Batı medyası bunu bilerek uyguluyor. Kitleleri hemen şartlandırmak için İsrail ve Gazze’ye ilişkin haberleri ölümcül çifte standartlarla veriyor.

Çünkü Filistinlileri insandan aşağı gösteren sömürge zihniyetli gazetecilik, onların İsrail tarafından barbarca katledilmesini Batılılar için kabul edilebilir kılıyor.

Mart 2022’de, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bir ay sonra, Suriyeli bir mülteci The New Humanitarian’ın sayfalarında şunları yazdı: “Savaştan kaçmak için evinizi ve ailenizi geride bırakmak zorunda kalmanın nasıl bir his olduğunu biliyorum ve bu süreçten geçen Ukraynalılara yardım etmek istiyorum. Ama aynı zamanda biz Avrupalı olmayan mültecilerin neden ormanda donmak zorunda kaldığını da bilmek istiyorum” diyerek Batı’daki Irkçı anlayışı özetlemişti. Suriyeli mülteci, Ukraynalı mültecilerin Avrupa’ya girerken gördükleri, elektrikli çitler ve saldırgan köpekler yerine kucaklaşmalar ve çikolatalarla karşılanan özel muameleden bahsediyordu.

“Ukrayna halkına çok sempati duyuyorum. Hiç kimse savaşı, yıkımı ve anayurdundan sürülmeyi hak etmez. Ancak tedavideki farklılık çok acı veriyor. Bütün insanlardan çıkan kan aynı renktedir” diye noktalamıştı sözlerini Suriyeli mülteci.

Medya, toplumların neden bazı krizleri ve bazı mağdurları diğerlerinden daha fazla önemsediğini şekillendirmede önemli bir rol oynuyor. Bu çifte standardın İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki güncel gelişmelerden daha iyi bir örneği olamaz. Batı medyası kurban ve mağdur Filistin’i saldırgan diye resmederken işgalci, katliamcı ve soykırımcı İsrail’i ise kurban olarak resmediyor.

Gerçek şu ki Batı hâlâ Filistin insanlığını görmemeye şartlanmış durumda. Bu nedenle bazı medya yayınlarında Filistinliler “ölürken” İsrailliler “öldürülür”.

BM’ye göre 2008’den 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısına kadar 3 bin 803 Filistinli sivil katledilirken bu sürede ölen İsrailli sayısı 177 oldu.

Öyleyse neden ABD veya İngiliz televizyonunda röportaj yapılan birçok Filistinliden, sohbete giriş bileti olarak Hamas’ı kınamaları istenirken, İsraillilerden hükümetlerinin suçlarının hesabını vermeleri istenmiyor?

Sicili hayli kabarık olan BBC bazı noktalarda objektif kalmaya çalışıyor. Örneğin BBC’nin deneyimli muhabiri John Simpson. “Hamas’ı özellikle terörist olarak adlandırmıyoruz. Çünkü “terörizm, insanların ahlaki açıdan onaylamadıkları bir örgüt için kullandıkları ağır bir kelimedir. İnsanlara kimi destekleyeceklerini, kimi kınayacaklarını, kimlerin iyi adam, kimlerin kötü adam olduğunu söylemek BBC’nin işi değil. Biz taraf tutmuyoruz. ‘Kötü’, ‘korkak’ gibi ağır kelimeler kullanmıyoruz” diye yazmıştı. Ancak bir bütün olarak BBC’deki haberlerde hala Filistinliler “ölürken” İsrailliler “öldürülür..”

Batı’da bazı analistler, “Hamas’ın İsrailli sivilleri siyasi amaçlarla terörize eden suç eylemlerini terörizm olarak etiketliyorsak, İsrail hükümetinin Filistinli sivilleri siyasi amaçlarla terörize eden suç eylemleri için neden aynı şeyi yapmıyoruz? Ve İsrail’in apartheid’ına ve işgaline yanıt olarak Filistinlilerin silahlı mücadele hakkını onaylayan birçok BM Genel Kurulu kararından neden neredeyse hiç bahsedilmiyor?” diye toplumlarındaki önyargıyı eleştiriyor.

“Angela Davis’in Özgürlük Sürekli Bir Mücadeledir” kitabında yazdığı gibi : “Filistin’in özgürlük ve kendi kaderini tayin etme mücadelesindeki önemli konular, Filistin direnişini İsrail apartheid’ına terörizmle eşitlemeye çalışanlar tarafından küçümseniyor ve görünmez hale getiriliyor.”

Filistinli profesör Nada Elia’ya göre de bu Filistinlilerin sömürgecilikten kurtulma mücadelesi veren bir halk olarak değil “saldırganlar ve işgalciler” olarak tasvir edilmesiyle sonuçlanıyor, aynı şekilde İsrail şiddetini ve soykırımını “meşru müdafaa” olarak çerçevelemek ise insanlığı ve tarihi yok saymadır.

Medyada, olayı İsrail’in yarım yüzyılı aşkın bir süredir Filistinlilere yönelik acımasız işgali ve zulmü bağlamına koymadan, yalnızca Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıya odaklanan haberler, tehlikeli anlatılar yaratıyor. Filistin’in New York’taki BM Büyükelçisi Riyad Mansour’un ifade ettiği gibi : “Bazı medya ve politikacılar için tarih, İsraillilerin öldürülmesiyle başlar.”

İşgale direnmek için şiddete başvuran Ukraynalılar neden Batılı ülkeler tarafından kahraman olarak görülüp silahlandırılırken, işgale direnen Filistinliler terörist olarak görülüp ABD desteğiyle bombalanıyor? Geçtiğimiz yıl Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’nın Ukrayna’daki sivil altyapıya yönelik saldırılarını savaş suçu olarak nitelendirmişti. “Erkeklerin, kadınların, çocukların suyunun, elektriğinin kesilmesi… saf terör eylemidir” demişti. Peki şimdi İsrail’in Gazze’deki erkek, kadın ve çocukların su ve elektriğini kesmesi terörizm ve savaş suçu değil mi?

Von der Leyen, Rusya’nın Ukrayna kıyılarına uyguladığı ablukayı kınadığı gibi şimdi de İsrail’in 17 yıldır Gazze’ye uyguladığı ablukayı kınayacak mı? Kınayabilir mi? Elbette kınayamaz. Siyonist ve sömürgeci önyargıları buna el vermez.

Batılı soykırım medyası ve siyasileri Gazze Şehri’ndeki El Ehli Hastanesi’nde barınan yüzlerce Filistinli sivilin ölümüne yol açan patlamadan bahsederken patlamanın kaynağının belirsiz olduğuna dikkat çekti.

Ancak aynı medya, Hamas’ın bebeklerin başlarını kestiğine dair doğrulanmamış yalan haberleri ön sayfalarda manşetten yayınladı. ABD Başkanı Joe Biden bile bu yalana bilerek alet oldu. İspanyol El País gazetesi bu yalan furyasını “Kimsenin görmediği ama birisinin kullandığı başı kesilmiş bebekler” diye tanımladı.

ABD’nin Irak işgaline giden süreçte, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları barındırdığına dair özellikle Batılı liderler ve Batılı medya tarafından söylenen yalan yanlış iddialar, masum Iraklıların öldürülmesini daha kabul edilebilir hale getirdi. İsrail’de başları kesilen bebeklerle ilgili yaygın olarak dolaşan yanlış bilgiler de tam olarak aynı etkiyi yaratıyor: Filistinlilerin öldürülmesini daha kabul edilebilir kılıyor.

Batı’da şiddetli linç yemeden İsrail hakkındaki hakim anlatılara meydan okumak neredeyse imkansız?

Örneğin İsrail ve Gazze’deki şiddet olaylarının ardından MSNBC’deki üç önde gelen Müslüman moderatörler Ayman Mohyeldin, Ali Velshi ve Mehdi Hasan görevlerinden alındı .

The Guardian, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun yer aldığı karikatürünü yayınlayan usta karikatürist Steve Bell’in sözleşmesini yenilemeyeceğini söyledi. Bell , sosyal medya platformu X’te şunları yazdı : “Artık ‘Yahudi karşıtı kinayeler’ kullanmakla suçlanmadan Guardian için bu konuyu çizmek neredeyse imkansız hale geliyor” dedi.

BBC Arapça altı gazeteciyi attıkları tweetler nedeniyle kızağa aldı. Instagram ve Meta bile Filistin yanlısı içeriği açıkça sansürlediğini beyan etti.

Pek çok gazeteci bu konuda sessiz kaldığını ifade ediyor. Novara Media’nın editörü Ash Sarkar, Al Jazeera’ye verdiği demeçte .”Eğer hikâyeyi Filistinlilerin insanlığını tanıyan ve İsrail’in uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmekte başarısız olduğunu kabul eden bir perspektiften anlatmaya çalışıyorsanız, büyük bir baskı altındasınız demektir” tespitinde bulundu.

Peki Batı medyasının İsrail ve Filistinlilere ilişkin yayınları neden bu kadar asimetrik? Gerçek şu ki, Filistinliler insandan aşağı görüldükleri için Batılıların sempatisini daha az hak ediyorlarmış gibi gösteriliyor.

İsrailli savunma bakanının “insan hayvanlarla” savaştıkları söylemine Batılı medya eleştiri yöneltmedi. Bu soykırım çağrısını ‘duygusal açıdan yoğun sözler’ diye meşrulaştırdılar. Oysa bu sözler Nazilerin Yahudileri Holokost öncesinde “fareler” olarak tanımlamasını veya Hutuların Tutsileri Ruanda’daki soykırım öncesinde “hamamböceği” şeklindeki nitelemesini yansıtıyor. Bu ifadeler insanların insanlıktan çıkarılmasına katkıda bulunur ve bu da onları öldürmeyi kolaylaştırır. İnsanlıktan çıkarma soykırımın başlangıç aşamasıdır.

Profesör Judith Butler’ın London Review of Books’ta belirttiği gibi “Eğer egemen çerçeve bazı hayatların diğerlerinden daha yası tutulabilir olduğunu düşünüyorsa, o zaman bundan bir dizi kaybın diğer bir dizi kayıptan daha korkunç olduğu sonucu çıkar. Kimin hayatının yas tutmaya değer olduğu sorusu, kimin hayatının değerlenmeye değer olduğu sorusunun ayrılmaz bir parçasıdır.”

Batılı gazeteciler, Ukrayna’da öldürülen “sarı saçlı ve mavi gözlü” Avrupalıların diğer yerlerden daha kötü olduğunu öne sürdü. CBS’nin üst düzey bir dış muhabiri canlı yayında, “Ukrayna, kusura bakmayın ama Irak veya Afganistan gibi onlarca yıldır çatışmaların yaşandığı bir yer değil. Burası nispeten medeni, nispeten Avrupalı bir yer” diyerek ırkçı bakışını rahatça dile getirmişti.
Zor bir gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor. Batılı medyanın ve siyasilerin çoğu Filistinlilerin ve Suriyelilerin hayatlarını İsrailli ve Ukraynalıların hayatlarından daha az önemli görüyor. Çünkü bunlar sömürgeci, beyaz üstünlüğü yanlısı düşüncenin mirasına tabiler.

İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşeti emperyal Batı’nın bu çirkin, ırkçı, sömürgeci ve soykırımcı yüzünün hiç değişmediğini ve değişmeyeceğini bize bir kez daha hatırlattı. Yanı Batı yakasında değişen bir şey yok. Her şey anı.

bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 27 Ekim 2023

 

Batı dünyasındaki gazeteciler bile Avrupa ve ABD’deki Siyonist lobilerin tekelindeki siyasetçilerle kartel medyasının soykırım retoriğinden hayli rahatsız. Batı medyasının ve siyasilerinin İsrail’in barbar soykırım ve katliamlarını mazur gösteren söylemindeki bariz önyargı Filistinlilerin ve İsraillilerin yaşamlarının eşit olmadığı yönündeki kültürel algıyı bir kez aha gözler önüne seriyor. İsrail ve Batı’daki Yahudi lobileri tarafsız yayın yapan medyaya karşı bile hemen linç kampanyası başlatıyor.

Pek çok Batılı medya kuruluşu, Hamas’ın İsraillileri öldürülmesinin ahlak dışılığını sert şekilde vurgularken aynı medya İsrail ordusunun işlediği savaş ve insanlık suçlarına karşı üç maymunu oynuyor. İsrail’in Gazze Şeridi’ne savaşta kullanılması yasak olan ve kullanımı savaş suçu sayılan fosfor bombası ve halı bombası atarak Filistinli sivilleri çocuk, kadın ve bebek ayrımı gözetmeden topluca katletmedeki barbarlığı ve ahlaksızlığı ise görmezden geliyor.

BBC’de, Birleşik Krallık’taki Filistin Misyonu Başkanı Husam Zomlot, ailesinden yedi kişinin İsrail bombaları tarafından öldürüldüğünü söylediğinde, röportajcının tepkisi, baştan savma taziyelerde bulunmak ve hemen şunu ilan etmek oldu: “İsrail’de sivillerin öldürülmesine göz yumamazsınız”

Zomlot, ailesinin maruz kaldığı vahşeti ve toplu katliamı Hamas’ın saldırısına gerekçe olarak değil onlara ne olduğuna dair doğrudan bir soruya yanıt olarak dile getirmişti. Ancak bunu yaptıktan sonra sunucu, Zomlot’un ailesini katleden İsrail’i değil Hamas’ı kınamasını istedi kendisinden.

Oysa aynı medya İsrailli sivillerle konuşurken onlardan devletlerinin işlediği katliamları kınamalarını istemiyor. Batı medyası ve siyaseti hâlâ sömürgeci zihniyetle dünyaya bakıyor. Filistin’deki insanları görmemeye şartlanmış durumdalar. Çünkü sömürgecilik, beyaz ırk üstünlüğü ve İslamofobi hâlâ Batı’daki devletlerin, kurumların, insanların ve medyanın dünyaya bakışındaki tek egemen mercektir, pusuladır.

Ukrayna’nın Rus işgaline karşı direnişini yücelten Batı medyası Filistin’in işgale, mülksüzleştirmeye ve etnik temizliğe karşı mücadelesini ise gayri meşrulaştırarak görmezden geliyor.

Çok az Batılı yayın organı, iki milyondan fazla insanın nasıl küçük bir şeritte toplandığını sorma zahmetine girdi veya Gazze’yi dünyanın en büyük açık hava hapishanesine çeviren İsrail’in 17 yıllık Ortaçağ dönemlerindeki kuşatmaları aratmayan soykırımcı ablukasını tartıştı.

Medyanın Gazze’deki savaşa ilişkin haberlerindeki bu yetersizlikler ve çarpıklıklar, çoğu zaman “gazetecilikte tarafsızlık” iddialarıyla gölgelenen bir gerçeği yansıtıyor. Gerçek şu ki, gazetecilerin neyin yayınlanmaya uygun olduğu konusunda takdir yetkisi hiçbir zaman mutlak olmadı; her zaman içinde faaliyet gösterdikleri toplumun değerleri ve kültürü tarafından sınırlandırılmıştır gazeteciler.

Amerikalı medya uzmanı John Calhoun Merrill şunu ileri sürer: “Bir ulusun gazeteciliği toplumun izin verdiği sınırları aşamaz; öte yandan çok da geride kalamaz”.
Kültürün gazetecilikle nasıl etkileşime girdiğini anlamak, çoğu tarihe dayanan bu önyargıları anlamanın anahtarıdır.

Özetle açıkça ve alçakça bir sansür var Batı’da. Filistinlileri insanileştiren veya İsrail’e koşulsuz destek verilmesi yönündeki resmi çizgiden sapan görüşler bastırılıyor. Protestolar ve Filistinlilerle dayanışma ifadelerine yönelik kısıtlamalar, Filistin bayrağını taşıyan kişileri tutuklama tehditleri ve sosyal medya şirketlerinin Filistin yanlısı içeriği kaldırma veya yasaklama girişimleri had safhada.

Aslında İsrail ve Gazze hakkındaki haberler bize bölgedeki olaylardan çok Batı medyasında çalışan gazetecilerin kendileri ve onların içinden geldikleri kültür hakkında bilgi veriyor.

Tarihsel olarak anti-Semitizm ve İslamofobi, Batı kültürel düşüncesinin iyi belgelenmiş bir özelliği olmuştur. Yahudiler bir zamanlar tıpkı bugün Müslümanların rutin olarak pogromlara maruz kaldığı gibi ötekileştiriliyordu. Ancak Holokost dehşetinin ardından, anti-Semitizm Batı kültüründe kabul edilemez görülerek kınandı.

Buna karşılık Batı’daki Arap karşıtı ve İslamofobik duygular hiçbir zaman aynı şekilde sansürlenmedi. Geçtiğimiz birkaç on yılda, İsrail’in Filistinlilerle kendi çatışmasını çerçevelemek için kullandığı ABD öncülüğündeki “teröre karşı savaş” tarafından daha da alevlendi. Bu bağlamda pek çok Batılının, Yahudilerin insanlığını kabul etmenin, Müslüman veya Arap olarak kodlananların insanlıktan çıkarılmasıyla el ele gitmesi gerektiğine inanması şaşırtıcı değil.

Kuruluşundan bu yana inkâr edilemez vahşet karşısında bile İsrail’in kendisini savunma “hakkı” konusundaki ısrar, Filistinli masum sivillerin topluca katledilmesinin İsrail’in güvenliği ve huzuru için kabul edilebilir bir bedel olduğu yönündeki Batılı algıyı yansıtıyor.

Buna karşılık, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in İsrail’in boğucu işgalinin yol açtığı sonuçları bırakın açıkça dile getirmeyi ima etmesi bile linç edilmesine yol açtı.

Sosyal, dijital, yazılı ve görsel medya yayınları Filistinli ölülerin sansürsüz görselleriyle dolu. Ancak İsrail’in ölüleri için pek görsel kullanılmıyor. Buna gerek bile duyulmuyor. “Kafası kesilen bebekler” gibi manipülatif tanım ve yalan haberlerin İsrail’in yaşadığı dehşeti ifade etmeye yeterli olduğu varsayılıyor. Ancak Filistinlilerin yaşadığı dehşetin kelimeler yerine kanlı görüntülerle anlatılması gerekiyor. Ve buna rağmen İsrail için kullanılan sahte kelimeler Filistinlilerin maruz kaldığı vahşeti açıkça ortaya koyan görüntülerden daha fazla inandırıcı bulunuyor.

İzleyicilere sürekli olarak Hamas’ın Batılı hükümetler tarafından terör örgütü olarak tanımlandığı hatırlatılıyor, ancak insan hakları grupları ve BM’nin İsrail’i apartheid rejimi olarak tanımlamadığı belirtiliyor. İsrail’in eylemlerini eleştirmek, hatta kurbanlarını insanileştirmeye çalışmak, Arap karşıtlığından çok daha ağır bir kültürel ceza olarak algılanan Yahudi karşıtlığının ifadesi olarak kodlanıyor.

Zira haberlerin dünya çapında anında yayınlandığı günümüzde kültürel kör noktalar ve önyargılar, soykırım ve etnik temizliğin meşrulaştırılmasında etkili olabiliyor. Batı medyası bunu bilerek uyguluyor. Kitleleri hemen şartlandırmak için İsrail ve Gazze’ye ilişkin haberleri ölümcül çifte standartlarla veriyor.

Çünkü Filistinlileri insandan aşağı gösteren sömürge zihniyetli gazetecilik, onların İsrail tarafından barbarca katledilmesini Batılılar için kabul edilebilir kılıyor.

Mart 2022’de, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bir ay sonra, Suriyeli bir mülteci The New Humanitarian’ın sayfalarında şunları yazdı: “Savaştan kaçmak için evinizi ve ailenizi geride bırakmak zorunda kalmanın nasıl bir his olduğunu biliyorum ve bu süreçten geçen Ukraynalılara yardım etmek istiyorum. Ama aynı zamanda biz Avrupalı olmayan mültecilerin neden ormanda donmak zorunda kaldığını da bilmek istiyorum” diyerek Batı’daki Irkçı anlayışı özetlemişti. Suriyeli mülteci, Ukraynalı mültecilerin Avrupa’ya girerken gördükleri, elektrikli çitler ve saldırgan köpekler yerine kucaklaşmalar ve çikolatalarla karşılanan özel muameleden bahsediyordu.

“Ukrayna halkına çok sempati duyuyorum. Hiç kimse savaşı, yıkımı ve anayurdundan sürülmeyi hak etmez. Ancak tedavideki farklılık çok acı veriyor. Bütün insanlardan çıkan kan aynı renktedir” diye noktalamıştı sözlerini Suriyeli mülteci.

Medya, toplumların neden bazı krizleri ve bazı mağdurları diğerlerinden daha fazla önemsediğini şekillendirmede önemli bir rol oynuyor. Bu çifte standardın İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki güncel gelişmelerden daha iyi bir örneği olamaz. Batı medyası kurban ve mağdur Filistin’i saldırgan diye resmederken işgalci, katliamcı ve soykırımcı İsrail’i ise kurban olarak resmediyor.

Gerçek şu ki Batı hâlâ Filistin insanlığını görmemeye şartlanmış durumda. Bu nedenle bazı medya yayınlarında Filistinliler “ölürken” İsrailliler “öldürülür”.

BM’ye göre 2008’den 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısına kadar 3 bin 803 Filistinli sivil katledilirken bu sürede ölen İsrailli sayısı 177 oldu.

Öyleyse neden ABD veya İngiliz televizyonunda röportaj yapılan birçok Filistinliden, sohbete giriş bileti olarak Hamas’ı kınamaları istenirken, İsraillilerden hükümetlerinin suçlarının hesabını vermeleri istenmiyor?

Sicili hayli kabarık olan BBC bazı noktalarda objektif kalmaya çalışıyor. Örneğin BBC’nin deneyimli muhabiri John Simpson. “Hamas’ı özellikle terörist olarak adlandırmıyoruz. Çünkü “terörizm, insanların ahlaki açıdan onaylamadıkları bir örgüt için kullandıkları ağır bir kelimedir. İnsanlara kimi destekleyeceklerini, kimi kınayacaklarını, kimlerin iyi adam, kimlerin kötü adam olduğunu söylemek BBC’nin işi değil. Biz taraf tutmuyoruz. ‘Kötü’, ‘korkak’ gibi ağır kelimeler kullanmıyoruz” diye yazmıştı. Ancak bir bütün olarak BBC’deki haberlerde hala Filistinliler “ölürken” İsrailliler “öldürülür..”

Batı’da bazı analistler, “Hamas’ın İsrailli sivilleri siyasi amaçlarla terörize eden suç eylemlerini terörizm olarak etiketliyorsak, İsrail hükümetinin Filistinli sivilleri siyasi amaçlarla terörize eden suç eylemleri için neden aynı şeyi yapmıyoruz? Ve İsrail’in apartheid’ına ve işgaline yanıt olarak Filistinlilerin silahlı mücadele hakkını onaylayan birçok BM Genel Kurulu kararından neden neredeyse hiç bahsedilmiyor?” diye toplumlarındaki önyargıyı eleştiriyor.

“Angela Davis’in Özgürlük Sürekli Bir Mücadeledir” kitabında yazdığı gibi : “Filistin’in özgürlük ve kendi kaderini tayin etme mücadelesindeki önemli konular, Filistin direnişini İsrail apartheid’ına terörizmle eşitlemeye çalışanlar tarafından küçümseniyor ve görünmez hale getiriliyor.”

Filistinli profesör Nada Elia’ya göre de bu Filistinlilerin sömürgecilikten kurtulma mücadelesi veren bir halk olarak değil “saldırganlar ve işgalciler” olarak tasvir edilmesiyle sonuçlanıyor, aynı şekilde İsrail şiddetini ve soykırımını “meşru müdafaa” olarak çerçevelemek ise insanlığı ve tarihi yok saymadır.

Medyada, olayı İsrail’in yarım yüzyılı aşkın bir süredir Filistinlilere yönelik acımasız işgali ve zulmü bağlamına koymadan, yalnızca Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıya odaklanan haberler, tehlikeli anlatılar yaratıyor. Filistin’in New York’taki BM Büyükelçisi Riyad Mansour’un ifade ettiği gibi : “Bazı medya ve politikacılar için tarih, İsraillilerin öldürülmesiyle başlar.”

İşgale direnmek için şiddete başvuran Ukraynalılar neden Batılı ülkeler tarafından kahraman olarak görülüp silahlandırılırken, işgale direnen Filistinliler terörist olarak görülüp ABD desteğiyle bombalanıyor? Geçtiğimiz yıl Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’nın Ukrayna’daki sivil altyapıya yönelik saldırılarını savaş suçu olarak nitelendirmişti. “Erkeklerin, kadınların, çocukların suyunun, elektriğinin kesilmesi… saf terör eylemidir” demişti. Peki şimdi İsrail’in Gazze’deki erkek, kadın ve çocukların su ve elektriğini kesmesi terörizm ve savaş suçu değil mi?

Von der Leyen, Rusya’nın Ukrayna kıyılarına uyguladığı ablukayı kınadığı gibi şimdi de İsrail’in 17 yıldır Gazze’ye uyguladığı ablukayı kınayacak mı? Kınayabilir mi? Elbette kınayamaz. Siyonist ve sömürgeci önyargıları buna el vermez.

Batılı soykırım medyası ve siyasileri Gazze Şehri’ndeki El Ehli Hastanesi’nde barınan yüzlerce Filistinli sivilin ölümüne yol açan patlamadan bahsederken patlamanın kaynağının belirsiz olduğuna dikkat çekti.

Ancak aynı medya, Hamas’ın bebeklerin başlarını kestiğine dair doğrulanmamış yalan haberleri ön sayfalarda manşetten yayınladı. ABD Başkanı Joe Biden bile bu yalana bilerek alet oldu. İspanyol El País gazetesi bu yalan furyasını “Kimsenin görmediği ama birisinin kullandığı başı kesilmiş bebekler” diye tanımladı.

ABD’nin Irak işgaline giden süreçte, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları barındırdığına dair özellikle Batılı liderler ve Batılı medya tarafından söylenen yalan yanlış iddialar, masum Iraklıların öldürülmesini daha kabul edilebilir hale getirdi. İsrail’de başları kesilen bebeklerle ilgili yaygın olarak dolaşan yanlış bilgiler de tam olarak aynı etkiyi yaratıyor: Filistinlilerin öldürülmesini daha kabul edilebilir kılıyor.

Batı’da şiddetli linç yemeden İsrail hakkındaki hakim anlatılara meydan okumak neredeyse imkansız?

Örneğin İsrail ve Gazze’deki şiddet olaylarının ardından MSNBC’deki üç önde gelen Müslüman moderatörler Ayman Mohyeldin, Ali Velshi ve Mehdi Hasan görevlerinden alındı .

The Guardian, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun yer aldığı karikatürünü yayınlayan usta karikatürist Steve Bell’in sözleşmesini yenilemeyeceğini söyledi. Bell , sosyal medya platformu X’te şunları yazdı : “Artık ‘Yahudi karşıtı kinayeler’ kullanmakla suçlanmadan Guardian için bu konuyu çizmek neredeyse imkansız hale geliyor” dedi.

BBC Arapça altı gazeteciyi attıkları tweetler nedeniyle kızağa aldı. Instagram ve Meta bile Filistin yanlısı içeriği açıkça sansürlediğini beyan etti.

Pek çok gazeteci bu konuda sessiz kaldığını ifade ediyor. Novara Media’nın editörü Ash Sarkar, Al Jazeera’ye verdiği demeçte .”Eğer hikâyeyi Filistinlilerin insanlığını tanıyan ve İsrail’in uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmekte başarısız olduğunu kabul eden bir perspektiften anlatmaya çalışıyorsanız, büyük bir baskı altındasınız demektir” tespitinde bulundu.

Peki Batı medyasının İsrail ve Filistinlilere ilişkin yayınları neden bu kadar asimetrik? Gerçek şu ki, Filistinliler insandan aşağı görüldükleri için Batılıların sempatisini daha az hak ediyorlarmış gibi gösteriliyor.

İsrailli savunma bakanının “insan hayvanlarla” savaştıkları söylemine Batılı medya eleştiri yöneltmedi. Bu soykırım çağrısını ‘duygusal açıdan yoğun sözler’ diye meşrulaştırdılar. Oysa bu sözler Nazilerin Yahudileri Holokost öncesinde “fareler” olarak tanımlamasını veya Hutuların Tutsileri Ruanda’daki soykırım öncesinde “hamamböceği” şeklindeki nitelemesini yansıtıyor. Bu ifadeler insanların insanlıktan çıkarılmasına katkıda bulunur ve bu da onları öldürmeyi kolaylaştırır. İnsanlıktan çıkarma soykırımın başlangıç aşamasıdır.

Profesör Judith Butler’ın London Review of Books’ta belirttiği gibi “Eğer egemen çerçeve bazı hayatların diğerlerinden daha yası tutulabilir olduğunu düşünüyorsa, o zaman bundan bir dizi kaybın diğer bir dizi kayıptan daha korkunç olduğu sonucu çıkar. Kimin hayatının yas tutmaya değer olduğu sorusu, kimin hayatının değerlenmeye değer olduğu sorusunun ayrılmaz bir parçasıdır.”

Batılı gazeteciler, Ukrayna’da öldürülen “sarı saçlı ve mavi gözlü” Avrupalıların diğer yerlerden daha kötü olduğunu öne sürdü. CBS’nin üst düzey bir dış muhabiri canlı yayında, “Ukrayna, kusura bakmayın ama Irak veya Afganistan gibi onlarca yıldır çatışmaların yaşandığı bir yer değil. Burası nispeten medeni, nispeten Avrupalı bir yer” diyerek ırkçı bakışını rahatça dile getirmişti.
Zor bir gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor. Batılı medyanın ve siyasilerin çoğu Filistinlilerin ve Suriyelilerin hayatlarını İsrailli ve Ukraynalıların hayatlarından daha az önemli görüyor. Çünkü bunlar sömürgeci, beyaz üstünlüğü yanlısı düşüncenin mirasına tabiler.

İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşeti emperyal Batı’nın bu çirkin, ırkçı, sömürgeci ve soykırımcı yüzünün hiç değişmediğini ve değişmeyeceğini bize bir kez daha hatırlattı. Yanı Batı yakasında değişen bir şey yok. Her şey anı.